Ergenekon davası ve ordunun yeni rolü üzerine

Ergenekon davası sonuçlandı. Yaklaşık 5 yıl süren davadan çok sayıda müebbet ve uzun hapis cezaları çıktı. Müebbet alan sanıklardan birinin “sözde ve özde vatandaş” kavramının mucidi eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ olması kuşkusuz davanın en önemli siyasi sonuçlarından biriydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu temel unsurlarından biri sayılan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin en tepesindeki komutanın terör örgütü yöneticisi suçlamasıyla müebbet hapse mahkûm edilmesi rejim içi güç dengelerinin tamamen değiştiğinin [ve değişmeye devam edeceğinin] en güçlü ve somut ifadelerinden biri olarak görülmeli.

Bu sonuç Cumhuriyet tarihinin tamamı üzerinde egemen olan TSK’nin yeni dönemde eski güç ve konumunda olamayacağı anlamına gelmekte. Bununla birlikte üç askeri darbeye imza atmış, sayısız muhtıra ve bildiriyle Türkiye rejimine ve hükümetlerine ayar vermiş ve devletin kırmızı çizgilerini oluşturmuş dünyanın en büyük ordularından biri olan NATO üyesi TSK’nin tamamen etkisiz bir role itileceğini düşünmek de yanlış olur. Neden böyle olduğunun Kürt sorunu dışında güncel iki açıklaması daha var:

1) Gezi isyanı: Gezi isyanı sınırlı sermaye birikimine sahip yarı sömürge bir ülkede egemen burjuvazinin toplumsal hareketleri sistem içinde tutabilmek için gerekli demokrasi finansmanına yanaşmadığını göstermekte. Kürtlerle barıştan ve daha demokratik özgürlükçü yeni bir anayasanın hazırlanmasından bahsedilmekte ama bununla birlikte burjuva demokrasisinin düzeyiyle haklar ve özgürlükler dâhil iktidarın dolayısıyla zenginliğin toplumsal paylaşımı arasında doğrusal bir ilişki olduğu göz ardı edilmekte. Diğer bir ifadeyle iktidarı ve zenginliği elinde tutanlar politik güç ve ekonomik zenginliğin toplumsallaştığı oranda demokratik ve özgür bir toplumdan bahsedilebileceği gerçeğini umursamamakta. Dolayısıyla rejimin ordu ve polis gibi baskı aygıtları [Ergenekon davasında bu iki kurumdan çok sayıda kişi mahkûm edilmiş olsa da] hem politik hem de ideolojik açıdan baş tacı edilmeye ve Gezi örneğinde olduğu gibi [çok açık öldürme ve ağır yaralama vakalarına rağmen] “destan” yazmakla kutsanmaya devam edilebilmekte. Roboski katliamının ısrarla üstünün örtülmesi ve Lice örneği gibi vakaların da her şeye rağmen yaşanmaya devam etmesi ordu ve polisin işlevinin değil rejim içi rol ve konumlarının değiştiğinin birer kanıtı sayılmalı.

2) Suriye politikası: Türkiye’nin jeostratejik ve jeopolitik konumundan kaynaklanan ve emperyalizm tarafından da desteklenen durumu, NATO üyesi bir ülke olması hasebiyle de ordusunu en önemli kurum haline getirmekte. Dolayısıyla TSK sadece bir iç kurum olmanın ötesinde işleve sahip. Geçmiş üç askeri darbenin emperyalizm ve egemen burjuvazi tarafından desteklenmesi gerçeği de bunu göstermekte. Bu nedenle Ergenekon davasında hükümete karşı darbe girişimine soyunmakla itham olunup mahkûm edilen eski Genel Kurmay Başkanı ve bir dizi kuvvet komutanına bakarak rejim içinde ordunun tamamen etkisiz eleman haline getirilmek istendiğini düşünmek yanlış olur. Türkiye gibi ülkelerde ordunun askeri işlevinin ötesinde aynı zamanda devasa bir ideolojik aygıt olduğu da unutulmamalı. AKP’nin yaptığı TSK’yi egemen burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda rejimin neoliberal yeniden yapılandırılmasıyla uyumlu hale getirmekten ibaret. Bu projeye direnen, uyum sağlayamayan ya da “çizgiyi” aştığı düşünülenler ise Ergenekon davası örneğinde görüldüğü üzere çeşitli biçimlerde tasfiye edilmekte. Tasfiye edilenlerin bir kısmının rejimin baskı ve şiddetinin birebir uygulayıcısı olduğu doğru ama tasfiye edilme nedenleri çoğunlukla bu suçları işlemiş olmalarından kaynaklanmıyor. Bu suçları işlemiş daha fazlasının dışarıda hatta görev başında olması ve daha da ötesi Roboski gibi katliamların gerçekleşebiliyor ve hesap sorulmuyor olması da bu gerçeği gösteriyor.

Yorumlar kapalıdır.