Sputnik grevcisi Ali Isıyel ile söyleşi: “Her yerde bu okuduklarınızı, mücadelemizi anlatmanızı istirham ederiz”
Sputnik Grevi’nin 32. Gününde İstanbul’da Süzer Plaza’nın önündeki Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye grevci işçileri ziyaret ettik. Grevci işçilerin güler yüzü, olgunluğu ve haklı mücadelelerinin gururu ile karşılandık.
Sputnik grevcilerini grev kararının asıldığı günde, grevin ilk gününde ve sonrasında birkaç kez ziyaret etme şansı bulmuştum. Uzaktan bakanlar koca Rus devlet medyası ile mücadele etmenin son derecede zorlu olduğunu ve zamanla morallerin düşeceğini düşünebilirler. Ancak Sputnik grevcileri ilk günlerinin heyecanına, grevlerinde bir ayı devirmenin olgunluğu ve deneyimini de katmışlar. Yalnızca ekmek parası değil, gazetecilik etiğinin geleceğine dair de bir direniş yaptıklarının bilincindeler ve bu konuyu da tartışmaya açmak niyetindeler.
Ziyaretimiz sırasında Süzer Plaza’nın çok zengin bir “sakini”, geçilecek fazlasıyla yeterli yer olmasına rağmen arabasını direnişin yapıldığı bölgeden geçirmek istiyor. “Burası yol, kimse burada duramaz, çekilsinler benim arabam buradan geçecek” diyen memleketimizin bu ultra zengini 2023 yılında bu lüks plazada işçilerin örgütlenmesinin şokunu atlatamayıp bir hayli provokatif davranıyor. Fakat işçiler bu durumu da son derecede olgunca karşılıyorlar. Olayı büyütmeden yönetmeyi beceriyorlar. Eski mesai arkadaşlarına hakaretlerin yağdığı, haber değeri de taşıyan o anda Sputnik’te greve katılmayıp çalışmayı sürdürerek grev kırıcılığı yapan kişilere daha da şaşırıyorum. İnsan tanıdığı, bildiği kişilerin yanında olmaz mı? Ya da tanımasa dahi hakarete maruz kalan insanları duyduğunda penceresini açıp dışarı çıkmaz, ne yapıyorsun sen demez mi? Bu anda Sputnik grevcilerinin grev kırıcılarına karşı hislerini daha da iyi anlıyorum.
Sputnik grevcisi Ali Isıyel ile 2020 yılından beri tanışıyoruz. Çeşitli ekolojik yıkımlar hakkında birkaç kez çevre mühendisi olarak görüşümü almıştı. Son derecede nazik, iletişimi hızlıca kurup meramını anlatan, “Bana bir video gönderip görüşünü özetleyebilir misin?” gibi tembelliklere kapılmayan ve yayınlarının bitiminde de geri bildirimde bulunacak kadar işini seven, takip eden bir gazeteci Ali. Ama her şeyin ötesinde hayata emek merkezli bakan bir proleter olduğunu hiç unutmayan biri. Ali ile bugüne kadar olan teşrik-i mesaimiz hep konsantre ve sorun odaklı geçti. Bir ekoloji meselesi varsa, aradığında görüş verdim. Halk TV’de işten atıldı, ne yapabiliriz diye sordum. Deprem oldu hafriyat hakkında yayına çağrıldım. Çevre Mühendisleri Odası’ndaki emekçilerin dayanışmaya ihtiyacı vardı, Ali’ye haber verdim. Ama hiç hal hatır soracak denli konuşma fırsatımız olmamıştı Ali ile. Şimdi grevci bir işçi olarak Ali ile konuşma fırsatı buluyorum. Ali başta medya patronları olmak üzere burjuvaziye karşı öfkeyle dolu. Aziz Ahmet’in (3 Hürel) “Haram”ını dinleyerek sabır çektiğini söyleyen biri. Şimdi direnişin sorumluluğu onun kontrollü yönünü daha da güçlendirmiş gibi görünüyor.
Grevin ilk günü Ali’den söyleşmek için söz almıştım. Bu kez yerleri değiştirecektik. Ben soracaktım, o da yanıtlayacaktı. Söyleşiyi yapmak direnişin 32. gününe nasip oldu. Ziyaretimiz sırasında sandalyelerimizi daha az sesli bir yere çekip kayıt tuşuna basıyor, nihayet mücadele sayesinde Ali’nin halini hatırını da sorma şansına kavuşuyorum.
TGS’ye üye proleter bir basın emekçisiyle grev sürecine dair yaptığımız bu söyleşinin hangi sektörde olursa olsun bir araya gelen, örgütlenmeye başlayan herkes için öğretici olmasını dilerim.
Sendika AB’den fon alıyor diye biz grevciler Batı hayranı, liberal ilan edildik. Yani o zaman biz burada Sputnik’te Rus devletinden maaş alırken de Putinci-Rusçu muyduk? Mesela Ceyda Karan kendini Putinci olarak tanımlıyor mu, Ceyda Karan’a bunu sormak isterim.
