Metal direnişinin kestiği kördüğüm
Yirmi yılı aşkın bir süreden beri Türkiye’deki sınıf mücadelesi üç ideolojik-politik çemberin içine sıkıştırılmış durumdaydı: İslamcılık, Türk ulusalcılığı ve Kürt ulusal hareketi. Bugün 25-35 yaş aralığındaki aktif işçilerin büyük çoğunluğu bu çemberlerin içine alınmış, politikaya ilişkin görüşleri ve deneyimleri büyük ölçüde bu ideolojiler ve akımlar tarafından belirlenmişti. 1989 Bahar eylemleri, 1990 Zonguldak maden işçileri mücadelesi, 1990-95 yıllarının güçlü ve yaygın grevleri gibi bakanların, hatta hükümetlerin düşmesine yol açmış olan mücadeleler yeni kuşak işçilerin pratik politik deneyim bagajında yer almıyordu. Burjuvazi o dönemin mücadelelerinin izini, genç işçileri ve emekçileri İslamcılık-ulusalcılık zinciriyle bağlayarak silmeye yönelmişti.
Burjuvazi bu çabasında bir ölçüde başarılı da oldu, zira “yeni dönem” sol akımın ideologları arasında kendine önemli destekçiler buldu. Bu yeni sol önce neoliberalllerin “tarihin sona erdiği” ve proletaryanın bir sınıf olarak yok olduğu yolundaki iddilarından etkilendi; ardından sınıf mücadelesi analizini terk edip “yurttaş bireylerden” oluşan topluluklar kavramını esas almaya başladı; nihayet bu sistematiğin ürünü olarak işçileri sınıf olmaktan çıkarıp bireye indirgedi, onları toplumun diğer kesimleri gibi sıradan bir toplumsal grup olarak yorumlamaya başladı. Böylece işçi sınıfının tarihsel öncülük rolü inkar edilmiş oldu, işçi ve emekçi yığınların mücadele deneyimleri ve bu mücadeleler sonucunda elde ettiği kazanımlar önemsizleştirildi. Haliyle, günümüzün proleter kuşağına deneyimlerin ve kazanımların aktarılabileceği kayışlar kopmuş oldu. Sınıf kimliğinden soyundurulan işçiler İslamcı-ulusalcı kimliklerin etki alanına itildiler.
Metal sektöründe Bursa’da başlayıp, Ankara, Eskişehir, İzmir’deki bazı diğer önemli işyerlerine sıçrayan direnişler ve eylemler, proletaryanın içine sürüklendiği bu kısır döngüyü kırmaya yönelik ilk atılımları oluşturuyor. Herşeyden önce işçiler mücadeleye kendiliklerinden atılarak bir sınıf olarak var olduklarını nesnel olarak göstermiş oldular. Direnişleri sırasında ileri sürdükleri talepler, aralarında kurdukları dayanışma ve özelllikle de başvurdukları geleneksel sınıf mücadelesi yöntemleri (grev, işgal, komiteler, vb.) onların bir “yurttaşlar topluluğu”ndan ziyade sınıf kimliğiyle hareket eden toplumsal bir kesim oluşturduklarını kanıtladı. Bu kimliğin nesnel bir olgu olmaktan çıkıp sınıf bilinci halinde billurlaşması ise elbette süreklilik gerektiren ve öncü işçilerin ve devrimci Marksizmin omuzlarına binen bir görev.
Direnişlerin ikinci önemli özelliği, işçilerin yalnızca patrona değil, ama aynı zamanda sendika bürokrasisine karşı mücadele etmeleri oldu. Emperyalist çağda sendikaların devletle bütünleşme eğiliminde olduğu bilinen bir gerçek. Bu eğilim Türkiye’de rejimin yarı Bonapartist karakteri nedeniyle, sendikaların o rejimin birer kurumu haline dönüşmeleri biçiminde işliyor. Genel olarak Türk-İş ve özel olarak da Türk Metal bu eğilimin belirgin ifadeleri. Direnişçi işçiler bu gerçeği de sınıfsal içgüdüleriyle yakaladılar. Onlar için sorun Türk Metal’deki birkaç gerici, karşıdevrimci bürokratın ihanetinin ötesinde, sendikanın bir kurum olarak devlet ve rejimle olan iç içeliğiydi. Bu nedenle de toplu istifalara yöneldiler. Onların bu adımı ülkedeki sendikal mücadelede yeni bir dönem başlatmaya gebedir.
