Fransa’da birinci tur seçimlerinin ardından

22 Nisan Pazar günü ilk turu yapılan Fransa başkanlık seçimlerinde Sosyalist Parti’nin (PS) adayı Hollande %28,6 ile ilk sırada yer aldı. Hollande’ın hemen ardından ikinci sırada %27 oy oranı ile Sarkozy, üçüncü sırada ise %18 oy oranı ile Ulusal Cephe (FN) partisinin adayı Marine Le Pen vardı. Fransa solunun umudu olarak bahsedilen Sol Cephe (FG) adayı Melenchon %11, merkezci parti MODEM’in adayı Bayrou %9, Avrupa Ekoloji adayı Eva Joly %2, Yeni Antikapitalist Parti’nin (NPA) adayı Poutou %1, İşçi Mücadelesi’nin (LO) adayı Nathalie Arthaud ise %0,56 oy oranlarıyla seçimden çıktılar. Ana akım medyadaki “solun zaferi” başlıklarına yahut “faşizm yükselişte” çığırtkanlıklarına kapılmadan seçim sonuçlarını daha iyi okuyabilmek için ilk olarak katılım oranlarına, ardından oy alan partilerin hangi söylemlerle hangi tabanlardan oy aldıklarına bakmak yerinde olacaktır.

Resmi rakamlara göre seçmen kartını alan 46 milyon seçmenin %21’i oy vermeye gitmedi. Oy vermeye giden seçmenlerin %2’sinin de boş oy kullandığı hesaba katılırsa 46 milyon kayıtlı seçmenin %77’sinin oy verdiğini görüyoruz. Buna bir de oy verme hakkı olmasına rağmen kaydını yaptırmayan 8-10 milyon civarındaki vatandaşı da katarsak, ülkedeki oy vermeme oranının önemi iyice belirginleşiyor. Fransa’daki seçimlere katılım oranı zaten son birkaç seçimdir oldukça düşüktü. 2012 seçimleri öncesi oy vermeme oranları en çok tartışılan konuların başında geliyordu. En yüksek oy vermeme oranları işçi mahallelerinde görülüyor. Birçok işçi mahallesinde ortalama %30 oranında oy verilmediği gözlemlenirken, bunu ikinci kuşak göçmenlerin oturduğu mahalleler izliyor. Oy vermeyenler, Fransız televizyonlarının yaratmak istediği “apolitik, tembel, cahil vatandaş” imajına karşı çıkıyor ve bu kararın politik bir karar olduğunu söylüyorlar. Bir tartışma programında röportaj yapılan bir işçi kararını şöyle açıklıyor; “Oy verebileceğimiz bir parti yok. Sosyalist Parti (PS), Sol Cephe (FG) yahut Yeni Antikapitalist Parti (NPA) bizim taleplerimizi dillendirmekte yetersiz kalıyor. İçinden çıkılamaz bir krizde olduğumuzun en çok biz bilincindeyiz ve bunu seçimlerle değiştiremeyeceğimizi de biliyoruz. Birilerinin bunu görmesi için oy vermiyoruz.” Bir boykot hareketine dönüşme dinamiği taşıyan bu oy vermeme tavrı henüz nitelik olarak örgütlü bir politik tavra dönüşmemiş olsa da niceliği itibariyle Fransa politikasının temel taşlarından biri haline dönüşmeye başladı. Fransa’da GSI (Enternasyonalist Sosyalist Grup) gibi sol gruplar bu durumun işaret ettiklerinin farkında olarak sürece destek veriyorlar.

2010 yılındaki yerel seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de sol partiler tarafından en çok izlenen seçim politikası “Sarkozy karşıtlığı” idi. Seçimden dördüncü sırada çıkan Sol Cephe (FG), ve onu izleyen diğer sol partiler seçimlerin ikinci turu için “Sarkozy’yi yenmeliyiz” diyerek seçmenlerini Sosyalist Parti’nin adayı olan Hollande’a oy vermeye çağırdılar. Elbette Sarkozy ve partisi UMP’nin yenilgisi büyük bir çoğunluğun ortak arzusu ancak yerine gelecek olan Sosyalist Parti hakkında da seçmenlerin kafasında pek çok soru işareti mevcut. Örneğin partinin göçmen politikasının belirsizliği yahut işsizliğe karşı nasıl bir politika izleneceği gibi konular sık sık tartışılanlar arasında. Dolayısıyla Sosyalist Parti’nin oy oranına bakarken yalnızca Sarkozy karşıtlığından oy verenlerin olduğu da unutulmamalı.

