Akademisyenler susturulursa, hepimizi susturacaklar…

Barış İçin Akademisyenler girişiminin 1128 akademisyenin imzasıyla yayımladığı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin ardından başlayan cadı avı genişleyerek devam ediyor. Son olarak Muzaffer Kaya, Esra Mungan ve Kıvanç Ersoy tutuklandı. Bunun yanı sıra gözaltına alınan Bilgi Üniversitesi’nden Chris Stephenson da, sınır dışı edilme ihtimaline karşın Türkiye’den ayrıldı.

İsmi geçen akademisyenler haklarında yakalama kararı olmasına rağmen, kendi iradeleriyle emniyete gidip ifade verdiler. Ardından emniyette gözaltına alınıp, kasıtlı olarak bir gece orada bekletildiler. Yakalama kararı için 10 Mart tarihli basın toplantısı gerekçe gösterildi ancak savcılık ifadesinde söz konusu basın toplantısına dair tek bir soru dahi sorulmadı. Akademisyenlerin aynı zamanda gözaltı, savcılık, savcılık tarafından mahkemeye sevk aşamalarında avukatlarıyla görüşmesi de engellendi. Sadece savaşı değil barışı savunduklarını söyledikleri için tutuklanan akademisyenler, neden Erdoğan tarafından hedef tahtasına konuyor? Rejimin hiçbir muhalif sese tahammülünün olmaması niye?

Erdoğan yakın zamanda bir açıklamada bulundu. “Ben düşersem, devlet yıkılır” dedi. Ergenekon’dan MHP’ye, Perinçek’ten TSK’ya sermayenin bütün politik ve askeri dalları ile bir rezonansa girmek için uğraş veren Erdoğan, kendi cephesinde ortaya çıkabilecek olası “çatlakları” bugünden engellemeye çalışıyor. Can Dündar ve Erdem Gül hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar, Boydak’a yapılan operasyonun ardından Abdullah Gül’ün yaptığı açıklama ve benzerleri, rejim içi güçler arasındaki gerilimin tırmandığının göstergeleri. Erdoğan bu sebeple “eski Türkiye” adını verdiği kişi ve kurumlarla işbirliğine gidiyor, uzlaşmalar arıyor ve Ankara’daki bombalı saldırıları bir manivela alanı olarak kullanıyor.

Erdoğan akademisyenler hakkında “ya bizim yanımızda yer alacaklar, ya teröristlerin yanında” dedi. Bu ültimatom, sadece AKP’nin politikalarından rahatsızlık hisseden geniş kitlelere dönük değil, aynı zamanda devletin içerisinde, rejimin kalbinde yer alan önemli kadrolara da dönük. 13 yıllık AKP iktidarı Türkiye kapitalizminin mevzilerini derinleştirdi. Bugün ise Türk ve Kürt işçiler, neoliberal politikalardan ve kirli savaştan hiç olmadıkları kadar mağdurlar. Erdoğan’ın başkanlık rejimini tesis edebilmesi için bu mevzileri korumaya ihtiyacı varken, bu mevzilere muhalefet eden bütün odakları kapsamlı bir şekilde sindirmeyi hedefliyor.

Siyasal iktidarın istikbali ciddi bir tehlike içerisinde. Kürt illerinde sürdürülen kirli savaş, kiralık işçi uygulamasının yaygınlaşması, yaklaşan ekonomik kriz, yönetememe hâli ve rejimin içine düştüğü kriz Türkiye’nin patlamalı süreçlere gebe olduğunun göstergeleri. Saray rejimi bu süreç yaklaşırken barış isteyen akademisyenler de dahil, iktidarın çıkarlarıyla çatışan bütün kesimlerle bir savaşa girmeye hazır. Bugün akademisyenleri savunmak, işte bu sebeple, kendi geleceklerimizi ve hayatlarımızı savunmak anlamına geliyor.

Yorumlar kapalıdır.