Soma tanıklıkları

Soma’da madende patlama olduktan sonra, hemen her gün, sabah erkenden başlayan salalar, akşama kadar durmadan devam ediyor. Kınık’ta, Soma’da ve civar köylerinde bir yakınını kaybetmemiş ev yok gibi.

Köylere girdiğinizde bir mahalleye giriyorsunuz, her evin bahçesinden ağıtlar yükseliyor, hemen her evde sadece çekirdek ailenin dinlediği. Sadece uzak akrabalarını kaybeden insanlar bir evden diğerine ihtiyaçları halletmek için, başsağlığı dilemek için girebiliyorlar. Bu aileler, kuşakları etkileyecek ve her şeyin başka türlü olacağı bir hayata başlıyorlar. Çocuklar, eşler, anneler, babalar, kardeşler her biri ayrı ayrı ketum bir halle acısını usul usul anlatıyor; “Ocağa geçen ay başladı, askerden bir ay önce geldi, önümüzdeki ay askere gidecekti, yeni çocuğu oldu, çocuğu olacaktı, sabah çıkarken içimde bir kötü his var dediydi…” Bir insandan ötekine geçerken artık ne söyleyebileceğinizi düşünemiyorsunuz bile, tıpkı soğuk depoda yan yana yerlere serilmiş onlarca işçi cenazelerine bakarken delirmeye bir adım mesafede kalmanız gibi.

Maden, iş sağlığı, taşeron sistemi…

Cenazesi olan kimse, hiç kimse, bu bir doğal felakettir demiyor, onu söylemekle başlayalım. Kimse demiyor. Herkes bu kazanın bile bile nasıl gerçekleştiğini, adım adım, başka başka birbirini tamamlayan örneklerle anlatıyor. Bütün bu anlatılanlardan iki temel başlık herkesin dilinde; birincisi; sürekli üretim baskısı, diğeri de bu kazanın belirtilerinin daha önce ufak ufak defalarca belirtilmesi/söylenmesi.

Madende çalışanlar daha önce güvenlik konusunda defalarca övülen bu maden hakkında, Bakan’a katılmıyorlar. Hemen her 6 ayda bir madene gelen Taner Yıldız adlı bakana koşullardan hafif yollu, o da işte iftar sofrasının samimiyetine inanarak bahseden işçilere Bakan, “Bundan daha iyi maden bulamazsınız, susun çalışın.” demeyi ihmal etmemiş. O zaman işçiler söylediklerine göre “dişlerini sıkıp oturmuşlar”.

İş sağlığı uzmanları, iş sağlığı mühendisleri çoğunlukla deneyimsiz, birkaç aylık kursla aldıkları sertifika ile İSG uzmanı lisansı alan ve en önemlisi, bizzat işveren tarafından işe alınan, maaşları ödenen genç ve deneyimsiz insanlardan oluşuyormuş. Ocakta çoğu gündüz vardiyasında çalışan bu uzman mühendis-işçiler de yaşamlarını kaybetmişler. Basına yansıyor, gittikçe de daha fazla yansıyacaktır, bu mühendislerin bile zaman zaman uyarıları, “Şu anda bütçe yok, üretimi durduramayız” gibi nedenlerle geri çevrilmiş.

Daha birkaç ay önce ufak bir göçük yaşanmış bu madende. Şu anda bu olay nedeniyle madende çalışmayan bir işçi göçükten arkadaşını çıkarmış ve yaralı haliyle üretim bandını durdurup, işçiyi onun üzerine yukarı çıkması için koymuş. “Vardiya amirleri işletme müdüründen, ‘siz üretimi durdurmak için nereden izin aldınız’ diye fırça yedi, onlar da bize bağırınca kavga ettim, işten istifa ettim, o günden bu yana da işsizdim” diyor. Ve doğru tahmin ettiniz, vardiya amirleri de bu patlamada ölmüş.

Madende taşeron yoktur diyen de, 16 yaşında çalışan yoktur ama 18 yaşında çalışan vardır diyerek sevinen de en ufak tabiri ile ahlaksızdır. En ufak bir görüşmede her damarın ayrı bir ekip şefi-taşeron tarafından işletildiğini, bunlara da ton başına bedel verildiği anlatılıyor. Ton başına bedelle daha fazla üretim, ne pahasına olursa olsun devam ediyor.

Çift vardiya mı?

İşçiler diyelim, 08:00-16:00 vardiyasına gitmek için servislerle evlerinden 06:00’da alınıyor, şehir merkezine 20 km uzaklıkta olan madende 07:00’de oluyorlar, madene saat 07:15’te girmeye başlıyorlar, en geç 07:30’da yerlerinde oluyorlar. Elden ele devredilen kazmalarla “iş devam ediyor, üretim aksamıyor”.

Aynı şekilde kazmasını bırakan işçinin yer üstüne çıkması 16:30-17:00’yi buluyor. Bu süre ne mesaiden sayılıyor, ne de ekstra bir ücrete konu oluyor. Yerin 2 km. altında el değiştiren kazmanın sesi durmuyor.

Patlamanın olduğu saat olan 15:10’da da işte bir sonraki vardiya olan 16:00-24:00 işçilerinin madene yavaş yavaş inmeye başladığı ifade ediliyor.

