Trans kimlikler hastalık değildir!

LGBTT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel,Travesti ve Trans) bireylerin toplumda dışlanan bir grup olarak kendilerini göstermek ve taleplerini haykırmak için her yıl Haziran ayında düzenlediği Onur Haftasının bu yıl da hazırlıklarına başlandı. Ağırlıklı olarak transların yürütücülüğünü yaptığı İstanbul LGBTT ve Kadın Kapısı’ndan Eylem Çağdaş ile Trans ve Onur haftalarını konuştuk ve gündeme dair görüşlerini aldık.

İC: İstanbul LGBTT ve Kadın Kapısı nasıl örgütler?

Eylem Çağdaş: Transeksüeller çok fazla yerde sosyalleşemiyor; barlarda, kuaförlerde, arkadaş evlerinde… Aslında çok fazla alan yok. İstanbul LGBTT’yi aslında transların sosyalleşebilecekleri ve bir arada olacakları bir yer olarak organize etmeye çalışıyoruz. Dayanışma alanlarından birisiyiz ve transların her sorunuyla ilgilenmeye çalışıyoruz. Onların getirdiği her şey de buranın meselesi oluyor. Genel olarak yaşadığımız sorunlar üzerine çalışıyoruz. Nefret suçları yasasının çıkmasını istiyoruz.

İC: Trans ve nefret cinayetlerine dair analizleriniz neler, artışı neye bağlıyorsunuz?

EÇ: Sayısal verilerle konuşmanın yararlı olduğunu düşünmüyorum ben. Çünkü her biri ayrı trajik bir hikaye. Hepsine tek tek dokunmak gerekiyor, anlamak gerekiyor. Nefret cinayetlerinde ana fikir şu: “Yapıyorum çünkü yapabiliyorum!”. İnsanlar bize, ‘zaten yalnız, kimi kimsesi yok, her şeyi yapabilirim’ gözüyle bakıyor. Bu yediden yetmişe, sokaktaki çocuktan yetişkinlere kadar aktarılan bir süreç. Şöyle bir şey yaşamıştım eve giderken, bundan 4-5 yıl önce Taksim’de oturuyordum. On altı yaşında bir çocuk dadandı peşime evime girmek istedi, “alacaksın beni eve, seni bıçaklarım, travesti bıçaklamanın cezası 3 ay” dedi. 16 yaşında çocuk bu, epey küçüktü. Yani işte olay nasıl bir zihniyetin yerleştiğini anlatıyor.

İC:Süregiden kampanyalarınız neler? Trans ve onur yürüyüşleri yaklaşıyor bu dönemde gündem ve talepleriniz neler?

EÇ: Bu yıl “trans kimlikler hastalık değildir” başlığı ile çıkacağız ve yine cinayetler, nefret suçları da içinde olacak. Nefret suçları yasası istiyoruz. Bir hafta içinde Taksim’de, Galatasaray Meydanı’nda stand açacağız ve her gün orada olacağız. Trans cinayetleri konusunda her zaman kampanya halindeyiz. Ayrıca, Trans Haftası rutinimiz haline geldi, 3 senedir yapıyoruz. Her sene haziran ayında sokağa çıkıyoruz. Olabildiğince geniş katılımlı olmasına çalışıyoruz. Dostlarımız, arkadaşlarımız, ailelerimiz de katılıyor. Onur Haftası’ndan (LGBTT bireylerin geleneksel olarak eylemliklikte olduğu hafta) bir hafta önce oluyor. 24 Haziran pazar akşamı 17.00’de sokağa çıkacağız.

İC: LGBTT bireylerin anayasadaki temsili üzerine en son Sırrı Süreya Önder’in açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Anayasadaki değişikliklere yönelik talepleriniz neler? Son olarak anayasadaki değişikliklerin nihai çözüm olabileceğini düşünüyor musunuz?

EÇ: Reel siyaset toplamda, anayasa, yasalar, yasa yapıcılar, mahkemeler, siyasiler, bürokrasi, partiler performans alanıdır. Yine de, orası da bir mücadele alanı her şeye rağmen. Orası mücadele alanlarından bir tanesi, toplumun da kürsüsü kabul edildiğinden önemli. Bu konuda partinin orada olmasını önemli buluyorum. Sırrı Süreyya Önder’in orada yaptığı önemli çünkü feodal yapıdan çıkışlı biri, partisinin tabanı da öyle. Aile babası, heteroseksist bir erkek olarak bu davayı savunması çok önemli. Bu kadar yüksek perdeden savunması da. Çekinmeden, sıkılmadan, utanmadan bunu yapması belli tabulara dokunan bir şey. Bu tavrını sürdürmesi çok önemli diye düşünüyorum. Ama yalnız bırakılmamalı kesinlikle. Hem bizlerin hem de toplumsal mücadele içerisinde olan bütün örgütlenmelerin bunu sahiplenmesi ve yüksek perdeden savunması gerekiyor. Taçlandırmamız ve sürdürmemiz lazım. Anayasa ise şu an toplumu oyalamak için oluşturulmuş bir gündem ama yine de biz nasıl bir anayasa istediğimizi, nasıl yönetilmek ve nasıl bir yaşam istediğimizi tartışmak için fırsat bulmuş oluyoruz. Bizdeki, tabandaki, sosyal hayattaki yankısı önemli. En ileri metinleri oluşturuyoruz taleplerimizi tekrar hatırlatma, o talepleri dile getirme vesilesi oluyor. Bunun dışında hiçbir anlamı da yok; çünkü anayasanın 2. maddesi var, “Türkiye laik, sosyal, insan haklarına dayanan bir hukuk devletidir.” Şimdi bizim o yasa kapsamında bütün hakları elde etmiş olmamız lazımdı. Laiklik var, din ayrımcılığı yapılamaz ama yapıldığını biliyoruz. Sosyal devlet var ama yoksulluk sürüyor. Sadece bu madde ile her türlü adaletsizliğin giderilebilmesi lazım. Çok kapsamlı muazzam bir madde. Dolayısıyla en ileri metinler en ileri anayasalar oluşturulabilir fakat bu bir söylem sorunu değil. Dolayısıyla en ileri anayasalarla en baskıcı ülkeleri de yönetebilirsiniz. Kitabına uydurmak lafı anayasadan geliyor sanırım. Anayasaya cinsel yönelim cümlesinin girmesi nefret suçları yasasının çıkması çok önemli mücadele alanlarından biri. Fakat bunları bildiğimiz ölçüde de epey önemsiz olanı…