Sedat Durel: Ali, seninle ilk kez Sakarya’da havai fişek fabrikasındaki patlama hakkında görüşmüştük. Bir gazeteci olarak patlamanın çevreye etkileri hakkında görüş istemiştin benden. Hiç unutmuyorum, burada sen konuyu iki türlü ele almıştın. Bir taraftan acil sorun olarak patlamanın çevreye etkisi ama bir yandan da buradaki emekçilerin çalışma koşulları, bunu atlamadın. Onun ardından depremle ilgili görüştük. Sanırım İstanbul’un su durumu ile ilgili görüştük…
Ali Isıyel: Müsilaj zamanında da görüştük.
Sedat Durel: Evet, müsilajı da konuştuk. Velhasıl ben her görüşmemizde sende şunu fark ettim, sen konu ne olursa olsun hayata emek merkezli bakan bir insansın. Emeği merkezine koyarak meseleye eğiliyorsun. Yani hayatımda tanıdığım liberal denecek en son insanlardan birisin. Üstüne şu an greve çıkmışken şimdi sana birileri liberal diyor. Bu sana nasıl hissettiriyor?
Ali Isıyel: Yani ilk başlarda bir öfkelendim tabii onu gördükten sonra. Çünkü Ceyda Karan’dan beklemiyorduk böyle bir şeyi. Bizim için hayal kırıklığı oldu Ceyda Karan. Sonradan sadece komik gelmeye başladı. Çünkü bizim hayata nereden baktığımız belli. Ki biz zaten bir işçi topluluğuyuz burada. Maaşlı bir şekilde çalışıyorduk, düşük maaşlarla çalışıyorduk, kötü çalışma koşullarında çalışıyorduk. Benim başıma gelmedi ama birçok arkadaşım burada rencide de edildi, onur kırıcı muamelelere de maruz kaldı. Aynı zamanda çok temel anayasal bir hak olan sendikalaşmayı istediğimiz için burada baskılara maruz kaldık. Bazı arkadaşlarımız sendikadan istifa etmediği takdirde işten çıkarılma ile tehdit edildi Türk yöneticilerimiz tarafından. Ben de bunun sonucunda gelinen noktada işten çıkarıldım. İşten çıkarıldıktan sonra işimizi geri istediğimiz ve daha insani koşullarda sendikalı biçimde anayasal olarak çalışmak istediğimiz için mücadele ediyoruz. Ama bu noktada sırf sendika Avrupa Birliği’nden fon alıyor diye biz Batı hayranı, Batıcı liberal ilan edildik. Yani o zaman biz burada Sputnik’te Rus devletinden maaş alırken de Putinci-Rusçu muyduk önce onu bir sorgulamaları lazım. Mesela Ceyda Karan kendini Putinci olarak tanımlıyor mu böyle bir durumda? Ben de Ceyda Karan’a bunu sormak isterim. Kısaca sadece komik geliyor bu söylemler artık bize.
Grev kırıcılar bu yanlışlarından ivedilikle dönmedikleri takdirde bu davranışlarının hiç unutulmayacağını bir kere daha ilan etmek istiyorum.
Sedat Durel: Bir de bana şu çok ilginç geliyor. Kendini sosyalist, antiemperyalist olarak adlandıran insanların mesele emek hareketine geldiği zaman tuhaf bir yaklaşımları oluyor. Hatta sosyalizmin terminolojisini de kullanarak hızlı bir şekilde emek düşmanlığını yeniden üretebiliyorlar. Bunu sıkça yaşamış birisi olarak bu konuda söyleyebileceğin bir şey var mı? Bir de şunu da biliyorum, senin gazetecilikte patronla ilk kavgan değil bu. Daha önce Halk TV de, başka muhalif kanallar da vardı sanki benzer sorunları yaşadığın…
Ali Isıyel: Halk TV’de böyle bir patronla sorun yaşadım. Başka bir işyerinde de benzer bir sorun oluyordu ama o tatlıya bağlanabildi.
Sedat Durel: Sonuçta bu senin basın patronuyla ilk yüzleşmen değil. Bu deneyimlerinden hareketle Türkiye’de kendilerine sosyalist diyenlerin hızla emek düşmanı haline gelmelerini nasıl açıklıyorsun?