Bu gündüz vardiyaları en kalabalık vardiyalar oluyor. Gece vardiyalarında çalışmayan ya da sayısı az tutulan onlarca işçi bu vardiyalarda madene iniyor.

Maden şirketinin, patlama sonrasında bir türlü söyleyemediği madende o gün çalışan işçi sayısı gibi sınıfta kalmadığı alanlar da var elbette. Yapılan her hatada işçi maaşlarından bir veya birkaç yevmiyenin kesilmesi vaka-i adiyeden imiş madende; “maskeni açtın” para cezası, “madene geç girdin” cezası, vs..

Hemen yanda hâlâ devlet işletmesi olan bir ocak var. İşçiler Soma madenlerinde çalışan işçilerin 1,5-2 katına yakın maaş alıyorlar, 3 ayda bir ikramiyeleri var, madenden çıkış-giriş saatleri mesaiye sayılıyor. Üstelik çok uzun zamandır ölümlü kaza olmamış.

Patron tarafından atanan sendika, yönetim kurulu yine işveren tarafından atanan üyelerden oluşuyor. Her işçi, sendika da bunların adamıydı, diyor.

Denetim, ancak haberli yapılıyor, ondan da 5 yıldır madende çalışan ve farklı vardiyada olduğu için kazadan kurtulan işçinin beyanına göre bir kere bile madene indikleri görülmemiş.

Madenin özelleştirme hikâyesinden, madenin CEO’su Ramazan Doğru’nun eşinin konumuna kadar, AKP’nin bu madenle organik bağının olduğu gerçeği dile getiriliyor.

Sanayi üretimi düşünce…

Yine bir işçinin söylediğine göre açıklanan “sanayi üretim oranı” düşünce, madende sürekli devam eden üretim basıncı daha da artarmış, tahammül edilemez hale gelirmiş. “Bu maaşa kimse çalışmazdı ama yapacağımız hiçbir şey yoktu”, diyor. Bu bölgede madende çalışmanın dışında yapılabilecek bir iş yok çünkü.

Zonguldak’tan bu bölgeye yoğun bir göç olmuş, 90’lı yıllarda. Özellikle Zonguldak havzasındaki kamu madenlerinin kapatılmasının ardından. Yine de giderek düşen bedeller, iş güvencesizliği ve sendika denetimi gibi alanların özel şirketler elinde parçalanması işgücü kalitesinin de zamanla düşmesine neden olmuş. Kamu madenlerinde işyerinin denetlenmesi için de devreye girebilen sendika, bu özel madenlerde işçilerin bordrosundan düzenli kesinti yapmaları dışında ortada görünmemiş.

Giderek düşen işçi ücretleri, budanan sosyal haklar, işsizlik tehdidi maden işçisinin yoğun olarak yoksul köylüler arasından seçilmesine, bunların ne sendikanın ne de şirketin doğru düzgün bir eğitimden geçmemelerine ve dolayısıyla ciddi iş kazalarının sayısının da artmasına neden olmuş. Her şey üretimin durmaması için. Nitekim, çıkan her kömüre hükümetin alım garantisi vermesi söz konusu.

Şimdi bütün sorumlular bir yandan çıkıp neden olduğunu bir türlü anlayamadıkları, kazadan bahsediyorlar. Oysa işçiler, bu kazanın da olacağını neredeyse haftalar önceden biliyorlar.

Kaç kişi?

Zaman geçtikçe ortaya çıkacaktır, hangi vardiyada kaç kişinin öldüğü. Ancak bildiğimiz bir şey var; o da madenin ağzında arama kurtarma yapan işçilerin de saymayı bildikleridir.

Ve iki rakam birbirini tutmamaktadır.

Ne Soma halkı buna inanmakta, ne de işçiler. Bu durum ilk günden bu yana işçilerin kafasında yer etmiştir.

Tıpkı sınıf düşmanını, kendi cenazesine sahip çıkmaya çalışırken polisi, jandarması ile saldırıya maruz kaldığında, ya da akıl almaz beceriksizliklerle arama kurtarmayı tam bir felaket sürecine dönüştüren iktidarın 2023 vizyonunun ne olduğunu da anladığı gibi.

Bu maden derhal işçi denetiminde, tazminatsız kamulaştırılmalıdır.

İşçilerin katili firma sahipleri yargılanmalıdır. Bütün servetlerine işçi ailelerine ödenecek tazminat için el konulmalıdır.

Soruşturma sendikalardan ve mühendis odalarından oluşan bir heyet tarafından yapılmalıdır.

Hiçbir işe yaramayan iş sağlığı mevzuatı yeniden düzenlenmelidir. İşyerlerinde iş sağlığı uzmanları devlet güvencesi ile çalıştırılmalıdır.

Taşeron ve güvencesiz çalışma düzeni ortadan kaldırılmalı, tüm çalışanlara iş güvencesi sağlanmalıdır.

Sendikalaşmanın önündeki bütün engeller kaldırılmalı, sendikalarda işçi demokrasisi tesis edilmelidir.

Özelleştirilmiş her kurum, bağımsız komisyonlar tarafından denetlenerek, yeniden tazminatsız olarak kamulaştırılmalıdır.

Yorumlar kapalıdır.