Mısır devrimi kışla ile cami arasına sıkışmış durumda

Mısır halkının 30 Haziran’da doruğuna ulaşan müthiş devrimci atılımı ordunun gerçekleştirdiği Bonapartist darbeyle durdurulmak isteniyor. Şu anda dünya kamuoyu “demokratik seçimler” aracılığıyla işbaşına gelmiş Müslüman Kardeşler iktidarının bir askeri askeri darbeyle yıkılmasının, darbe ne denli geniş halk kitlelerini ardına almış gibi görünüyor olsa da, “meşru” olup olmadığını tartışıyor. Şu soru soruluyor: Mübarek’i işbaşından uzaklaştıran Şubat 2011 devrimine asıl ihanet eden kim? Uyguladığı neoliberal politikalarla Mısır’ı emperyalizme ve IMF’ye mahkum ederek halkı yosulluğa sürükleyen, ayrıca İslami normlardan yararlanarak insanların demokratik özgürlüklerini kısıtlayan, her gün biraz daha otoriterleşen Mursi ve Müslüman Kardeşler mi? Yoksa, toplum üzerindeki ayrıcalıklarını yitirmemek için genel oyla seçilmiş bir devlet başkanını, hükümeti ve parlamentoyu ilga edebilen bir silahlı kuvvetler ve onun komutanları mı?

Gereçekte bir “ihanetten” çok, İslamcı neoliberal burjuvazi ile ayrıcalıklı askeri bürokrasi arasında Mısır devrimine karşı gerçekleştirilmiş zımni bir işbirliğinden söz etmek gerekiyor. Aralarındaki “ideolojik” çekişme ne denli keskin gözükse de, her iki bloğun hedefi de, ülkedeki emperyalizme bağımlı kapitalist rejimi ayakta tutmaya yönelik. Müslüman Kardeşler Şubat 2011 devriminin önderlik boşluğundan yararlanıp iktidar olmayı başarmıştı. Şimdi ise ordu, gene kitlelerin ayaklanmasından yararlanarak bu kez kendi adına devrimci süreci denetimi altına almaya yöneliyor. Aslında her iki kesim, Mursi’nin başkanlığı altında ve yarı Bonapartist bir rejim çerçevesinde belirli bir uzlaşmaya varmış görünüyorlardı. “Yeni anayasa, İslamcı neoliberal burjuvazinin eski rejimin temel organı olan orduyla yaptığı bir ‘barış anlaşması’ niteliği taşıyor. Metinde çok kısmi bazı değişikliklerin dışında, ordunun sahip olduğu özel statü aynen korunmakta. Silahlı Kuvvetlerin bütçesi (yaklaşık 5 milyar dolar) ve ekonomik faaliyetleri (ulusal gelirin yaklaşık dörtte biri) parlamentonun herhangi bir denetimine tabi değil. Devlet başkanının başkanlığında kurulan Ulusal Savunma Konseyi, bazı önemli bakanların yanı sıra istihbarat servisi başkanı, genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarından oluşuyor; Konsey’in görevi ‘ülkenin güvenliğini ve silahlı kuvvetlerin bütçesini’ korumak olarak tarif ediliyor. Parlamento denetiminde olmayan Konsey, silahlı kuvvetlerle ilgili tüm önemli kararları vermeye yetkili. Anayasaya göre, genel kurmay başkanı aynı zamanda savunma bakanı.” (Yusuf Barman, Mesafe, Şubat 2012).

İşte bu işbirliğini bozan Mısırlı emekçi kitlelerin yeni devrimci atılımı oldu. Kitleler belki de insanlık tarihinin gördüğü en büyük seferberliği gerçekleştirerek Mursi ve Müslüman Kardeşler iktidarını temellerinden sarstılar. Mursi iktidarı, Mısır burjuvazisi ve egemen ordu bloğunun devrim karşısında kapitalist rejimi koruyabilmek için başvurdukları demokratik gericilik (burjuva yasallık) politikasının bir ürünüydü. Ama burjuva yasallığın sokakların devrimci meşruiyeti altında parçalanmaya başlaması, aynı zamanda bütün bir rejimin çöküşünün işaretçisiydi. Dolayısıyla egemenler için kitleler karşısında tek bir alternatif kalıyordu: Bonapartist bir darbe. Bu darbenin gerçekleştirilebilmesinde elbette devrim kampının da büyük sorumluluğu bulunuyor. Devrimci akımların zayıflığı ve geçen yılki başkanlık seçimlerinde sol Nasırcı Hamdin Sabbahi çevresinde birleşip yüzde 21’e yakın oy toplayan sol kanadın yeni devrimci dalga içinde sağlam bir önderlik geliştirememesi karşısında, Ulusal Selamet Cephesi’nde toplanmış olan burjuva liberal önderlik devrimi silahlı kuvvetlere teslim edebilmenin olanağına kavuşmuş oldu. Böylece darbe görünürde Müslüman Kardeşler’e karşı yapılmış olsa da, esas olarak devrime karşı gerçekleştirilmiştir.