Ali Isıyel: Teoriyi gayet iyi bilen çok sayıda insan var. Yani bu bahsettiğimiz insanlar teori konusunda benden çok daha bilgili, çok daha dolu insanlar. Entelektüel insanlar. Fakat demek ki bu bazı şeyleri karşılamıyor. Bir örgütlülük bilinci de gerekiyor. Ben Türkiye’deki sosyalistlerin, daha doğrusu kendine sosyalist diyen o starların sorununu burada görüyorum. Bize en çok sorun çıkaranlar bu ekran yüzleri oldu. Biz burada kendine sosyalist demeyen işçilerle bile bir sorun yaşamadık. Yani buradaki arkadaşlarımıza ideolojik görüşünü sorsak belki ikisi, üçü sosyalist olduğunu söyler. Şöyle bir durum var ekran yüzleri ile işçiler arasında, son 15 yılda özellikle ciddi ve bilinçli bir şekilde patronlar tarafından bir maaş uçurumu oluşturuldu. Yani işçi x maaş alıyorsa bu ekran yüzleri, starlar 5x 6x maaş alıyorlar ve bunun sonucunda artık kendilerini bir işçi olarak görmekten çıkmış durumdalar. Oluşan konfor alanlarından da çıkmak istemiyor, kazandıkları yaşam standartlarını kaybetmek istemiyorlar. Bu işin birinci ayağı. İkinci ayağı şu, “Ben buradan sendika için patronla kavga ederek ayrılırsam başka bir patron bana iş vermez, damgalı eşeğe dönüşürüm” kaygısı taşıyorlar. Üçüncü bir ayağı da bence biraz da şununla ilgili. Türkiye’de basın inanılmaz örgütsüz bir pozisyonda ve buradan örgütlü bir hareketin başarıya ulaşacağına olan inanç çok düşük. Halk da aynı şekilde bunların ilk başlarda başarıya ulaşabileceğini çok fazla inanmıyor. Fakat biz gördük ki her mücadelemizde belli başlı kazanımlar elde ettik. Halk TV’de de bu böyle oldu. Yani Halk TV’de biz bir sendikal örgütlenmeye başlamıştık. Nihayet ben de bu yüzden oradan kovuldum. Fakat sendikal örgütlenme sürecinde başka bazı meselelerle de bire bir kavga ettiğimiz için orada bazı kazanımlar elde edildi. Maaşlarımız, çalışma koşullarımız iyileştirildi. Bir sürü arkadaşımız geceleri en azından servise ulaşabildiler. Yemek parası vermeye başladılar, yakıt vermeye başladılar vesaire. Bu süreçte aslında çok da ufak olmayan kazanımları da yine mücadele ile elde ettik. Bunun atlanması beni üzüyor.
Çok uzun sürdü oradaki sendikal örgütlenme. Buradaki gibi böyle 6-7 ayda tamamlanan bir süreç değildi. Çünkü çok fazla çalışan vardı, Ankara’da ayrı çalışanlar var, burada ayrı çalışanlar var ve hani sürekli bir işçi sirkülasyonu vardı. Halk TV’de giren çıkan hiç eksik olmuyordu. Bu sebeple de örgütlenme birazcık zordu. Belki de bunu bilinçli olarak örgütlenmenin de önüne geçmek için yapıyorlardı. Çünkü biz bunu fabrikalarda, işte Trendyol’da en son gördük. 5-5,5 aylık geçici iş sözleşmeleri yapıyorlar, insanlar örgütlenemeden sürekli değişiyorlar. Yani örgütlenmenin önünde bir engel oluyor bu. Aynı zamanda kıdem tazminatından da kurtuluyorlar. Bir sürü parametresi var tabii ama sonuç olarak Halk TV’de de benzerini yaşadık, burada da benzerini yaşadık. Patronlar işçinin sendikalı olmasını istemiyorlar. Çok basit çünkü örgütlü işçiler öyle kolay kolay kafasına vur al ekmeğini moduna girmezler. O yüzden bugün bu grev kırıcılarının yaptığı şey de aslında basın içindeki sömürüyü yeniden yaratmak noktasına geliyor. Bu sömürünün katmerlenmesine sebep oluyorlar. Mesela biz buradayız, onlar orada çalışıyorlar. Biz burada açız ama onlar paralarını kazanıp çalışmaya devam ediyorlar. Onlar çalıştığı sürece bizim buradaki mücadelemiz anlamsızlaşmaya başlıyor. O yüzden biz oradaki işçi arkadaşlarımıza da oradaki ekran yüzü “star” gazetecilere bir kere daha sesleniyoruz. Grev kırıcılığını bıraksınlar. Bunun bir suç olmasının da ötesinde -böyledir, değildir, bunu hukukçular tartışsın- bu yaptıklarının sınıflarına ihanet olduğunu kavrasınlar.
Sedat Durel: Ben de tam buraya gelecektim. Çünkü siz çok önemli bir mücadele pratiğini de gösteriyorsunuz bize. Yalnızca patrona değil grev kırıcılarına karşı da mücadele ediyorsunuz. Sizin sektörünüzde bu deneyim çok da yaşanan bir deneyim değil bildiğim kadarıyla. Buna rağmen grev kırıcılarına karşı da güçlü bir kampanya sürdürüyorsunuz. Bu grev kırıcılarına karşı nasıl mücadele ettiğinizi anlatmak ister misin? Ayrıca bu söyleşiyi okuyan insanlar bu grev kırıcılara karşı mücadelenizde size nasıl destek olabilirler?
Ali Isıyel: 11 Eylül Pazartesi günü yayınlara başlayacaklarına dair kulağımıza duyumlar gelmeye başladı. Bir gün önce de radyoda tanıtımları döndü yeni yayın döneminin. Ama tarih verilmedi 11 Eylül diye, sadece yeni yayın döneminde bu isimlerle devam edeceğiz diye bir tanıtım vardı. Biz de bunun pazartesi olabileceğine dair duyum aldığımız için pazartesi günü sabah 5.30’da buraya Süzer Plaza’nın önüne geldik. Çünkü Ali Çağatay’ın yayını saat 7’deydi. Yayından önce Ali Çağatay’ı bir görüp konuşmak istedik. Son bir çağrıda bulunduk yayına çıkıp grev kırıcılığı yapmaması için.
