Hrant Dink: Altı Yılın Ardından…

Hrant Dink: Altı Yılın Ardından…

Bilirsiniz, “Adalet mülkün temelidir.” derler, mahkeme salonlarında devletin atadığı hâkimlerin, savcıların arkasını kollayan mahkeme duvarında bu yazılıdır büyük harflerle. Herkes basitçe anlasın diye açıklayalım; adalet, devletin garantisidir.

Türkiye Devleti bir “hukuk devleti” olarak tanımlanır anayasada. Parlemento mensubu her görüşten politikacının da diline pelesenk olmuş bir tanımlamadır bu. Tüm resmi belgelerde, dosyalarda bir “hukuk devleti” olarak tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti’nde bu yazı yazılırken 15 yıldır süren davada 3 kere beraati istenen Pınar Selek hakkında, Mısır Çarşısı patlamasının faili olarak ağırlaştırılmış müebbet hapsine karar verildi. İşten atılan işçilerin haklarını, iş cinayetlerine kurban giden işçi ailelerinin haklarını, karakollarda kim vurduya giden göçmenlerin, cezaevlerinde işkenceyle öldürülen tutukluların haklarını koruyan 10 Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukattan 9’u tutuklandı. Bir şafak operasyonuyla, helikopterlerle, bürolarının kapıları kırılarak! Yenilemek gerek, burjuva demokrasisi tüm bileşenlerine açık bir oyun sahası olmamıştır hiçbir zaman, olamaz da. Zira belli bir politik görüşü hedef alan tüm kilit davalarda gizlilik kararı var. Buna 6 yıldır sonuç vermeyen, vermesini de beklemediğimiz, fakat bize her sene yeniden bazı politik tutumları ve süreçleri düşünmeye, rejimin doğasını yeniden hatırlamaya zorlayan bir dava da dâhil: Hrant Dink Davası.

Bu yıl 19 Ocak’ta, yine vurulduğu yer olan Agos Gazetesi’nin önünde toplanan kalabalığın temel talepleri “adaletin” artık tecelli etmesi, gerçek katillerin bulunması ve yargılanmasıydı. 6 yıldır medyaya, kurum kişi ve kuruluşlara ulaşan bilgilerin bize apaçık MİT’i, Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nü, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nü, İstanbul Valiliği’ni, Jandarma’yı işaret etmesine rağmen dava sürecinde tam bir sessizlik hâkim dersek yalan söylemiş oluruz.

Rejim ve onun garantörü AK Parti Hükümeti cinayetin sorumluları olarak hedef gösterilen makamlardaki görevlileri bir bir terfi ettirmiştir. Hrant Dink cinayetinin tetikçisi Ogün Samast ile birlikte hatıra fotoğrafı çektiren dönemin Güvenlik Şube Müdürü Yakup Kurtaran 2012’de Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na yükseltilmiştir. Yine dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek bizzat İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yaptığı atamayla Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanı olmuştur. Dink Cinayeti sırasında görev yapan ve sorumlular listesinde bulunan dönemin İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah Hrant Dink cinayeti üzerine, “Herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok. Zanlı, milliyetçi duygularla cinayeti işlemiş” açıklamasını yapmış ve 2009’da Osmaniye Valiliğine yükseltilmiştir. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler de bu satırların yazıldığı sırada Ak Parti’deki kabine değişikliği planı kapsamında yeni İçişleri Bakanı olmuştur.

Hrant Dink davası ışığında Adaletin neyi ve kimleri korumakla yükümlü olduğunu yukarıda kısaltılmış terfi listesinden anlayabiliriz. Balyoz ve Ergenekon davaları patlak verdiğinde, “bırakın yesinler birbirlerini” diyenlerden, “Bir Ermeni öldü diye ortalığı ayağa kaldırdılar, burada her gün şehitlerimiz ölüyor” diyenlerden, AK Parti hükümetini askeri vesayetin kolunu kanadını kırarak asker-polis rejiminin cezalandırıcısı olarak görenlerden farklı olarak dediğimiz bir şey var. 19 Ocak 2013’te yeniden yargıya, hükümete seslenen, bizim de içinde bulunduğumuz kalabalığın elindeki dövizlerde şöyle yazıyodu: “Geleneği Terket, Katilleri Teslim Et.” Tam da o geleneğin içinden doğan bir partiden, hele ki son seçimlerdeki başarılarından sonra aynı geleneğin bizzat yürütücüsü olan, muhafazakâr-milliyetçi uygulamaların başat aktörlerinden olan bir partiden bizim anladığımız anlamıyla demokrasi talep etmek safdillilik olur. Nefret Cinayetlerini “vatandaşların milli hassasiyetleri” olarak açıklayan, Newroz’un kutlanmasına dahi tahammülü olmayan, KCK operasyonlarıyla Kürt siyasilerinin büyük bir kısmını dolayısıyla hareketi de hapseden bir hükümetin elinden adalet ve demokrasi beklemek nafile, nedenleri yukarıdadır. Son olarak tekrar adalet ve mülk ikiliğine geri dönersek, şunu da eklemek gerekir: Rejimin, devletin, polisin, yargının ve bu rejimin bir parçası olan diğer tüm kurumların bir sınıfı vardır, bizim adaletimizin onların adaletine benzememesinin nedeni de budur. Adalet, yöneten sınıfın yegâne silahlarındandır. Ak Parti hükümeti bu silahı “yanlış ellerden” kurtarmak bir yana, şarjörünü daha da çok mermiyle yüklemiştir. Namlusunda hiç olmadığı kadar çok sendikal faaliyet yürütenlerin, onları devletin yargılarına karşı koruyanların, Samatya’da dövülerek öldürülen Ermenilerin, göçmenlerin ve daha nicelerinin olmasından mütevellit, temel vurgumuz “Hepimiz Hrant’ız”.

Yorumlar kapalıdır.