Taksim: Bu işte bir iş (mi) var?

Havasından mı, suyundan mı, bilmiyorum? Türkiye’de yaşayan herkeste sürekli bir kıllanma hali var. Güzel olan hiçbir şeyin aslında o kadar da güzel olamayacağına dair işkillenme hallerinden bahsediyorum. Seyredeniniz çoktur, İşler Güçler dizisinde “Tüüürkiye Güzeli!” ile sevgili olan Sadi bir türlü yaşadıklarına inanamaz. Çünkü Sadi’ye göre gerçek olamayacak kadar güzeldir yaşadıkları! Bu yüzden ancak bir rüya olabilir! Ya da bu işte bir iş vardır!

Bu o kadar yaygın bir ruh hali ki asla o anı yaşamayı beceremiyoruz. Kendimize güzellikleri o kadar layık görmüyoruz ki bir güzellikle karşılaştığımızda altında mutlaka bir bit yeniği arıyoruz. Kendimizi o kadar pasif kabul ediyoruz ki işin içinde daima bir başka parmak arıyoruz.

Uzağa gitmeye gerek yok. İstanbul küçüldü, Taksim Gezi Parkı’nın içine sığdı. Türkiye’nin nabzı Gezi’de atmaya başladı. Muazzam bir güzellik bu! Lakin gelin görün ki en yakınlarımdan başlayarak, “yok abi, bu işte bir iş var” muhabbeti dönmeye başladı. Yahu düne kadar bu ülkenin akciğerlerinin özgürlük oksijenine ihtiyacı olduğunu söylemiyor muyduk, hep birlikte? Bak hükümet dahi, evet biraz ayarı kaçırdık, diyor. Hoş, varsayalım ki “parmak” var. O vakit yapmamız gereken o parmağın sahibi eli öpmek değil midir? Ki gerek yok, o kendi elimiz!

Pekiyi, derdimiz ne o zaman?

Derdimiz güzellikleri hep uzaktan sevmek, seyretmek. Derdimiz elimizdeki güzellikleri mundar etmek. Derdimiz başkalarına methiye, kendimize sövgüyü meslek edinmek. Derdimiz hep eziklenmek. Derdimiz kendimize hep figüran rolünü layık görmek.

Hala geç değil. Kalk gel Gezi’ye! Ama öyle çarşı-pazar gezer gibi değil. Gerçekten gel, yolcusu değil, hancısı ol! Bir günlüğüne dahi olsa!

İhtiyacımız biraz empati, biraz sempati, az buçuk iyi niyet…

Bak, İstanbul küçüldü Gezi Parkı’na sığdı. Ama sensiz eksiğiz. Yeni bir Türkiye kurulurken gel sen de yerini al!

Yorumlar kapalıdır.