Sedat Durel: Ali Çağatay bugüne kadar bir sürü sendikacıyı, direnişçi, işçiyi falan da programına davet etmişti, hani çoğumuzun aklında emek dostu olarak bildiğimiz birisi iken böyle olumsuz bir pratik de göstermiş oldu. Bunu da vurgulamadan geçmek istemiyorum.
Ali Isıyel: Yani yayınlarında sürekli sendika başkanlarını, grev yapan, eylem yapan işçileri, kötü çalışma koşullarına karşı isyan eden işçileri konuk alıyordu. Sürekli sendikalaşmanın anayasal bir hak olduğu hatırlatmasını yapan bir programcıydı. Biz de zaten kendisine bunları söyledik. Yani bundan sonra nasıl anayasa hatırlatması yapacaksın? Eğer içeri girip de burada çalışmaya başlarsan? 5.30’da burada Ali Çağatay ile görüşürken bütün görüşmeyi de kamera kaydına aldık. 15 dakikalık bir görüşmemiz oldu. Arabasından hiç çıkmadı tabii.
Sedat Durel: Çok komik bir durum açığa çıktı o videoda bu arada.
Ali Isıyel: Evet komikti. Yani söz verdiğini söyledi. Sadece çocuklara sözüm var dedi. Evet, 8-10 yaş arasında çocuklar beni dinliyor dedi. Zannetmiyorum 8-10 yaş arasındaki çocukların Ali Çağatay’ı dinlediğini ama…
Sedat Durel: Yani iyice komikleşiyor, dinlese de 8-10 yaşındaki çocuklar da destek olabilir tabii ki grevinize…
Ali Isıyel: Tabii ki yani bence zaten en çok da çocuklar destek olurlar diye tahmin ediyorum. Yani çok basit bir mantıkla bir çocuk bunu çok rahat bir şekilde ayırdına varabilir. Desek ki bir işyeri, gazete var, işyerinde işçiler çok kötü koşullarda çalışıyorlar ve bu yüzden de haklarını aramak için iş bıraktılar. Hakları verilene kadar çalışmayacaklarını söylediler ama başka bir grup işçi gelip onların yerine çalışmaya başladı. Bu işçiler kazanabilir mi ve kim haklı? Çocuklar doğru yanıt verir bu soruya.
Artık gazetecilerin ellerindeki gücün farkına varıp patronlara karşı direnmeleri gerekiyor.
Sedat Durel: Çok güzel bir çocuk kitabı çıkar buradan bence.
Ali Isıyel: Yani buradan çıkacak çok fazla hikâye var. Benim en azından burada 32 günde gördüğüm bu. Tabii ki fabrikalarda çok daha sert, çetin mücadeleler yürütülüyor farkındayım ama bizim de burada elimiz kolumuz bağlı şekilde mücadele etmemizi arzuluyorlar. Bunu söyleyebilirim. Çünkü maalesef basın sektöründe emekçiler örgütlü değiller. Ama gördüğümüz gibi patronlar ve patronun yanında olan insanlar çok daha örgütlü. Biz bütün meslektaşlarımıza bir anda ulaşamazken onlar aynı gün içerisinde yayınları başlatabiliyorlar. Bu yüzden bizim de basın içeresinde daha örgütlü bir yapıya ihtiyacımız var ki artık patronlar böyle ellerini kollarını sallaya sallaya gazetecilere istediklerini yaptıramasınlar. Son 15 yılda özellikle gazetecilerin bundan önceki yıllarda kazandığı bütün kazanımlar ufak ufak tıraşlandı. Çok basit bir örnek, burada Sefa diye bir arkadaşımız var. Kardeşi sınıf öğretmeni. Bundan bir 6-7 yıl önce biz aynı maaşı alırken diyor, bugün o benim iki katı maaşımı almaya başladı. Yani artık gazetecilerin geldiği nokta bu. Biz memurların yarı maaşını alıyoruz. Yani buna karşı da artık örgütlenip bir şekilde ses çıkarmayacaksak başımıza gelenleri hak ediyoruz demektir. O yüzden artık gazetecilerin ellerindeki gücün farkına varıp patronları karşı direnmeleri gerekiyor.
Sanatçıların, aydınların, akademisyenlerin, yazarların, meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasetçilerin hepsine çağrı yapıyoruz. Programlara katılmayın. Sizi aradıklarında neden katılmak istemediğinizi de muhakkak belirtin.
Sedat Durel: Bu noktaya gelmeden bir kez daha sormak istiyorum, grev kırıcılarına karşı da örnek bir mücadele veriyorsunuz. Bizler size nasıl katkı verebiliriz?
