10 Ekim Ankara Katliamı’nın karar duruşması: Gerçek failler aramızda!

10 Ekim Ankara katliamının “faillerinin” yargılandığı dava bugün (3 Ağustos) sonlandı. Üç gün süren karar oturumunun ardından mahkeme heyeti dördüncü günde kararını açıkladı. Tutuklu yargılanan 19 kişiden ceza almayan olmazken 9 sanık hakkında 101’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Dava dosyasındaki 17 sanık firari durumunda olduğu için dosya henüz kapanmış değil.

Daha önceki duruşmaların aksine 10. Grup Duruşma Ankara Adliyesi’nde değil Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki mahkeme salonunda görüldü. Ankara’ya bir saat uzaklıktaki adliyeye KHK ile kapatılan 10 Ekim-Der ve DİSK-KESK-TMMOB-TTB dayanışmasıyla dört gün boyunca Ankara merkezden otobüsler kaldırıldı. Kitlesel katılım sağlanmaya çalışıldı. Ayrıca İstanbul, İzmir, Malatya ve Eskişehir gibi birçok ilden insanlar karar duruşmasında dayanışma göstermek için bulundu. Devletin, toplumun içinde derin yaralar açmış suçların görüldüğü davaları kaçırarak gözden ve gönülden uzaklaştırma çabalarını Soma, Suruç ve Madımak gibi birçok davadan biliyoruz. Ne var ki, her zaman olduğu gibi planları tutmadı ve adalet isteyen insanlar Soma için Akhisar’a da, 10 Ekim için Sincan’a da gitti.

Davanın eleştirilecek o kadar çok yanı var ki, bir gazete haberine sığdırmayı geçtik, bir kitaba bile sığdıramayız. Davanın hazırlık ve yargılama sürecine ilişkin yanlışları ancak ciltlerce kitaba yazabiliriz. Bunu çok küçük bir kaç örnekle özetleyelim. Dava dosyasının adı 10 Ekim Ankara Katliamı veya Barış Mitingi Katliamı şeklinde geçmiyor. Dosyanın adı; “Gar patlaması”. Duruşma salonunun girişinde de böyle yazıyor. 103 kişinin cihatçı bir örgüt tarafından katledilmesi “Gar patlaması” gibi sanki bir işyerindeki doğalgaz patlamasından bahsediliyormuşçasına anılması başlı başına bir utanç kaynağıdır. Aynı zamanda devletin organlarının katliama nasıl yaklaştığını bizlere anlatmaktadır.

Davada sadece 36 sanık vardı. Bunların da sadece 19’u tutukluydu. Bunlar Ankara ve Gaziantep’ten toplanmış kişiler, IŞİD’e üyelikten ve katliama yardım ve yataklıktan yargılandılar. Ancak bu insanların hiçbiri devlet görevlisi değil! Hâlbuki mağdur avukatların dava başlangıcından beri işaret ettiği kişiler Gaziantep Emniyeti, Ankara Emniyeti, Gaziantep Valiliği, Ankara Valiliği, Milli İstihbarat Teşkilatı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve dönemin hükümetindeki tüm sorumlu kişilerdir. Bu saydığımız kurumların hepsinde, ciddi sayılarda yargılanması gereken kişiler vardır. Gaziantep Emniyeti’ne 10 Ekim 2015’ten haftalar önce gelen IŞİD tarafından bombalı eylem yapılacağına dair istihbaratı değerlendirmeyenler; Gaziantep’ten Ankara’ya kadar otomobille gelen IŞİD’cileri bir tane bile kontrol noktasında durdurmayanlar; Ankara’da büyük ve valilikten izinli bir mitingin yapılacağını bilen ve aynı zamanda bombalı bir eylem yapılacağına dair istihbaratı alan fakat hiçbir güvenlik önlemi almayan Ankara Emniyeti ve patlama olduktan sonra yaralıların olduğu alana gaz ve su sıkan ve ayrıca ambulansların geçişini ve yaralılara müdahaleyi kolaylaştıracağına zorlaştıran yine Ankara Emniyeti sorumluluğundaki polisler; alanda tek bir ambulans bile görevlendirmeyen ve patlama yaşandıktan sonra GPS kayıtlarına göre hastanelerden 40 dakika sonra çıkan ambulanslardan sorumlu Sağlık Bakanlığı ve tüm bunları denetleyip düzenlemesi gereken dönemin hükümet kademesi katliamın siyasi sorumlusudur.

18 Ocak 2016 tarihinde mağdur avukatları ve ilgililer tarafından hazırlanan “10 Ekim Ankara Katliamı Hukuki Değerlendirme Raporu”ndan bazı bölümleri okurlarımızla paylaşmak isteriz. Bu rapor yukarıda bahsettiğimiz ihmal ve kasıtların kamuoyuna sunulmuş detaylı halidir.

