2017’nin bilançosu: Hesabı kim ödeyecek?

Sosyalizmi bu nedenle de bekliyorum. Çünkü ruhumuzda hiçbir karşılığı olmayan tüm bu yıldönümlerini çöpe atacak, başkalarını uyduracaksa da hiç değilse ahmak atalarımızdan kayıtsız şartsız aldığımız günlerin aksine bize ait günler olacak.

Antonio Gramsci, “Yılbaşından nefret ediyorum”, 1 Ocak 1916

Hatırlanacak olursa Türkiye, 1 Ocak 2017’yi girmiş olduğu yeni yılın heyecanıyla değil, IŞİD adına Abdulkadir Masharipov’un yılbaşı gecesi gerçekleştirmiş olduğu katliamın tedirginliğiyle karşılamıştı. Ankara’nın benimsemiş olduğu dış politika programının doğrudan bir sonucu olan bu canilik, birçok insana geride bırakmayı dilediği 2016 senesini anımsatmıştı. Ne var ki yeni yılın ilk ayının tanıklık ettiği olaylar zinciri sadece bu saldırıyla sınırlı kalmadı. 3 Ocak’ta OHAL uzatıldı. 5 Ocak’ta İzmir’de bombalı bir saldırı düzenlendi. 6 Ocak’ta KHK ile birlikte 649 akademisyenin işine son verildi. 10 Ocak’ta dolar ile avronun TL karşısında tarihteki en yüksek seviyeleri görüldü. 14 Ocak’ta evrim teorisinin müfredattan çıkarılmasına karar verildi. 20 Ocak günü Bakanlar Kurulu metal işçilerinin grevini yasakladı. Aynı gün Donald Trump, resmen ABD’nin yeni başkanı olarak Beyaz Saray’daki koltuğuna oturdu. Bu sırada ise bütün bir Ocak ayı boyunca 161 işçi, iş cinayetlerinde hayatlarını kaybetmişti bile.

Her ne kadar birtakım bunalımlarla başlamış da olsa, 2017 senesi, birçoğumuzun sandığının aksine yalnızca Saray’ın siyasal hücumlarının yaşanmış olduğu, tek yönlü bir zaman dilimi değildi. Açıkçası kıyasıya verilmiş mücadeleler ile dolu olan bir yılı arkamızda bırakıyoruz. Bu bağlamda 2017 birçok yönüyle karmaşık bir seneydi. İşçiler bir yandan grevlerini iptal etmekte olan OHAL’in uzatılmasıyla, iş haklarını gasp eden KHK’ların çıkarılmasıyla ve zayıf bir diktatörlüğü ayakları üzerine dikmeye çabalayan 16 Nisan referandumuyla karşı karşıya kaldılar, bir yandan da birçok fabrikada (Tekno Maccaferri, Aroma, Kod-A, HT Solar) grevleri, direnişleri sürdürürlerken, Ankara’dan başlatılan “Adalet” seferberliğine de dahil oldular. Politik düzlemde diktatoryal önlemlerin alınıyor olması geniş kesimlerde hoşnutsuzluk belirtileriyle karşılanırken, ekonomik koşulların Saray’ın çıkarları uyarınca giderek kötüleşiyor olması, geçim şartlarını savunmaya niyetli kitlelerin kış uykusuna yatmaya razı gelmeyeceklerini gösteriyor.