Ali Isıyel: Şöyle, biz Grev TV’yi kurduk. Grevciler olarak hazır o zaman grev kırıcılar piyasada yokken ve radyo yalnızca müzik yayını yaparken biz de bizi dinleyenlerin hikâyeye Grev TV’den devam etmelerini sağlamaya çalıştık. “Grev TV’yi takip edin, Sputnik’i takip etmeyin” çağrısı yapmıştık, iyi de bir karşılık alabildik. Fakat daha sonra grev kırıcılar programlara başladılar ve biz bu sefer artık grev kırıcılara biraz daha yüklenmeye başladık. Bir grevin grev olabilmesi için işin durması gerekiyor. Sputnik’i kapattırmak gibi bir şeyden bahsetmiyorum tabii ki. Hani bunu da bir dipnot olarak düşeyim. Amacımız grev sürecinde orada iş yapılmamasını sağlamak. Çünkü grevin zaten mantığı, amacı bu üretimden gelen gücünü kullanabilmesi işçinin. Fakat grev kırıcılar işçilerin üretimden gelen gücünü kullanmalarını engelliyorlar. Bunların içinde içeride çalışan teknik arkadaşlarımız var, editör arkadaşlarımız var. İçeride çalışan hatta programcı arkadaşlar özellikle bizim en çok canımızı sıkanlar onlar oldu. Hatta son güne kadar bizim yanımızda olduğunu söyleyen kişiler programa başladılar. Ceyda Karan programlara başladı, Ali Çağatay programına başladı. Dışarıdan yeni gelen Okan Aslan diye bir programcı başladı. Muhabirlerden Osman Nuri Cerit Ankara’da parlamento muhabiri. O hâlâ devam ediyor ve provoke de etmeye çalışıyor bizi. Ama hiç kimse ciddiye almadı Osman Nuri’yi. Yani o ciddiye alınacak bir pozisyonda değildi bizim için. O yüzden hiç umursanmadı. Yani grev kırıcılar burada çalışmaya devam ediyorlar ve bu gerçekten büyük bir leke. Ömürleri boyunca nereye giderlerse gitsinler bu leke onlarla beraber gidecek. Bu sıradan bir şekilde bizim mücadelemizi değersizleştirme gibi bir şey değil. Çok daha ötesi bu grev kırıcılık, gerçekten dünya işçi sınıfının mücadele tarihinde en çok lanetlenen meseledir. Bunlar direkt sınıflarına ihanet ediyorlar. Bunun için de zaten ifşa videolarına başladık. Grev TV’de de yayımlamaya başladık bu videoları. Ali Çağatay’ın videosu vardı orada, Güçlü Özgan’ın videosu vardı. Bu şekilde çalışmaya devam edeceğiz.
Bunun dışında konuklarını iptal ettirmeye çalışıyoruz. Buna da gayret ediyoruz. Yani aslında burada tabii bir baskıyla iptal ettirmekten söz etmiyoruz. Grevden haberi olmayan konuklara bizim burada grevde olduğumuzu anlatıyoruz. Katılacakları programın bir grev kırıcı yayın olduğunu söylüyoruz. Birçoğundan da olumlu dönüş alıyoruz. Konuk olmaktan vazgeçenler, programı iptal edenler oldu. Ya da programa bağlanıp programda bizim grevimizden bahsedip bize destek açıklaması yapanlar oldu. Hepsine de çok teşekkür ediyoruz tekrardan. İşte bizim için en önemli şey bu. İnsanlardan da Radyo Sputnik’i dinlememelerini, Sputnik’in internet sitesine girmemelerini, haberlerini okumamalarını istiyoruz. Aynı zamanda da bununla birlikte buralara bağlanacak olan sanatçıların, aydınların, akademisyenlerin, yazarların, meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasetçilerin hepsine çağrı yapıyoruz. Programlara katılmayın, görüş vermeyin, demeç vermeyin. Sizi aradıklarında neden katılmak istemediğinizi de muhakkak belirtin. O kişilere bizim çağrımız bu.
Sedat Durel: Burada mücadele edenler için şöyle bir handikap da olabilir. Sesimizi duyurma olanağımız çok az olduğu için kim gelirse değerlendiriyoruz. Mücadele edenler duyulmak için elimizdeki olanak sınırlı diyorlarsa da sizin GrevTV’niz var. Etkileşimi de çok yüksek bir hesap. Benim gördüğüm de mücadele eden herkesin sesini yükseltmek için de kapınız açık. Grev sürecinde Sputnik yerine size gelebilirler.
Ali Isıyel: Tabii ki. Yani biz daha çok emek eksenli yayınlar yapmaya çalışıyoruz GrevTV’de. Fakat sadece bununla da sınırlı kalmıyoruz. Geçtiğimiz günlerde Doktor Barış Adıbelli bağlandı ve aslında çok kapsamlı bir dış politika yayını yapıldı. Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’ya, Atlantik’e kadar çok kapsamlı bir dış politika yayını yaptık. Günce Nur İnce arkadaşımız yaptı yayını, burada yaptı hem de. Bizi takip edenler genelde yüksek takipçili gazeteciler, aydınlar, sanatçılar oldukları için etkileşimi çok yüksek olabiliyor. Sputnik’in bile ulaşamadığı bir etkileşime ulaşmayı başardık.