İC: Bu bağlamda Türkiye’deki ve Dünyadaki LGBTT muhalefetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

EÇ: Dünya durumu için daha kapsamlı bir değerlendirme yapmak gerekir. Türkiye’de ise Avrupa’daki gibi biraz bir parçalanmışlık var. Trans örgütler pek yok. Ankara’da bir örgüt var, burada bir örgüt var. Bunun dışında birçok eylem birliğini, mücadele birliğini sürekli tartışıyoruz. Mesela homofobiye karşı buluşmalar oluyor ama yine tek talep ya da talepler etrafında birleşme söz konusu değil. Kaos GL’nin dergisi var, burası belli bir etki gücü yaratmaya çalışıyor deklarasyonlarla, basın açıklamalarıyla. Keza Pembe Hayat ile de söylemde buluşabiliyoruz. İdeolojik olarak çok büyük ayrılıklar yok aramızda zaten yaşanan şeyler belli. Dolayısıyla keskin ideolojik ayrımlar yok aramızda. Hayat bizi biraz aynı yerlere koymuş. İstese de bugün LGBTT hareketi çok da liberal bir çizgi izleyemez. Çünkü sokaktan gelen hareket, hayat buna izin vermiyor. Avrupa’da, LGBTT, çevre, işçi hareketi genel olarak enternasyonalizmi unutmuş bir toplumsal mücadele var orada. Bir noktadan sonra kimlik mücadelesinde katılaşmamak gerekiyor. Şimdi kimlik mücadelesi önemli, ben belli haklarımı aldıktan sonra ilgilenmiyorum, denmemeli. Politik hat geniş tutulmalı.

Bir de LGBTT hareketini değerlendirirken projeciliği de değerlendirmek lazım. En büyük handikaplardan biri bu ve daha fazla kafa yormamız lazım. Ortak forum, eylem birlikleri, mücadele birlikleri tartışılmalı. Ufak tefek şeyleri beraber yapabiliyorsun ama yeterli değil. TV her gün nefreti örgütlüyor. Çok güçlü bir aygıt bu ve her gün seni bana yanlış tanıtıyor. Farklı halkları ve kesimleri yanlış tanıtıyor, ben de onları yanlış tanıyorum. Birliğimiz ana akım medya ve egemen medya ile yarışabilecek bir şey olmalı. Ama genel olarak güçlü bir çekim merkezi olabilirsek bir şeyler olur. LGBTT muhalefeti biraz dağınık bu konuda. Biraz daha belli sorunlarda mesela nefret kültürü, artan nefret suçlarına karşı olabildiğince beraber olabilmek lazım. Diğer güçleri de işin içine sokarak hareket etmek lazım.

İC: Güncel politik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

EÇ: Mecliste olup bitenler, siyasi partilerin kapışmaları, bürokrasi bunlar bugün sokakta yaşadıklarımızdan çok uzak. Özgür değiliz, artık AKP kendine demokrat süsü verme kaygısı bile gütmüyor, çok ciddi tutuklamalar var. HES mücadelesinden, KCK’dan tutuklananlar, öğrenciler, 1 Mayıs tutuklamaları… Dolayısıyla her taraftan saldırı var, LGBTT bireyler açısından da ciddi bir saldırı yürütülüyor ve her ay bir transseksüel (ameliyat ile cinsiyet değiştirmiş kişi) arkadaşımız öldürülüyor. Kadın cinayetlerinde de durum aynı, çok yönlü bir saldırı var. Bu durum her grupta kendi derdine düşme halini de getiriyor. Toplumsal mücadele açısından herkes bir yerinden kazıyor ama herkeste de biraz kendi kuyusunda kalma, kendi tarafını kazma durumu var. Bir öğrenci tutuklandığında davasına ben de gidemiyorum, onu destekleyenler adliyede yalnız kalabiliyor. Kendi kendimizin sağırı olmuşuz. Biz kendi arkadaşımız öldürüldüğünde iki hafta kampanya yapıyoruz, eyleme çağırıyoruz ancak 100-150 kişi toplayabiliyoruz. Toplumsal mücadele içinde olanlar açısından durum bu. Bu da çok ciddi bir güç sağlıyor iktidara, her seferinde saldırının dozunu arttırabileceği bir alan yaratıyor. Yani mesela Sırrı Süreyya Önder bir eşcinselden çok eşcinsel savunucusu olduysa; benim de bir Kürt’ten daha çok barış ve hak savunucusu olmam lazım. Ciddi bir kopukluk var, mücadeleler birleşemiyor.

İC: Teşekkür ederiz.

Yorumlar kapalıdır.