Ölüm sebebi: hukuksuzluk

Son dönemlerde avukatlar başta olmak üzere hukukçu intiharlarını duyuyoruz. 2025’in başında 4 günde 3 hukukçu kendi hayatına son verdi.

– Hâkimlik/savcılık sınavında 115. olarak derece yapmasına rağmen “sözlü” mülakatta elendi ve hayalini kurduğu hâkimlik/savcılık mesleğine yalnızca liyakatsiz uygulamalar nedeniyle kavuşamadığı için hayatına son verdi (avukat).

-Yaşadığı psikolojik zorluklar nedeniyle 32 yaşında kendi evinde hayatına son verdi (avukat).

– Meslek içinde kendisinden daha kıdemli meslektaşlarından mobbing ve tehditlere maruz kaldığı iddialarını ardında bırakarak ve kişisel X hesabından intihar notu paylaşarak kaldığı otel odasında ölü bulundu (stajyer savcı).

Rejim liyakati değil ahbap çavuş ilişkisini gözetiyor. Bu tutum hukuksuz karar ve uygulamalara yol açtığından toplumda adalet kavramına duyulan güvenin de yok olmasına yol açıyor ve yaşanan bu ölümleri politik kılıyor.

Son yıllarda fütursuzca açılan ancak tahta ve tebeşirden müteşekkil olan hukuk fakülteleri nedeniyle ülkedeki hukukçu sayısı oldukça arttı. Bu artışın sonucu olarak özellikle stajyer avukatlar ve genç avukatlar iş bulmakta zorlanıyor ve/veya düşük ücret ile çalışmaya mahkûm oluyor. Yaşanan ekonomik kriz her sektörde olduğu gibi avukatları da büyük oranda etkiledi, genç avukatların meslek içinde vermek zorunda olduğu mücadelenin yanına hayatta kalma savaşı da eklendi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Barosu başkanının ve yeni yönetiminin görevlerine son verilmesi ve seçimin yenilenmesi için dava açtı. Bununla birlikte kanunen alması gereken soruşturma iznini almaksızın doğrudan başkan ve yönetim kurulu üyeleri hakkında hukuksuzca soruşturma başlattı. Hatta bu süreçte yönetim kurulu üyelerinden bir avukat tutuklandı. Yalnızca bu husus dahi rejimin avukatların meslek örgütü olan barolara artık şeklen dahi tahammül edemediğini gösteriyor.

Hâkim ve savcıların mesleğe kabulü ve meslekten ihracı gibi özlük haklarını düzenleyen Hâkimler ve Savcılar Kurulu, eskiden görevdeki hâkim ve savcılar tarafından yapılan seçimlerle seçilir, bu nedenle en azından görece yargı ve yürütmenin ayrımı kâğıt üzerinde dikkat çekerdi. Ancak geldiğimiz aşamada HSK’nın başkanlığını, Cumhurbaşkanı tarafından ne zaman ve hangi saikle atanacağı belli olmayan adalet bakanı yapıyor. Bu durum da yürütme ve yargı organının aynı potada erimesine ve yürütmenin yargı üzerindeki açık vesayetine yol açıyor.

Dolayısıyla rejim, HSK eliyle, kendisinden olmayanı hâkim/savcı mesleğine kabul etmiyor, herhangi bir gerekçe göstermeksizin “sözlü” mülakatta elediği gibi hoşuna gitmeyen kararlara imza atan yargı mensuplarını da sürgün cezasına çarptırdığı gibi meslekten ihraç dahi edebiliyor.

İşte bu atmosferde ve tam da İstanbul Barosu’nun tüm bileşenlerinin 16 Şubat 2025’te Olağanüstü Genel Kurul çağrısı yaptığı bu dönemde yargı camiasındaki tüm aktörlerin hakkını, dolayısıyla yurttaşın hakkını savunabilmek, insanca yaşam için gerekli mücadeleyi örgütlü bir şekilde verebilmek adına ortak bir acil eylem programı çıkarması ve bu doğrultuda harekete geçmesi elzemdir.

Yorumlar kapalıdır.