Saray rejiminin inşası 2017’de nasıl bir çizgi izledi ve tamamlanabildi mi? Bizce bu sorunun cevabı olumsuz. Erdoğan elbette 16 Nisan aracılığıyla önemli bir hukuki statünün yolunu döşemiş oldu. Ancak Tek Adam Rejimi’nin siyasal ve ekonomik dayanaklarının üst üste konması noktasında da birçok kereler ortaya enkaz çıktı. Artık iyice su götürmez bir gerçeklik halini almış olan; Saray’ın, ülkeyi olağan araçlarla yönetme yetisini kaybetmiş olmasıdır. Zira ne yeni KHK’larla MİT’i ve Savunma Sanayi’nin çeşitli kollarını kendine bağlamadan, ne de artık bir örgüt enflasyonu yaratmaya başlamış olan paramiliter grupları (SADAT, Osmanlı Ocakları, HÖH) sözde hukuksal güvencenin sınırları içerisine çekemeden kontrolü elinde tutabiliyor. Halbuki söz konusu olan devletiyle, polisiye aygıtlarıyla, borsasıyla ve patronlarıyla bir burjuva iktidar olduğu zaman, tercih edilen sopayı kullanmadan, yalnızca onu göstererek tahakkümü sürdürebilmektir. Erdoğan’ın önderliğindeki yeni Bonapartist rejim bu hayati siyasal manevra yetisini yitirmiştir. Onun sopayı göstermesi yeterli olmamaktır. Ve hepimizin tahmin edebileceği üzere sopayı kullanmak, tarihsel bir zayıflık belirtisidir.

Türkiye’nin 2017’sini bu çerçeve içerisinde değerlendirdiğimizde görüyoruz ki, yaşanmakta olan Saray rejiminin ve onun çevresinde kümelenmiş bulunan neoliberal oligarşinin karşıdevrim çabalarıyla sınırlı değil. Türkiye toplumu; kendisini soluklaştıran ve hakiki profilinin ortaya çıkmasına olanak vermeyen perdesini henüz yırtıp atamamış olsa da bir devrim ve karşıdevrim çatışmasının içerisinden geçiyor. Bu ilişki bugün için hafif ve yavaş tempoda ilerlediğinden dolayı birçoklarımıza anlamsız gelebilir. Ancak hayatlarımıza bir köşesinden dokunan siyasal gündemin ateşinin sürekli olarak harlanıyor olmasının kaynağı burada yatmaktadır. Bunun yanı sıra 2018, şimdilik silik olduğunu söylemiş olduğumuz bu devrim ve karşıdevrim çatışmasının üzerindeki makyajı akıtabilecek olan olaylara gebelik edebilecek bir sene olma özelliği taşıyor. Zira Saray sömürünün öznesi olma özelliğini daha da ifşa ettikçe, işçilerin grevleri de artan oranlarda politize olmayı sürdürüyor.

Bütün bu karşıdevrimci ve devrimci dinamikleri damıttığımızda, işçilerin cephesinin Türkiye’ye ne önermekte olduğu veya ne önermesi gerektiği özel bir önem taşıyor. Bu sebeple Kurucu Meclis talebi artık bir propagandif slogan olmanın ötesine geçmiştir. Kurucu Meclis talebi siyasal demokrasinin ve ekonomik geçimin de yeniden inşa olunması istemleriyle iç içe geçmektedir. Bu sebeple işsizliğin bitirilmesi, güvenceli-kadrolu çalışma, sendikal hakların tesisi benzeri sosyal talepleri gerçekleştirmeyi bir program olarak benimseyen ve barajsız seçimlerle bütün toplumsal kesimlere açık olan bir Kurucu Meclis talebi, Saray’ın barbar ajandasına karşı işçileri ve emekçi halkı seferber edebilecek önemli bir politik talep niteliği taşımaktadır.

Saray rejimi, bir yalan diktatörlüğü olmasının verdiği refleksle, yeni yılı da yeni yalanlarla karşılamayı planlıyor. Bunlardan ilki taşerona KHK aracılığıyla verildiği iddia edilen kadro hakkı. Diğeri de asgari ücrete gerçekleştirilmiş bulunulan sözde zam. Ancak hem yeni KHK ile taşeronun içeriğine değil, sadece ismine müdahale ediliyor, hem de asgari ücret sefalet standartlarının altında olmayı sürdürüyor. Ancak 2017’nin bu karmaşık karakterinin bir devamı olarak, bir yandan TİS sürecinden geçmekte olan metal işçilerinin ön mücadele süreçleri de devam ediyor. Bununla beraber yeni seneye doğuda İran devriminin ilk kıvılcımları ile batıda Yunan işçi sınıfının grevleri eşliğinde girdiğimizi de unutmamakta fayda var. Eğer 2019’a girerken, arkada bırakmış olacağımız 2018’in bilançosunun 2017’ninkinden daha ileri olmasını diliyorsak, karşımızda duran ilk görev metal işçileri başta olmak üzere bütün bir Türkiye işçi sınıfının bağımsız siyasal örgütlenmelerini yaratıp, onları ileriye taşıyabilmektir. Zira 100 sene önce Osmanlı basınında bu ay yayınlanmış olan haberler ile yazıların içeriğine şöyle bir göz gezdirdiğimizde, işçilerin ve kadınların özgür dünyasının yaratılmasının imkânsızı istemenin tam tersi olduğunu; yani mümkün olan biricik çıkış yolunu talep etmek olduğunu daha iyi anlıyoruz.