Sesini duyurmak isteyen, özellikle emek mücadelesi veren, bu ülkenin ileriye gitmesi için, aydınlanması için mücadele veren herkese kapımız açık. Herkesi yayına almaya hazırız. Onlar da herhangi bir konuda seslerini duyurmak istediklerinde, basın bültenleri olduğunda veya herhangi bir şey olduğunda bize ulaşabilirler. Biz de zaten buradaki yoğunluktan arda kalan vakitte gündemi elimizden geldiğince takip edip onlara yönelik de işler yapmaya çalışıyoruz. Bu hafta grev kırıcılarla uğraştık. Pazartesi gününden itibaren de ciddi bir biçimde tekrar Grev TV’de yayınlara başlayacağız.
Sedat Durel: Türkiye’de basın emekçilerinin örgütlülüğü ve mücadelesi aslında artıyor. Bu yıl içerisindeki yanılmıyorsam dördüncü grev kararını astı Türkiye Gazeteciler Sendikası. TGS’nin bu başarıları meslektaşlarınızda bir sınıf bilincinin geliştiğini gösteriyor. Grevinize meslektaş dayanışması ne boyutta? Buradaki beklentiniz, umudunuz ne düzeyde? Bir de sadece gazeteci olmasına gerek yok. Diğer işçi emekçilerden, diğer direnen sektörlerden de bir beklentiniz var mı? Ya da aranızda bir koordinasyon, birlik var mı?
Ali Isıyel: Şöyle, basında ciddi anlamda bir hareketlenme başladı bu süreçte. Çünkü maaşlar gerçekten artık yerlerde sürünüyor. Yani bu zorunluluktan ortaya çıkan bir örgütlenme oldu aslında.
Sedat Durel: Bazıları sizin yüksek maaşlar aldığınızı düşünüyor olabilir. İstersen buna da açıklık getirebilirsin.
Ali Isıyel: Evet, Bizim maaş ortalamamız 13 bin lira dolayındaydı. Sendikalı olan çalışanların maaş ortalaması buydu.
Sedat Durel: 13 bin liraya hem röportaj yapıyorsun, hem yeri geldiğinde tehlike altında kalıyorsun, şiddetle yüzleşiyorsun hem de fişleniyorsun üzerine.
Ali Isıyel: Tabii Rus medyası çalışanı olarak.
Sedat Durel: Ya Rusçusun ya liberalsin bir de. Fişlemenin bir terazisi de yok. Bu kadarlık maaşa karşılık göğüs gerdiğiniz şeyler bunlar…
Ali Isıyel: Yani evet, mesela örnek vereyim. Wagner darbesi gerçekleşirken -üzerime vazife olmadığı halde, çünkü ben dış haberci değilim, kimse de benden bunu talep etmedi- gece yarısına kadar burada biz çalıştık. Özveriyle çalışıyorduk biz burada. Çünkü yaptığımız işten memnunduk. Burada özgür bir ortam vardı. İnsanlar şaşırıyorlar. Hani aslında bir uluslararası medyada, başka bir devletin medyasında sansürün yüksek ama aynı zamanda maaşların da yüksek olması beklenir. Bizde sansür düşük, maaşlar da aynı zamanda düşüktü. Yani ne kadar veriyorsa o kadar tasma takıyorlar gibi bir durum var sanırım, bilmiyorum. Tabii ki biz burada maaşlarımız yükselince böyle bir sansüre uğrayacağımızı düşünmüyoruz yine. Çünkü buranın bir yayın politikası var ve buradaki maaşlar yüksek olduğu zamanlarda da bu politika aynı şekilde devam etmiş. Radyoda en azından, ajans kısmıyla ilgili benim çok fazla bir bilgim olmadığı için yorum yapmam doğru olmaz. Ama radyoda biz çok özgür bir yayıncılık yapabiliyorduk. O yüzden çok seviyordum burada çalışmayı. Fakat gelinen noktada artık çalışamaz hale geldik. Çünkü burada, Süzer Plaza’da bir tabldot yemek 175 lira. Bizim günlük yemek paramız 85 lira. Yani bir gün yiyip bir gün aç geçirmemiz gerekiyordu. Aslında onların verdiği yemek parasıyla geçinmeye kalktığımızda kendi cebimizden yemeye başlıyorduk. Yemek, kira, fatura bilmem ne derken artık ay sonunu getiremez hale geldik. Kredi kartlarıyla, kredilerle ve bir şekilde aileden gelen desteklerle şöyle böyle geçinmeye çalışıyorduk. İstanbul gibi bir yerde hem de.
Bizim kaybetmeye niyetimiz yok. Daha önce de söylediğim gibi biz kararlıyız ve buradayız. Gerisini Sputnik düşünsün.
Sedat Durel: Size bu düşük maaşlar verilirken Süzer Plaza’da çok daha yüksek bir kirayla lüks bir ofise taşındı.
