Mülteciler ve devrimciler

2015 yılının en önemli politik olaylarının başında şüphesiz mülteci akını geldi. Bu olay İkinci Dünya Savaşı sonrasının en büyük göç dalgasını yaşayan Avrupa’nın hem Suriye politikasını hem de Rusya ve Türkiye ile olan ilişkilerini etkileyecek ve değiştirecek güce sahip. Bu göç dalgası öylesine büyüktü ki, her daim var olan mülteci sorunu bir anda gündeme oturdu.Sorunun büyüklüğüyle ilgili istatistikler

Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Mülteci Derneği’nin verdiği verilere göre:

2014 yılında 220 bin mültecinin geldiği Avrupa kıtası, 2015 yılında bir milyon mülteciyle yüzleşmek zorunda kaldı. Bir senelik artış: %400. Bu bir milyon mültecinin yarısı Suriye’den, 200 bin’i Afganistan’dan, 70 bin’i Irak’tan Avrupa’ya gitti. Suriye’yi işin içine katmasak bile geriye 500 bin insan kalıyor. Dünya mültecilerini oluşturan ülkelerin başında Filistin, Suriye, Afganistan, Somali, Irak ve Sudan geliyor.

1992 yılından bu yana ilk kez 2015’te dünya mülteci nüfusu 20 milyonu aştı (4 milyondan fazlası sadece Suriye’den). Ülke içinde yerinden edilen kişiler mülteci olarak sayılmadığı için gerçek tablo daha da korkunç. 2005 yılında 37,5 milyon kişi yerinden edilmişken bu rakam günümüzde 60 milyon. Bu sayıya her gün 4 bin 500’den fazla kişi ekleniyor. Yani 2015’in dünyasında her gün 5 bin’e yakın insan, yerini ya da yurdunu terk etmek zorunda kaldı. En vahimi ise, dünyadaki mültecilerin yarısından fazlasını çocukların oluşturuyor olması. Mülteci sorununa dünyadaki diğer insanlardan daha fazla kafa yorması gereken ise belki de bizleriz. Çünkü Türkiye, bir buçuk yıl içinde dünyada en fazla mülteci barındıran ülke konumuna geldi.

Mültecilerin sınıfsal konumu ve politik önemi

Öncelikle mültecilik ve göçmenlik statülerini kafamızda netleştirmemiz gerekiyor.

BM tanımına göre mülteci: Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişidir.

Göçmen ise mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir. Yani ikisi arasındaki en temel fark, gönüllülük ilkesi.

1951 yılında imzalanan ve mültecilerin hukuki statüsünü tanımlayan Cenevre sözleşmesinin coğrafi sınırlama ilkesini benimseyen Türkiye, Avrupa dışından gelen hiçbir mülteciyi, mülteci olarak kabul etmiyor. Türkiye’de bulunan Suriyelilerin hukuki statüsü geçici koruma düzeyinde ve bu kişiler 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre mülteci başvurusunda bulunamıyorlar. Elbette biz Türkiye’de bulunan tüm Suriyelilerin hukuk uyarınca mülteci korumasına hakları olduğu görüşündeyiz. En temel taleplerimizden biri bu kişilerin mülteci statüsüne alınmaları olmalı.

Mültecilik toplumsal bir sınıf olmasa da, mültecilerin çoğunluğunun gittikleri ülkelerde yaşamak için emek gücünü satmak zorunda kalmaları ve toplumun en ezilen kesimlerinden birini oluşturmaları, onlara yapısal olarak proleter bir kimlik kazandırmaktadır.

Türkiye, Ürdün ve Pakistan gibi dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkelerinde, ülkelerini terk etmek zorunda kalanların ortalama günde 3 dolardan az kazandıkları, özellikle kadınların ve çocukların ucuz işgücü ordusu oluşturdukları bilinen bir gerçek. Son olarak, Avrupa’ya geçmek isteyen mülteci kadınların geçiş karşılığı olarak tecavüze uğradıkları gelen haberler arasında.