O halde darbe karşısında Mursi’yi mi desteklememiz gerekiyor? Hayır, devrimci Marksistler asla bir burjuva iktidarı desteklemezler, sadece sınıf mücadelesinin koşullarına uygun biçimde gericilik girişimlerine karşı demokratik mevzileri savunurlar. Eğer Mısır parlamentosu gerici politikalarıyla emekçi yığınları sefalete sürüklememiş ve onları otoriter bir rejimin dar hücresinde hapsetmeye yönelmemiş olsaydı, elbette burjuva demokratik bir mevzi olarak darbe girişimine karşı savunulmak durumunda olurdu. Oysa bugün Mısır’da kitlelerin devrimci ayaklanmasının meşruiyeti Mısır devlet başkanının ve hükümetinin yasallığını aşmış, onların meşruiyetini yok etmiştir. Şimdi devrim kendisini Mısır ordusunun elinden kurtarma göreviyle karşı karşıyadır.

Bu elbette zor bir görev. Altmış yıldır iktidar olmaya çalışan ve bunu en sonunda gerçekleştirdikten sonra kısacık bir yıl içinde kitleler karşısında meşruiyetlerini yitren Müslüman Kardeşler, mutlaka çeşitli direnme yolları arayacaklardır. Emperyalizm her iki tarafa da “itidal” tavsiye edip belirli bir süre sonunda seçimlerin düzenlenmesini isteyecek ve belki de (eğer ülke bir iç savaşa sürüklenmezse) tekrar aynı oyun, demokratik gericilik politikası sahneye konulacaktır. Oysa devrimin ileri atılımları bu tip “yasallık” arayışları altında mümkün değildir. Burjuva yasalcılığı devrimin ilk dalgasının üzerine İslamcı burjuvazinin konmasını olanaklı kılmıştı; “Mısırlı devrimciler… -daha Müslüman Kardeşler derin uykudayken- öncülük ettikleri yüz binlerce işçi, emekçi ve yoksulla Tahrir Meydanı’nı işgal ettiklerinde, neredeyse tüm ülkeyi ellerine geçirmiş durumdaydılar. Ama bu başarılarını ‘yasallaştırmak’ adına son noktanın konulmasını genel ve tek oylu seçimlere devrettiklerinde, istemeden de olsa teslim bayrağını çekmiş oluyorlardı.” (Muhittin Karkın, Demokrasi “bir kişi bir oy” mu?) Aynı hatanın ikinci kez tekrarlanması, Mısır’daki emekçi-halk devriminin çok daha büyük bir yara almasına neden olabilir.

Kitlelerin devrimci mücadelelerinin kaderi asla burjuva seçim mekanizmalarına veya askeri darbelere bağlanmamalıdır. Esas olan, mücadele ve seferberlik halindeki emekçi sınıf güçlerinin işçi demokrasisi temelindeki iradesinin toplumun egemen örgütlenmesine dönüştürebilmektir. “Bir kişi, bir oy” ya da kurtarıcı askeri cuntalar değil, proletaryanın öncülüğündeki emekçi yığınların örgütlü iradesi ve oyu: grevlerden devrimlere kadar uzanan tüm mücadelelerin başarı şansı burada yatıyor. Mısır emekçi halkının ve onların muhteşem devrimci atılımlarının, bu temelde inşa edilecek bir önderliğe ihtiyacı var. Bu ihtiyacın karşılanmasında, uluslararası devrimci harekete de büyük gïorevler düşüyor.

Yorumlar kapalıdır.