Mevcut ekonomik krizin etkisiyle yükselen milliyetçi dalgadan ve politik krizin yarattığı boşluklardan faydalanan Ulusal Cephe (FN) , 2010 yerel seçimlerinden beri gittikçe radikalleşen bir göçmen karşıtı / yabancı düşmanı ulusalcı söylem ile örgütlenmeyi sürdürerek oyların %18’ini aldı. Gittikçe radikalleşen bu söylemin ve partinin gücünün medya tarafından da arttırıldığı göz ardı edilmemeli. Aynı zamanda kriz dönemlerinde milliyetçi hareketlerin böyle bir yol izliyor olduğunu da tarihsel olarak biliyoruz. Bunları göz önünde tutarak seçim sonuçlarını değerlendirmek gerekir. FN’nin oy oranı olan %18’e denk düşen seçmen sayısı yaklaşık 6 milyon seçmendir. Elbette ki her halükarda bu söylemlerin güç buluyor olması kabul etmeyeceğimiz bir şeydir ancak yaklaşık 70 milyon nüfusu olan Fransa’da 6 milyon seçmenin FN’e oy vermiş olmasını bir bütün içinde değerlendirmeli, oy oranlarının bizi yanıltmasına fırsat vermemeliyiz. Fransa’da mücadele verenler FN’in söylemlerine karşı uyanık ve tetikte olmalı ancak eksik bir değerlendirmeyle yapılan bir “faşizm geliyor” tespitinin de mücadeleye yanlış yön vereceği unutulmamalı zira hem oy oranının tekabül ettiği seçmen sayısı hem de bu seçmenlerin çıktığı bölgelerin incelenmesi işçi sınıfının ulusal cephenin karşısında olduğunu, partinin seçmenlerini büyük oranda ulusal burjuvazinin oluşturduğunu açık bir biçimde gösteriyor. Seçimi oy oranları üzerinden değerlendirmek yalnızca Ulusal Cephe açısından değil diğer partiler açısından da yanıltıcı olacaktır, zira seçmen sayısı açısından incelendiğinde Fransa sağının oy oranı toplamında ciddi bir farklılık olmadığı görülüyor.

Solun umudu olarak seçim öncesinde çok ilgi toplayan, yüz binlerin katıldığı eylemleri düzenleyen Sol Cephe’nin (FG) adayı Melenchon yaklaşık olarak %15-17 oranında oy beklerken seçimi %11 ile tamamladı. Bu düşük oy oranı ve özellikle Melenchon’un Ulusal Cephe’nin aşağısında kalmış olması solda bir hayal kırıklığı yarattı. Öte yandan Sol Cephe’nin dikkatleri üzerine çeken güçlü söyleminin aksine programının işçi sınıfı tarafından yetersiz bulunduğu zaten seçim öncesi konuşuluyordu. Seçim sonuçlarına bakıldığında Sol Cephe’nin işçi mahallelerinden pek destek alamadığı da görülüyor. Ancak mevcut partilerden umudunu kesmiş pek çok sol seçmenin bu cepheye yöneldiği de önemli bir gerçek.
Sol Cephe dışında kalan Avrupa Ekoloji, Yeni Antikapitalist Parti (NPA) ve İşçi Mücadelesi’nin (LO) oy oranları 2010 yerel seçimlerine göre aşağı yukarı aynı seviyelerde. Ekonomik ve politik krizlerle geçen 2 yılın ardından bu oranlarda bir değişiklik olmaması, oy vermeme oranının her seçimde artmasına rağmen bu partilerin oy vermeyen tepkilileri ikna edemiyor oluşu, üzerine düşünülmesi gereken önemli bir olgu. Elbette yine Sarkozy’yi devirmek için bu partiler yerine seçimi kazanma ihtimali en yüksek olan parti olan Sosyalist Parti’ye oy verenleri de unutmamak lazım.

Seçimlerin ilk turunun bize gösterdiklerine özetlersek karşımıza çıkan tablo; yerinde sayan bir sosyal demokrat gelenek, Sarkozy karşıtlığı üzerinden örgütlenen bir tepki, ekonomik ve politik krizler sayesinde yükselen bir milliyetçi söylem, büyüyen bir politik kriz ve tüm bunların karşısında partilere ve seçimlere inancını/güvenini yitirmiş bir seçmen kitlesi olduğudur. Seçimlerin 2. Turu 6 Mayıs Pazar günü gerçekleştirilecek. Ulusal Cephe (FN) ve merkez parti Modem’in sağ içi anlaşmazlıklardan ve stratejik nedenlerden dolayı Sarkozy’yi desteklemediği biliniyor. Hollande ile Sarkozy arasında yapılacak olan ikinci turda sol partilerin seçmenlerinin beklendiği gibi Hollande’ı desteklemesi durumunda Hollande’ın seçimi kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. İşçi sınıfının enternasyonal mücadelesinin bir parçası olan bizler içinse asıl soru, tepkilerini oy vermeyerek gösterenlerle ve mevcut iktidardan kurtulmak için esasen istemedikleri bir partiye oy verenlerle mücadelemizin nasıl ortaklaştırılacağı, yükselen milliyetçi dalgaya karşı enternasyonal dayanışmanın nasıl inşa edileceğidir.

Yorumlar kapalıdır.