Ali Isıyel: Tabii Sputnik’in kesinlikle mali problemleri yok. Yenibosna’dan Süzer Plaza’ya taşındı. Buranın aylık kirası 600 bin lira civarında. Sendikanın teklifini kabul etselerdi bütün yan haklar, vergiler dahil olmak üzere işverene hepimizin ek maliyeti 500 bin lira civarında olacaktı. Yani buranın bir ay kirasından yüz bin lira daha az olacaktı. Ankara, İstanbul toplam böyle olacaktı. Fakat bunu kabul etmediler. Şimdi verdikleri ve verecekleri tazminatlar (sendikal tazminatlarımızı alacağız, mahkemeyi kazanacağız, işe geri dönüşü alacağız, oradan dolayı bir güçlü tazminat kazanacağız) düşünülünce bizim istediklerimizden çok daha fazla parayı daha şimdiden harcamış oldular. Yeni işçi alıyorlar, yine işçilere para veriyorlar. Muhtemelen içeride kalanları içeride tutabilmek için daha yüksek maaşlara geçtiler. Yani kesinlikle bir maddi problem yok burada. Tamamen sendikalaşmaya karşı bir tutum var.
Sputnik’te başta söylediğim gibi ciddi bir örgütlenme başladı. Bu, zorunluluktan kaynaklanan bir örgütlenmeydi. Çünkü artık basın sektöründe maaşlar çok düşük. Birçok insan güvencesiz çalışıyor. Hatta şöyle şeyler de oluyor. Asgari ücret verip bir kısmını elden geri alan basın kuruluşları dahi var. Yani Türkiye’de çok ciddi sıkıntıların yaşandığı basın kuruluşları var. Birkaç ay maaş alamayanlar var ki bu dönemde bir ay bile maaş alamamak, aç kalmak demek artık. Yani dibine kadar borca girip belki bir sene bu borçtan kurtulamamak demek. Gün geçtikçe, bizim burada direncimiz arttıkça insanların, bizim meslektaşlarımızın da korkularının kırıldığını fark ediyoruz. İlk günden beri zaten birçok kurumda çalışan arkadaşlarımız bize sürecimizi soruyorlar. Kendileri de yaparlarsa neyle karşılaşacaklarını öğrenmek adına dinliyorlar bizi. Biz burada direndik ve bizim bu direnişimiz kamuoyu gözünde meşru. Artık sektördeki arkadaşlarımız da korkmadan bize açıktan destek vermeye başladılar ve bunun sonucunda da belki kendi içlerinde de konuşmaya başlamışlardır. Henüz gerçekten buranın sıcağıyla diğer kurumlardaki arkadaşlarımız ne durumdalar, içerde bir çalışma başlattılar mı bilmiyorum. Bunları konuşamadık. Fakat bize gelen sorular, insanların bize açıktan destek vermeye başlamaları korku duvarının yıkıldığını gösteriyor. Kimse kendi kurumundan dışlanır diye korkmuyor, bize destek verebiliyor. İsim vermek istemiyorum, bir basın kuruluşunda bizim buradaki grevimiz başladıktan 3-4 gün sonra ufak bir iş bırakma tehdidiyle arkadaşlarımız maaşlarına ciddi bir miktarda zam aldılar.
Yani aslında bizim burada verdiğimiz mücadele diğer yerlerde de patronlara bir korku veriyor. Çünkü belki Rus devleti bununla daha güçlü bir şekilde baş edebiliyor ki onların da dayanamayacak bir noktaya geldiğini göreceğiz. Bu da görünüyor artık ufukta.
Diğer basın kuruluşları ile aramızdaki bir fark, direnişimizin zorluğu da şu, bunu da anlatmak isterim. Radyo Sputnik veya haber ajansı herhangi bir şekilde reklam almıyor. Sonuç olarak buradaki etkileşimin düşmesi, yayınların aksaması vs. reklam verenler tarafından bir baskı oluşmasına sebebiyet vermiyor. Biz bununla da yüzleşiyoruz. Fakat diğer kurumlarda böyle bir durum söz konusu değil. Oradaki tıklamalar düştüğü zaman alacakları reklam geliri de düşer. Bazı reklamlar kesilir, bazı yerler grevin olduğu bir yerde reklam vermek istemeyebilir. Mesela belediyelerden bahsediyorum. Bu tarz şeyler yaşanabilir. Aslında bizim meslektaşlarımız bize göre çok daha güçlü bir şekilde örgütlenebilir ve farklı mücadele araçlarını da kullanabilirler. Biz belki burada aylarca duracağız. Yani geri adım atmayacağız hiçbir şekilde. Ve burada olduğumuz sürece de oranın yayınlarının grev sayesinde durması için de elimizden geleni yapacağız. Sonunda da hep beraber kazanacağız. Bütün basın olarak kazanacağız. Biz burada kazanmak zorundayız. Biz bunu bir zorunluluk olarak görüyoruz artık. Bu yüzden de bu kadar dirençliyiz. Biz bunu anladığımız için bu kadar güçlüyüz. Çünkü burada taşıdığımız sorumluluk sadece kendi sorumluluğumuz değil. Bizim mücadelemiz bizden öte bir noktaya gelmeye başladı. Aynı zamanda bizim burada kazanacağımız bir tabloda basın da hareketlenecek, bizim burada kaybedeceğimiz bir tabloda da belki bir umut kırıklığı ortaya çıkacak. O yüzden bizim kaybetmeye niyetimiz yok. Daha önce de söylediğim gibi biz kararlıyız ve buradayız. Gerisini Sputnik düşünsün.
