“Şaka yapıyorsun herhalde. Böyle bir şey arkadaşlar söz konusu değil. Bizim gündemimizde böyle bir şey asla söz konusu değil. Böyle bir şeyin olabilmesi için çok ciddi bir defa olumlu istikamette adımların atılabilmesi lazım.” Mart, 2015
“Gönlümüz ister ki Mısır ile olan bu süreci çok daha güçlü bir şekilde devam ettirelim.” Mart, 2021
Şahsım İktidarı
Başlarken belirtelim, Tek Adam’ın Mısır ile ilişkiler bağlamında yukarıda alıntıladığımız, arasında altı yıl bulunan iki yaklaşımı süresince “çok ciddi olumlu istikamette adımlar” atılmadı. Aksine, mevzu bahis Türkiye olduğunda, bu sürece daha ziyade Tek Adam rejiminin dış politika alanında tam anlamıyla istediğini elde edemediği, olumsuz sonuçlanan girişimleri damgasını vurdu. Bugün dış politikada, Mısır ve başka örnekler üzerinden de gündeme gelen/gelmesi muhtemel 180 derecelik dönüşlerin temel nedenini de bu sıkışmışlıkta aramak gerekiyor.
Rabiadan maceraya
Erdoğan iktidarının dışarıdaki yayılmacı emellerinde iştahını kabartan, 2010 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da başlayan devrimci süreç olmuştu. Bu periyoda, bölgede Müslüman Kardeşler’in desteklenmesi üzerinden kendi politik, ekonomik etki alanını genişletme arzusuyla müdahil olan Türkiye, nedenleri çok daha detaylı bir yazının konusu olsa da, bunda başarısız olmuştu. Doğal sonuç ise, Mısır dahil olmak üzere Sünni kuşaktaki neredeyse tüm ülkelerle (Katar hariç) diplomatik ve ticari alanda gerilimlerin artması, “komşularla sıfır sorun” politikasından “değerli yalnızlığa” geçiş olmuştu.
Yalnızlaştıkça daha saldırgan bir çizgi benimseme gayreti güden hükümet; ABD, AB, Rusya ve diğer bölge ülkeleri arasındaki çatlaklara da oynayarak, içeride kurduğu “beka söylemi” üzerinden, oligarşik kesimlerin pazar arayışlarına cevap üretebilmek için dışarıda da maceracı bir politika izlemeye soyundu. Libya, Doğu Akdeniz, S-400 girişimleri de bu temele oturdu.
İzlenen bu saldırgan hattın Tek Adam rejimi için temel kazanımı bölge siyasetinde “sözüne kulak kabartılması” olurken bedeli çok daha ağır oldu. Maceracı politikanın faturası dışa bağımlı ekonominin bağımlılığını artırdı. Ekonomik alanda en temel ortaklar AB ve ABD ile ilişkilerin gerilmesini doğurdu. Kırılgan ekonomisine soluk aldıran, Körfez ülkelerinden sıcak para girişini engelledi.
Ricat zamanı
Son dönemde dış politikadaki 180 derecelik dönüşlerle gündeme gelen ricat meselesinin oturduğu iki düzlem bulunmakta. İlki, bir önceki yazımızda da belirttiğimiz üzere, ABD’de Biden’ın iktidara gelişi ve emperyalizmin politikasındaki taktiksel dönüşüm ihtimaline adapte olma çabası. Emperyalizm müzakerelere öncelik tanıyan “havuç-sopa” politikasına geçişte, bölgedeki ortaklarından – Türkiye dahil – daha az saldırganlık, daha fazla diplomasi beklentisi içerisinde.
Bununla bağlantılı ikinci etmen ise, Saray rejiminin dış politikadaki sıkışmışlığına ekonomik daralmasının da eklemlenmesiyle yeni bir manevra arayışı içerisine girmiş oluşu.
Düşman diktatör Sisi ile Tek Adam Erdoğan arasında son bir aydır açıktan cereyan eden yumuşama girişimlerinin nedeni de bu. Libya ve Doğu Akdeniz üzerinden karşılıklı verilen tavizlerle başlayan sürecin nasıl ilerleyeceği izlenmeye muhtaç. Mısır, özellikle Libya üzerinden etki alanını elinde tutmayı amaçlarken, Saray rejimi Mısır üzerinden Körfez ülkeleri ile de kurabileceği “diplomasi” üzerinden ekonomide ve dış politikada kendisine alan açma niyetinde.
Ancak, akılda tutmak gereken temel mesele, her 180 derecelik dönüşün yeni bir maliyetinin oluşu ve her maliyetin Türkiye gibi dışa bağımlı bir ülkeyi ekonomik ve politik anlamda daha da bağımlı hale getirdiği.
Yorumlar kapalıdır.