***

100 sene önce Osmanlı basınında bu ay

Rusya’da Zadegânlığın Lağvı

Sabah – 1 Aralık 1917

Cenevre 30 Teşrinisani – Petersburg’dan Ajans Havas’a iş’ar olunuyor: Rusya hükümeti neşrettiği bir emirnamede Rusya’da her türlü rütbe, unvan gibi sınıf-ı ahali arasında fark gösteren şeylerin lağvedildiğini ilan eylemiştir. Zadegâna ait servetler Zemtsov idarelerine ve erbab-ı servete ait emlak ve emval belediye idarelerine teslim edilecektir. Neşrolunan diğer bir emirnamede ihtilalci komitelerine bilcümle erbab-ı ihtikârın tevkif edilmesi için talimat verilmiştir.

Rusya’nın Politikası ve Müttefikleri

İkdam – 1 Aralık 1917

Stockholm 28 – Rus Amele ve Asker Komitesi’nin içtima-ı ahirinde Hariciye Nazırı Troçki yeni Rus Hükümeti’nin takip edeceği program hakkında irad eylediği şayan-ı dikkat nutukta demiştir ki: Avrupa’daki amele sınıfları Bolşeviklerin sulh beyannamesini bidayette bir fırka teşebbüsü gibi telakki eylemişler. Müttefikler bize karşı hasmane bir tavır ittihaz eylediler.

Hariciye Nazırımızın Beyanatı

Sabah – 4 Aralık 1917

Hariciye Nazırı Ahmed Nesimi Beyefendi, Rusya’nın sulh teklifi hakkında Meclis-i Mebusan’da mufassal beyanatta bulundu: ‘Efendiler, hükümetin siyaset-i hariciyesinde takip eylediği hatt-ı hareketi biraz izah ettikten sonra Rusya’da hâdis olan vakayie geliyorum. Bu memlekette zuhur eden inkilabın yeni ve pek mühim bir safhasına şahit oluyoruz; Lenin ve Troçki imzalarıyla hemen müzakerat-ı sulhiyeye ibtidar edilmek üzere bir mütakere teklifi önünde bulunduk.

Lenin ile Troçki’ye Nobel Mükâfatı

Tanin – 11 Aralık 1917

Stockholm 9 Kânunuevvel – Norveç sosyalistleri Nobel Mükâfatı’nın bu sene Lenin ile Troçki’ye verilmesini teklif etmişlerdir. Nobel Mükâfatı Komitesi Reisi bu senenin artık geçtiğini ve şayet Lenin ile Troçki sulh akdetmeye muvaffak olurlar ise mezkûr mükâfatın kendilerine verilmesinin kabil olduğunu söylemiştir.

Fransa’da Bolşevikler Gibi İhtilal

Tanin – 1 Aralık 1917

Cenevre 30 – Fransa Hükümeti, tevkif olunan Muallimeler Cemiyeti Reisesi Helen Briyan’ın Fransa’da Bolşevikler gibi bir ihtilal tertip etmek üzere vasi mikyasta teşkilatın re’s-i idaresinde olduğuna dair delaile destres olmak istiyor. Bu teşkilat Maksimalistler ile doğrudan doğruya münasebette bulunmuştur. Matmazel Briyan’ın ikametgâhında Lenin ile Troçki’nin resimleri ve muhibban-ı müsalemet tarafından yazılmış birçok risale bulunmuştur.

Yorumlar kapalıdır.