Ortaya koyduğumuz bu tablo sorunun, devrimciler açısında politik bir program çerçevesinde tahlil edilmesini ve soruna çözüm getirilmesini zorunlu kılıyor.

1. Kapitalizm, mülteci sorununu çözecek yeteneğe ve kararlılığa sahip değildir.

Mülteci sorununun temeli olan ulus devletler ve savaşlar kapitalizmin değişmez olgularıdır. Bu olguların yarattığı hiçbir toplumsal sorun kapitalizm eliyle çözülemez. Bizzat sorunun kendisi kapitalizmin varlığından kaynaklanmaktadır.

2. Mültecilerin sınıfsal ve enternasyonal bir programa ihtiyaçları var.

Sorun tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Önümüzdeki yıllarda savaş ortamı dışında küresel doğa tahribatının yarattığı sorunlar (kuraklık, sel, susuzluk) yüzünden ülkelerini terk edecek milyonlarca insanı düşündüğümüzde sorunun çok daha büyüyeceği ortada. Kurtuluş, Almanya ve Kanada gibi ülkelere giderek gerçekleşmeyecek. Bu toplumsal sorunun bir sınıf sorunu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek, mültecileri sınıf mücadelesi içine çekmek ve onların kendi devrimci partimizin inşasında önemli bir yer tutmaları gerektiğinin bilincinde olmamız gerekir.

3. Mülteciliğe “insani yardım” çerçevesinde değil politik bir sorun olarak bakmak gerekir.

Devrimcilerin mülteciler ile olan dayanışmasının çerçevesi onlara yapılacak maddi yardım ile sınırlı olamaz. Onların mücadelesini sınıf talepleriyle birleştirebilmemiz ve onları bu yolda örgütleyebilmemiz gerekir. Bunu yaparken uluslararası devrimci mülteci ağları kurarak koordinasyonun enternasyonal çizgide sürekli sağlanması gerekmektedir.

Mültecilerin yarını, yarının mültecileri

Mevcut dünya durumuna ve dünya ölçeğindeki sınıf mücadelesine baktığımızda sorunun azalması söz konusu değil. Daha da artacağı kesin. Suriye’de ve Filistin’de savaşlar bitse bile bu sorun artacak. Bugüne kadar mülteciler ile yaşamaya alışmamış Türkiye gibi ülkelerde artık devrimcilerin sorunu görmezden gelmeleri düşünülemez. Hatta şöyle denilebilir: Siz mülteciler ile ilgilenmeseniz bile mülteciler sizinle “ilgilenecektir”.

Mültecilerin yaratacağı ülke içindeki muhalefete devrimci bir kimlik kazandırılamadığı takdirde, onları IŞİD ve türevleri gibi radikal dinci ve faşist gruplara itme tehlikesi ortaya çıkacaktır. IŞİD’in bugün Türkiye’de örgütlenmek için (kaybedecek hiçbir şeyi olmayan) Suriyelileri kullanmaya çalıştığı biliniyor. Aynı tehlike bir başka biçimde Avrupa’da da söz konusu: aşırı sağın güçlenmesi. Sağın meşruiyetini sağlamak için mültecileri kullandığı bir gerçek. Bu sahte politika teşhir edilmeli. Ayrıca onları yalnız bırakmak, Avrupa devrimcileri için korkunç bir hata olur. Dediğimiz gibi bu bir sınıf mücadelesi; Avrupa’da sağ güçleniyorsa bunun sebebi mülteciler değil, mevcut yapının toplumsal hiçbir soruna çözüm bulamamasından ve devrimci solun bir alternatif üretememesindendir. Mültecilerin mücadelesini sınıfsal bir mücadele olarak görmeyip onlara salt insani yardım muamelesi yapmak sağın elini güçlendirecektir.

2016 yılı mülteci sorununun daha fazla göz önünde olacağı bir yıl olacak. Mültecilerin yarınını mülteciler ve işçilerle birlikte çözecek devrimci partilerin inşasının ve yarının mültecilerini belirleyecek sınıf mücadelesinin süreceği bir yıl…

Yorumlar kapalıdır.