Sendikaları devletle bütünleşmeye doğru iten basınç kuşkusuz kendini “ilerici”, “devrimci” olarak tanımlayan sendikalar üzerinde de işliyor. Bu kaymanın ilk işareti ise, programının tüm ilerici yanlarına rağmen, sendika önderliğinin bürokratlaşmaya başlaması oluyor. Yöneticiler, tabandaki işçinin haklı talepleri ve bu talepler uğruna mücadelenin gerektirdiği özveriler ve tehlikeler ile “sendikanın bekası ve büyütülmesi” kaygısının oluşturduğu ikilem arasına sıkışıyorlar ve ikinci tercihe doğru itiliyorlar. Bu da tabii yönetimin taban basıncını giderebilmek ya da azaltabilmek için bürokratik yöntemlere başvurmasına, sendika içi demokrasiyi ilga etmesine ve devrimci önderlik görevinden çok patron ile işçi arasında “arabulucu” rolü üstlenmesine zemin hazırlıyor. Metal işkolundaki sözleşmeler ve direnişler döneminde Birleşik Metal-İş’in gösterdiği atıl ve ürkek tutum onun tehlikeli bir bürokratikleşme sürecinde olduğuna işaret ediyor. Direnişçi metal işçilerinin bu sendika hakkında gene sınıf içgüdüleriyle duydukları kuşkular da büyük ölçüde sendikanın bu durumundan kaynaklanıyor.
Metal direnişi henüz beklenen sonuçlarına ulaşmış değil. Bu sadece taleplerinin gerçekleşip gerçekleşmemesi açısından değil, zira bugünkü ilk dalga kısmi zaferlerle ve bir dizi zorluk ve karşı saldırılarla birlikte bir anlamda dinecek. Daha önemli olan, bu mücadelenin politik ve sendikal düzlemlerde yeni ileri olasılıklar yaratıp yaratamayacağı. Bu yazı yayımlandığında 7 Haziran seçimleri tamamlanmış olacak. Her seçim, sınıf mücadelesinin çarpıtılmış bir yansımasını sunduğundan, direniş bölgelerindeki sonuçların ayrıntılı bir biçimde incelenmesi, mücadelelerin politik düzlemdeki yansımasının ilk işaretlerini verecek. Ama bu elbette sadece ilk belirtilerin görülmesine yardımcı olacaktır, zira metal direnişinin politik ileriliğini billurlaştıracak olan devrimci öncünün politik faaliyeti ve parti inşası çabaları olacaktır.
Metal direnişinin beklenen bir diğer sonucu da, sendikal mücadelenin hangi biçim altında sürdürüleceği olacak. Başından beri söylediğimiz gibi, işçilerin mücadele sırasında geliştirdikleri işçi demokrasisi yöntemleri son derece ileri adımlar ve sınıf adına yeni kazanımlardır. Bu yöntemlerin sendikal örgütlenme halinde yapısallaşması, ülkedeki sendikal mücadeleye önemli ve tarihsel bir katkı sağlayacaktır. Bu katkının, sınıfın sendikal düzeydeki bölünmüşlüğünün aşılmasına da yardımcı olması gerekiyor. Bu anlamda bizim önerimiz, Birleşik Metal-İş’in derhal bir olağanüstü kongre toplayarak, direnişin öncüsünü, mücadele yöntemlerini ve işçi demokrasisi uygulamalarını kendi içine çekecek biçimde direnişçi işçilerle birleşmeye yönelmesidir. Bundan doğacak olan ise yepyeni, dinamik ve işçi sınıfının geleneksel yöntemlerini işlerliğe koyan bir sendika olacaktır.
Şimdi devrimci Marksistler olarak görevimiz, metal direnişinin deneyimlerini yaygınlaştırmak ve bunları devrimci partimizin inşasında harekete geçirmektir.
Yorumlar kapalıdır.