Kobane’ye silah yardımı

Kobane’ye ABD’nin askeri yardımda (silah, mühimmat ve sağlık malzemesi) bulunması Türkiye ve dünya solunda derhal çeşitli biçimlerde yorumların yapılmasına yol açtı.

Bir kesim bu yardımın İslamcı faşist çetelerin canice kuşatması altında olan kentin ve insanlarının katliamdan kurtarılması yolunda olumlu bir adım olduğunu söylüyor ve bunu “Kürt diplomasisinin başarışına” başarışına bağlıyor. Bir başka kesim de yardımın Kürt hareketinin (esas olarak da YPG’nin) ABD emperyalizmiyle olan bağlarının bir kanıtı olduğuna işaret ederek Kürt ulusal hareketinin bu yardım nedeniyle en azından bir “diyet” ödemek zorunda kalacağını ileri sürüyor. Bu arada Türkiye hükümetinin ABD’nin baskısıyla Kobane politikasında bir “U dönüşü” gerçekleştirdiğini iddia edenler olduğu kadar, hükümetin Irak Kürdistanı’ndan Kobane’ye silah ve asker geçişine izin vermesinin Türkiye-ABD-Kuzey Irak Kürt yönetimi ittifakının Rojava’daki devrimi denetim altına almak için düzenledikleri bir manevra olduğunu iddia edenler de var.

Bütün bu yorumlarda ve spekülasyonlarda kulağa doğru gelen iddialar olduğu kadar, belki arzu edilmediği ya da inanılmadığı için saçma görünen varsayımlar da bulunuyor. Bizler hükümetlerin, genel kurmayların ve istihbarat teşkilatlarının kapalı kapılarının ardında hangi planların yapıldığını bilemiyoruz, zira burjuva politikasında şeffaflığın en az, yalan ve aldatmacanın en bol bulunduğu yerlerdir oraları. Buna karşılık devrimci proletarya soruna bölge emekçi yığınlarının çıkarları açışından yaklaşmak durumundadır. Bu da ona bir yandan Esad diktatörlüğüne, öbür yandan İslami faşist çetelere karşı savaşmak durumunda olan Suriyeli Arap, Kürt ve diğer tüm emekçi yığınlara silah ve mühimmat yardımlarının gerçekleşmesi için seferber olmak görevini yükler.

Biz bu görevi, daha Suriye devrimci sürecinin Esad’ın katillerince katledilmek istendiği dönemden itibaren üstlenmeye çalıştık. Devrimci ayaklanma önce diktatörlük rejimine karşı kitle gösterileri ve örgütlenmeleriyle başlamış, altı ay kadar sonra Esad ve katilleri iç savaş stratejisiyle kitle kıyımları başlatmışlardı. O andan itibaren de kitle seferberliklerinin korunmasına yönelik silahlanma zorunluluğu doğmuştu. O dönemde uluslararası devrimci Marksistler olarak bizler dünya işçi ve emekçi örgütlerini Suriye devrimini desteklemeye ve ayaklanan kitlelere silah yardımı yapılması için kendi hükümetleri üzerinde baskı kurmaya çağırmıştık. Ama dünya solunun büyük bölümü (Chavezciler, Kastrocular, Putinciler, vs), bu arada Türkiye’deki sol örgütlerin çoğunluğu Suriyeli kitlelerin isyanını ABD’nin bir manipülasyonu diye yorumlayarak gelişmekte olan demokratik devrimin karşısında tutum almış ve Esad’ın diktatörlüğünü desteklemeyi yeğlemişti. Sonuçta Suriye diktatörlüğü 200 binden çok insanı katletmeyi başarmış, bu arada emperyalizm başta olmak üzere bölgedeki gerici rejimler İslamcı güçleri silahlandırarak devrimi kendi denetimleri almaya yönelmişlerdi. Bunda bir ölçüde başarılı da oldular, ama belli ki şimdi dizginler onların elinden kaçmış durumda ve yeni stratejiler geliştirmeye çalışıyorlar.

Bugün Suriye devrimci solunun zayıflığından, devrimin İslamcı çetelerce yolundan saptırılmasından ve Kobane’nin katliamla karşı karşıya kalmış olmasından sadece emperyalizm ve bölge gerici rejimleri değil, karşıdevrimci tutumlarından ötürü dünya ve Türkiye solunun ulusalcı, Stalinist ve reformist kesimleri de sorumludur. Şimdi bu kesimler, Kobane’ye ABD’nin askeri malzeme göndermesi karşısında, önceki politikalarını hiç gözden geçirme gereksinimi duymadan yeni ve kendileriyle çelişen tutumlar alabiliyorlar. Örneğin, Esad rejimini destekleyen ve Kürt ulusunun ayrılma dahil kendi kaderini tayin hakkına sırtını dönmüş olan ulusalcı solcular (KP’ler, vb.) şimdi Kobane’ye yardım konusunda ön sıralarda yer almaya çalışıyorlar. Bu sadece Kürt mücadelesinin değil, ama aynı zamanda Suriye’deki demokratik devrimci sürecin bu kesimler üzerindeki basıncının bir sonucudur; ve unutmayalım, bunlar fırsat bulduklarında tekrar eski konumlarına dönecekler, YPG’yi ve Suriyeli devrimci mücadelecileri ABD’nin ajanı ilan edeceklerdir. Bu iki yüzlü tutumun politikadaki adı oportünizmdir.

ABD yardımının Rojava devriminin teslim olmasına yorumlayanlar ise bir gerçeği unutuyorlar: Herhangi bir demokratik ve/veya devrimci ayaklanma karşısında emperyalizm ve bölgedeki baskıcı rejimler elbette boş durmayacak, seferberlik halindeki kitleleri, onların önderlikleri, ya da kuracakları yeni önderlikler aracılığıyla denetimleri altına almaya çalışacaklardır. Tıpkı Suriye’de yaptıkları gibi. Bunu Rojava’da da uygulamak istiyorlar, bu çok açık. Biz enternasyonalist devrimcilere düşen görev ise, oralarda kitlelere devrimci çıkış yolları sunabilecek sosyalist önderliklerin güçlenmesine yardımcı olmak ve bu arada gerekirse direniş halindeki kitlelere gereksinim duydukları askeri yardımın kendilerine ulaşabilmesi için tüm işçi ve emekçi örgütlerini seferber etmektir. Eğer bugün ABD ve Kuzey Irak Kürt yönetimi Kobane’ye yardım etme kararı almışsa ve Türkiye peşmergenin geçişine izin vermek zorunda kalmışsa, bu basitçe onların karş devrimci planlarının bir ürünü değil, yardım konusunda dünya ölçeğinde seferber olmuş Kürt kitlelerinin ve enternasyonalist devrimcilerin yarattığı uluslararası basıncın bir sonucudur. Emperyalizm ve gerici rejimler bu basınç karşısında yeni planlar geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bir bütün olarak Suriye devrimine politik ve askeri yardım konusunda enternasyonalist seferberlik güçlendiği oranda emperyalizmin ve bölgedeki karşıdevrimci rejimlerin planları de geçersizleşecektir.

Yorumlar kapalıdır.