Baskı ve kıyım politikalarında uzmanlaşma dönemi: KESK operasyonları

AKP hükümetinin demokrasiden anladığı yalnızca kendi burjuva sınıf çıkarlarını korumak iken; “ileri” aşamada emek örgütlerine yönelttiği saldırıların da ardı arkası gelmiyor.

8 Mart ve KCK operasyonlarının ardından, bu kez de DHKP-C adı altında düzenlenen operasyon kapsamında, toplamda 149 KESK yönetici ve üyesi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan İstanbul’da 31, Bursa’da 12, Ankara’da 9, Adana’da 2, Malatya’da 6 ve İzmir’de 2 olmak üzere toplam 62 kişi tutuklandı.

19 Şubat’ta gerçekleştirilen bu operasyon, insanlık dışı bir tavırla sürdürülmüştür. Bir KESK üyesi, kemoterapiye girdiği sırada kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmış, İstanbul’da gözaltına alınan evli çiftin 3 aylık bebeği bile nezarete konulmuştur. Yine, eşi de aynı operasyonda gözaltına alınan bir üye, kızını imza karşılığında kardeşine teslim etmediği takdirde Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kızını teslim alacağı belirtilerek tehdit edilmiştir.

KESK’e yöneltilen operasyonların tarihlerine baktığımızda ise, hükümetin hiçbir tesadüfe yer bırakmadığı görülüyor. “Terörle mücadele” kapsamına giren tüm bu operasyonlar, 21 Aralık 2011’de kamu emekçileri grevi, 8 Mart eylem programının açıklanması, 4+4+4’e karşı eylemler ve son olarak da fazla mesai ücretlerinin, yol ücretlerinin, ek ödemelerin kaldırılmasına, Kamu Personel Yasasıyla iş güvencesinin ortadan kalkacak olmasına ve performans uygulamasına karşı 27 Şubat BES grevi hazırlıkları sürecine “denk gelmiştir”.

Yaklaşık 1 yıl önce tüm dünyada “terörist” olmakla suçlanan kişi sayısı 35.117 iken, dünya nüfusunun yüzde 1,1’ine denk düşen Türkiye tüm bu sayının 12.897’ine, yani yüzde 37’sine tek başına sahipti. Bu sayının gün geçtikçe arttığını hatırlatmak da acı verici.

Yeni anayasa sürecinde, AKP hükümeti “demokrasiyi” bir yandan güvencesizlik ve sömürü ile pekiştirirken öbür yandan tüm emek güçlerini ve muhalifleri terörist ilan ederek susturmakta tereddüt etmiyor.

Yorumlar kapalıdır.