Kim korkar sendikalaşmaktan – III

Önceki iki yazımızda, işyerlerine sendika sokmanın önünde iki ana engel olduğunu söylemiştik: 1) Yasal bir hakkımız olan sendikalaşma çabamızda bu kez patrona tanınan yasal engellerle karşılaşmamız: İşten çıkarma, yetkiye itiraz ve mahkemeler. 2) Sendika bürokratlarının kayıtsızlığı veya patron yandaşlığı. Bu iki güçlü engelin sonuçlarını biliyoruz: İşini kaybetmiş binlerce öncü işçi, tazminat alabilmek için mahkeme kapılarında bekleşmeler ve nihayet tüm ülke çapında yüzde 10’u bile bulmayan sendikalı işçi sayısı.

Elbette bu engeller nedeniyle sendikalaşmaktan vazgeçmeyeceğiz. Ama öte yandan, bu engelleri aşacak veya çevresinden dolaşacak etkili yöntemler geliştirmeliyiz. Başlangıçta her iki engel de karşımıza neredeyse aynı zaman aralığında çıktığından, ikisinin de çözümüne ilişkin olarak ortak bir yöntem uygulamalıyız.

İşyeri içinde sendikaya üye yapma sırasında işlediğimiz bir hata var: Aşırı derecede acele ediyoruz. Sanki bir an önce yüzde 51’e ulaşırsak iş hemen bitecekmiş gibi düşünüyoruz. Oysa patronun saldırısı daha o sayıya ulaşmadan başlıyor. O acele sırasında işçi arkadaşlara yeterince sendikal bilgi ve bilinç vermenin imkânı da olmuyor. Dolayısıyla işten çıkarmalar başlayınca sık sık işçilerde çözülmelere, vazgeçmelere rastlanabiliyor.

O halde öncelikli olarak dikkat etmemiz gereken şey, acele etmeden sendikalaşma konusunda kararlı öncü işçilerden oluşacak bir komite yaratmak olmalı. Bu komite kendi içinde ne kadar sağlam, sendikal konularda bilgili ve sınıf bilinçli olursa, hem kendisini patronun karşısında koruyabilmesi hem de diğer işçilere bu bilgi ve bilinci aktarması o denli etkili olacaktır.

Bu noktada özellikle “sınıf bilinci” önem kazanıyor. Evet, sendikalar birer ekonomik mücadele örgütü (ücretler, sosyal haklar, iş garantisi vb.), ama aynı zamanda işçilerin bir sınıf olarak mücadele aygıtı. Yani işçinin kendisinin sömürülmekte olan ayrı bir sınıfa ait olduğunu; hem acil ihtiyaçlarının hem de genel olarak çıkarlarının, kapitalist patronunkiyle çelişki içinde olduğunu görebilmesi gerekiyor.

Bu bilince ulaşmak elbette durgun dönemlerde bugünden yarına hemen mümkün olmuyor. Dolayısıyla komitenin hem kendi içinde hem de üye yapmak istediği diğer işçilere yönelik olarak sabırlı bir çalışma içinde olması gerekiyor. Bu çalışma zaman alacaktır. Çünkü bu çalışmayı sürdürürken işçilerde egemen olan pek çok siyasi ve ideolojik önyargıyı da aşabilmek gerekecektir.

Sağlam bir komiteleşme elbette emek ve zaman istiyor. Ne var ki bu tip komiteler kuramazsak, patronun saldırısından uzak, ağır ama etkili bir sendikalaşmanın mümkün olmadığını deneylerle görüyoruz. Aynı şekilde lakayt ve/veya uzlaşmacı sendika bürokratlarının engellerini aşabilmek için onların üzerinde basınç uygulamak da olanaklı olmuyor.

Komiteleşme elbette her derde deva değil. Ama gerek sendikalaşma sürecinde gerekse genel sınıf mücadelesinde öncü işçinin elindeki en önemli araç olduğu da kuşkusuz.

O halde işyerlerinde mücadeleci komiteler kurmak için kolları sıvamalı, aynı şeyi yapmakta olanlarla da kol kola girmeliyiz.

Yorumlar kapalıdır.