Sezaryen: Kadının bedeni, başbakanın kararı

“Bunların milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu biliyoruz.”

Başbakanın sezaryen ve kürtaja ilişkin bu cümlesi tarihe geçer mi bilemiyoruz, ama yasada bir şekilde yerini almış durumda. Kimler, nasıl, ne amaçla “milleti” silmek için sinsice planlar kuruyor tam anlamıyoruz ama birtakım sinsi planlar bozguna uğratılıyormuşçasına Temmuz ayında sezaryanla doğum yapmayı zorlaştıran yasa değişikliği hızla mecliste onaylandı.

Yeni yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, hemen her gün haberlerde sezaryenle doğum yapmanın ne menem bir şey olduğuna ilişkin korku hikayeleri okumaya başladık ve çok geçmeden sezaryen yerine normal doğum yapmakta ısrar eden hekim veya hastalar yüzünden anne ve bebek ölümleri haberleri de gelmeye başladı.

Örneğin yasa geçtikten bir kaç gün sonra 4 Temmuz’da Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne doğum yapmak üzere yatan Arife Kaplan, doktorların normal doğum yaptırmakta direterek karnına aşırı baskı yapmasına karşın doğum gerçekleşmeyince, saatler sonra sezaryene alındı ve bu gecikme bebeğin ölümüne sebep oldu.

12 Temmuz tarihinde gazetelere yansıyan bir habere göre, Giresun’da özel bir hastanede normal doğuma zorlanan Aynur Türk önce bebeğini, 3 gün sonra da hayatını kaybetti. Murat Türk, eşi Aynur Türk’ün sezaryen yerine normal doğuma yönlendirildiğini söyleyerek, hem bebeğin hem de annenin ölümleri icin yanlış müdahele uyguladıkları ve ihmalleri olduğu iddiasıyla Aynur Türk’le ilgilenen ebe, hemşire ve doktorlar için iki ölüm nedeniyle savcılığa suç duyurusunda bulundu ve maalesef buna benzer birçok ölüm haberi işittik.

Başbakan’ın konuşmalarını büyük bir dikkate izleyen bizler, acaba ‘bunlar kadın milletini dünya sahnesinden silmek için yapılmış sinsi bir plan’ mı diye de düşünmeden edemedik. Oysa biz ne kürtaj ne de sezaryenle doğum meraklısı idik. Kürtaj istemediğimiz bir gebeliği sonlandırmak için başvurduğumuz son çareydi. Sezaryense son yıllarda bütün özel hastanelerin kampanyalarını yaptığı, hekimlerin randevuyla doğuma girdiği bir doğum yöntemiydi. Ve o zaman da bizler, gazetelerde normal doğumun ne menem bir şey olduğunu okuyup korkutuluyorduk.

Meselenin aslını görmek için Başbakan’ın sinsi planlarının arka planına bakmak ve bu kanundan önce sağlık piyasasından hizmet almaya çalışan kadınların başına neler geldiğine bakmak gerekiyor.

Sezaryen furyası

İstatistikler gösteriyor ki, 1980’lerle birlikte bütün dünyada yükselen ulusal sezaryen ortalamaları 2000’li yıllarda tepe noktasına ulaştı. Amerika’nın ulusal sezaryen ortalaması 2007’de yüzde 31,8, Çin’de bu oran yüzde 46 civarındayken, Brezilya gibi ülkelerde bu oran yüzde 80’lere vardı. OECD verilerine göre, Türkiye’de sezaryen oranı 2006’da %29.7 iken 2009 yılında %42.7’ye yükselmiştir. Bu artışlar ne tesadüftür ki 80’ler gibi neoliberal politikalarla sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği, mahallelerde dahi özel hastanelerin türediği hastaların artık bir müşteri, hekimlerinse performans puanlarıyla ameliyattan ameliyata koşmaya başladığı yıllara denk geliyor.

Bugün bizzat Başbakan’ın lanetlediği sezaryen ameliyatının bu denli yaygınlaşmasının nedeni hastanelerin cerrahi bir prosedür olan ve bu yüzden pahalı ve kârlı olan sezaryenle doğuma özel hastaneleri devletin teşvik etmesi. Şimdi değişen ise, artık sezaryen maliyetini karşılamak istemeyen devletin bu operasyonlarla hayli palazlanan özel hastanelerden elini çekmek istemesi ve sigorta şirketlerinin para kaybediyor oluşu. Öte taraftan da sezaryen neticede bir cerrahi operasyon ve sezaryenle doğum yapan kadınların üç çocuktan sonra sağlığını riske atmamak için daha fazla çocuk sahibi olmayı tercih etmemesi gibi bir durum var. Bu da “üç çocuk-beş çocuk” telkinleriyle Başbakan’ın sinsi 2023 planlarını bozuyor olmalı…

Benim sağlığım, benim kararım!

Sorun hasta-hekim ilişkisini kapitalist kâr mantığı üzerinden tarif eden, hekimleri haksız yere hedef gösterirken, hamile kadınları sezeryen heveslisi eden mantığın kendisi.

Sorun, doğum sürecinde ikili testler, üçlü testler, ultrasonlar, yenilmesi, yenilmemesi gerekenler, hastalıkmış gibi gösterilen tüm genetik riskler ve doğum sürecinde normal olan tüm süreçlerin tıbbileştirilmesiyle (medikalizasyonu) adım başı yapılacak her bir tetkikten para kazanma hırsı.

Sorun, kadın bedenini 2023 türünden hedeflerle kuluçka makinesi gibi kurmaya çalışan mantığın kendisi.

Geride kalanlar ise, her bir operasyonla daha da sağlıksızlaşan kadınlar ve hırpalanan bedenleri…

Bu yüzden, sağlıkta özelleştirmelerin yürütücüsü AKP hükümetine karşı, hekim-hasta ortak kararı ile alınacak hiçbir tıbbi kararın yasalarla belirlenemeyeceğinin altını çiziyoruz. Daha fazla kadın ölmeden bu yasa değişikliğinin geri çekilmesi başlıca talebimizdir. Kürtaja ve üreme sağlığı hizmetlerine her kadın ücretsiz ulaşabilmelidir. Kadınların hayatlarını riske atacak tehlikelere zorlayan erkek egemen uygulamalara hayır!

* Bu yazıda, Tabipler Birliği Kadın Hekimler Komisyonu Çalışmalarından yararlanılmıştır.

Yorumlar kapalıdır.