Gerçekten dünya tarihi, sınıfsal ayrımların tarihiymiş.
Sedat Durel: Son sorum şu, 32 gündür direniyorsun. Ve biz biliyoruz ki direniş en büyük okuldur. Bu soruyu zaman geçtikçe sana yeniden sormak istiyorum. Bu 32 gün içerisinde direniş okulundan öğrendiğin en önemli şey ne oldu?
Ali Isıyel: Benim için en büyük ders şu oldu: Herkes her şeyi yapabiliyormuş, onu görmüş oldum! Para çok güçlü bir etkenmiş, onu görmüş oldum insanların davranışlarında ve eylemlerinde. Burada para için, rahat yaşamak için… Rahat yaşamak demeyeyim, daha rahat yaşamak için, işte yazlığı olan, evi olan, son model arabası olan, eşi de çalışan, çocukları okumuş, artık ununu elemiş, eleğini asmış diyebileceğimiz, büyük ihtimalle kenarda da ciddi anlamda birikimi olan gazeteciler maaşı kirasına denk genç gazetecilere akıl vermeye kalkıyorlar. Kendileri tepki görmesin diye bizi yoldan çıkarmaya çalışıyorlar. Kendi ikbali için genç gazetecilerin haklı mücadelesini değersizleştirmeye çalışıyorlar. Bazı insanların hiç değişmediğini gördük. Mesela zamanın “yetmez ama evet”çilerinin, Taraf yazarlarının bugün yine en ufak bir emek mücadelesinde yine patrondan taraf olduklarını gördük. Aynı zamanda daha önce grev kırıcılığı yapan, daha önce birlikte çalıştığı insanların ayağını kaydıran bazı isimlerin yine burada grev kırıcı olarak çalıştıklarını gördük. Aynı zamanda da basın sektörü içinde bencil, egoist olarak tanınan kişilerin, ne kadar kolektif mücadelenin, örgütlü mücadelenin öneminden dem vursa da günü geldiğinde bundan imtina ettiklerini ve bunun için kendilerinin de grev kırıcı konumuna düşmemek için işçileri nasıl acımasızca hedef aldığını gördük. Yani aslında bu grevin bize öğrettiği en önemli şey biz gazetecilerin de mavi yakalılardan hiçbir farkı olmayan birer işçi olduğunu anlamak oldu. Bir de gerçekten ama gerçekten dünya tarihi, sınıfsal ayrımların tarihiymiş, bunu bir kere daha görmüş oldum.
Sedat Durel: İşçi sınıfından yana olan herkes için çok güzel ve düşündürücü bir son söz oldu. Yine de benim sormayı kaçırdığım ve senin eklemek istediğin bir şey var mıdır? Paylaşmak istediğin son bir mesajın?
Ali Isıyel: Süzer Plaza’nın önündeyiz biz her gün, her sabah buraya geliyoruz. Akşama kadar buradayız. İstanbul’da Süzer Plaza’da, Ankara’da Koç Kulelerinin önünde, Söğütözü’nde arkadaşlarımız. Biz dükkânı 10’da açıyoruz, akşam 5’e kadar buradayız. Bazen 5’ten biraz daha 6’ya, 6.30’a sarktığı oluyor. Bazen burada oturmak keyifli geliyor, daha da uzatıyoruz. Bizi burada ziyaret etmeniz bizim için çok önemli. Çünkü uzun süre grev yapmak gerçekten fiziksel olduğu kadar psikolojik olarak da yıpratıcı olabiliyor. Çünkü biz burada sadece oturmuyoruz, aynı zamanda içeriye de bir kavga veriyoruz. Biz nasıl onların sinirlerini bozuyorsak, nasıl onları geriyorsak onlar da aynı şekilde bizim sinirlerimizi bozup bizi geriyorlar. Az önce yaşadığımız olay da bunun en ufak örneklerinden bir tanesiydi. O yüzden buraya gelmeniz çok faydalı. Özellikle Ankara’daki çalışan sayısımız da çok az, işten çıkarılan sayısı da haliyle az. Onların orada yalnız bırakılmaması bizim için çok değerli. Bizi burada yalnız bırakmamamız bize güç verir, motivasyon verir, devam etme azmi verir. Aynı zamanda da sosyal medya üzerinden bu grev kırıcıların attığı tweet’lerin altına yapacakları yorumlara, bize yapacakları destek açıklamalarına, tepkilerimizi kullanarak, #SputnikGrevde ve #SputnikeSendika hashtag’lerini kullanarak atacakları tweet’lere ihtiyacımız var. Aynı zamanda da Sputnik’e çağrılan insanların konuk olmaması, demeç vermemesi bizim için en büyük destek olacaktır. Okurlardan gittikleri her yerde de bu okuduklarınızı, bizim mücadelemizi anlatmalarını isteriz, istirham ederiz.
Yorumlar kapalıdır.