Tarihte bu ay | 31 Mayıs Gezi Ayaklanması, Türkiye Devrimi’nin üzerindeki kabuğu çatlattı

31 Mayıs 2013’te kitleler Gezi Parkı’nın talan edilmemesi için seferber olduklarında, bu mütevazı talep bir gecede Türkiye’nin geleceğinin nasıl inşa edilmesi gerektiğine dair emekçilerin ve ezilenlerin perspektifinden üretilmiş olan birtakım başka talepler ile birleşti. Hükümetin istifa etmesi, biber gazının kullanımının yasaklanması, polisin yetkilerinin sınırlandırılması, polis şiddetinden sorumlu yetkililerin yargılanması ve rantiye odaklı bir birikim modeliyle yeşil alanları yağmalamak isteyen sermayenin İstanbul’un betonlaştırılması üzerinden elde etmeye yeltendiği ayrıcalıklarının engellenmesi gerektiği, bu halk seferberliğinin taleplerinden yalnızca birkaçıydı.

Birçok insan Gezi Ayaklanması’nın kazanımının ne olduğunu soruyor ve bunun bir cevabı olmadığını söylüyor. Doğru değil. Gezi’nin çok önemli üç kazanım oldu: 1) Seferberliğin çıkış talebi olan Gezi Parkı’nın park olarak kalması başarıldı; 2) Ayaklanma, milyonlarca insanın mücadele içinde politize olmasını, mücadeleden öğrenmesini sağladı, böylece onları sonraki isyanlara hazırladı; Türk kapitalist sınıflarının korkulu rüyası olan Taksim-Lice hattı, başlıca emekçi semtlerindeki ve sanayi havzalarındaki slogan ve politik mücadele çizgisi oldu; 3) Ve belki de en önemlisi, 2012-2013 boyunca başkanlık rejiminin artık bir zorunluluk haline gelmiş olduğunu birçok defa ilan eden Erdoğan’ın başkanlık rejimini ilan etmesini 16 Nisan 2017’ye kadar, dört sene boyunca geciktirdi.

Dolayısıyla Gezi Ayaklanması, Türkiye işçileri ile emekçilerine, başkanlık rejiminin inşasının durdurulması için dört sene kazandırdı. Gezi’nin kazandırdığı bu dört seneyi, stratejik önemine uygun olarak değerlendiremeyen ise Türk ve Kürt emekçileri değil, sol oldu. Türk ve Kürt emekçileri Gezi’de başardıklarını yapmayı sürdürerek Metal Fırtına’da, Kobane Serhildanı’nda ve 7 Haziran 2015’te yine öncülüğü üstlenip yolu açtılar ve başkanlık rejiminin müstakbel siyasal kadrolarını birçok kereler köşeye sıkıştırdılar.

Ancak sol, bütün bu büyük mücadelelerde sahada zaten kurulmuş olan mücadeleci işçi-emekçi ittifakını kendi içinde inşa edebilme kapasitesi gösteremediği ve “tatava yapma, bas geç” perspektifiyle ezilenlere bir alternatif oluşturamadığı için, işçileri ve emekçileri Saray rejiminin inşasını engelleyebilecek şekilde siyasal ve programatik olarak silahlandıramadı.

Buna rağmen rejim, Gezi’den intikam almayı sürdürdü. Osman Kavala’ya verilen müebbet ve Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Yiğit Ali Ekmekçi’ye verilen 18’er yıllık hapis cezaları, Saray rejiminin, ekonomik kriz koşulları altında işçi sınıfına ve Kürt halkına Gezi Ayaklanması’nın cezalandırılması üzerinden gösterdiği bir sopadır.

İkinci bir Gezi Ayaklanması bir daha yaşanmayacak çünkü işçi sınıfı ile Kürt halkı, bu ayaklanmadan gerekli dersleri çıkararak, zaaflarını ve eksikliklerini çoktan öğrendi bile. İkinci Gezi, 31 Mayıs Ayaklanması’nın politik olarak birkaç kat ilerisinde olacak. Ancak bunun yolunun açılması için, ilk olarak 31 Mayıs’ın onurlu ve meşru seferberliğini rejimin intikamcı saldırılarına karşı savunmak gerekiyor. Bu nedenle bugün Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Yiğit Ali Ekmekçi’ye özgürlük talep etmeden, Gezi’yi anmak mümkün olamayacaktır.

Yorumlar kapalıdır.