“Eylem düzenleme komitesi, toplanma yer ve saatini Tren Garı, saat 08:30; eylem yer ve saatini ise Sıhhiye, saat 11:00 – 16:30 olarak bildirmiştir. Buna rağmen Valilik, toplanma saati itibarı ile gerekli güvenlik önlemlerini almadığı gibi, eylem güvenliği için 12:00 – 16:30 saatlerine işaret etmiştir. Valiliğin bu beyanı, idarenin gerekli istihbaratı yapmaması ve/veya elindeki istihbaratı değerlendirmemesi ve/veya sessiz kalması, Başbakanın canlı bomba listesi beyanı, Ankara ve Suruç canlı bombacılarının “El Kaide üyeliği” suçundan soruşturulurken serbest bırakılmaları, saldırganlardan Ömer Deniz Dündar’ın babasının beyanları, Davutoğlu’nun saldırganların ailesine söylediği ortaya çıkan sözleri, IŞİD’in Ankara başta olmak üzere bazı büyük şehirlerde canlı bomba eylemi yapabileceği yönünde MİT’in ve Emniyet’in elinde istihbaratlar bulunduğu, saldırganların telefon görüşmeleri dinlenirken sınırı geçip Türkiye’ye giriş yapabildikleri, saldırganların istihbarat birimlerindeki canlı bombacı listesinde olduklarının ortaya çıkması, saldırganlar hakkında ihbar ettikleri, 17 Eylül 2015 tarihli Tunceli Emniyet Müdürlüğü yazısında, IŞİD’in mitinglerde çok sayıda canlı bomba eylemi gerçekleştirebileceği istihbaratının mevcut olduğu ve bu istihbaratın diğer emniyet birimlerine bildirildiği, 13 saldırganların istihbarat birimlerince 4 aydır “arandıkları”, 10 Ağustos 2015’te Emniyet’in, her iki saldırganın da içinde bulunduğu 16 kişilik IŞİD bombacısı resimli listesini tüm illere gönderdiği, saldırıdan 3 gün önce mitinge yönelik canlı bomba veya bombalı saldırı olabileceği istihbaratının geldiği, keza saldırganların arandıklarına dair, UYAP kayıtlarının mevcut olduğu bilgileri birlikte değerlendirildiğinde; Devletin siyasi, adli ve idari birimlerinin kusur ve hatta kasti sorumluluğunun olduğu açıktır”.

“Patlama sonrası, olay yerinde, polisin biber gazlı müdahalesi tespit edilmiştir. Polisin biber gazı ile müdahalesinin, ‘yaralıların durumunu ağırlaştırdığı’ ve ‘olay yerinde bulunan ve bir kısmı sağlık personeli olan diğer katılımcıların yaralılara müdahalesine engel olduğu’ anlaşılmıştır. Polisin bu müdahalesi sebebi ile tıkanan ve işlemez hale gelen trafik akışı nedeniyle, ‘ambulansların olay yerine intikalinin geciktiği’ ve ‘ilk hayati müdahalenin etkin ve zamanında yapılmasının engellendiği’ de yapılan tespitler arasındadır. Hatta bu müdahalelerin ölü sayısının artmasına etkide bulunduğu, meslektaşlarımız Avukat Ceren Şimşek ve Avukat Onur Yaylacı’nın anlatımlarıyla ortaya çıkmaktadır.”

“… Bir polis memurunun silahından plastik mermiler yola döküldü, sonra bu mermilerin üzerinden ambulanslar geçince mermiler kırıldı ve içindeki toz CS maddesi etrafa yayıldı. Bu sırada o bölgede bulunan herkes yoğun şekilde öksürmeye başladı. Burası patlamanın olduğu, yerden taşınan yaralıların araç için bekledikleri yerdi. Çok ağır yaralılar vardı. Bir tanesinin üzerini sağlıkçı arkadaşlar çıkarıp kuşak gibi karın bölgesine dolayıp sarmışlardı. Bu yaralının öksürdükçe yaraları açılıyordu, yaralı yerlerinden kanamaları artıyordu. Bu sırada polisler de bize bakıyorlardı; fakat hiçbir şekilde yardımcı olmuyorlardı.”

Bu raporda yazılanların kat ve kat fazlası dava dosyasında savcıya ve mahkeme heyetine sunulmuştur fakat savcılık makamı hükümet ve devlet kanadından kimseyi şüpheli konumuna getirmek istememiştir. Eğer savcı, Gaziantep’ten veya Ankara’dan yalnızca bir polisi dahi herhangi bir suçtan sanık konumuna getirse geri kalan tüm sorumlular çorap söküğü gibi eline gelecektir. Devletin “bekası” için savcılık makamı böyle bir suçlamaya kalkışamamıştır. 10 Ekim Katliamı’nın tüm sorumluları yargı önüne çıkarılmalı ve hak ettikleri cezayı almalıdır. Bu gerçekleşene dek, bu alandaki mücadelemiz sürecek.

Yorumlar kapalıdır.