Krizin faturasını ödememek için…
Seçimlerin geride kalmasıyla ülkenin iki ana gündem maddesi olan ekonomik yıkım tablosu ve Tek Adam Rejimi’nin baskı politikaları yeniden temel tartışma konuları haline geldi. Ülkenin yoğun gündemi içinde pek çok önemli gelişme hızla unutulabildiğinden, bir gerçeği yeniden hatırlatmakta yarar var. Normal şartlarda 16 ay daha iktidarda kalacak olmasına rağmen, Saray’ın baskın seçim kararı alarak ülkeyi seçimlere götürmesinin ardında çok önemli bir sebep bulunuyordu: Açığa çıkmak üzere olan devasa ekonomik yıkımın sonuçlarıyla yüzleşmeden ve muhalefeti hazırlıksız yakalayarak, çürümüş iktidarının ömrünü uzatmak.
Seçimlerin ardından OHAL sözde kaldırıldı. Ne var ki, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin tüm boyutlarıyla hayata geçmesi ve “OHAL sonrası düzenlemeleri” adı altında çıkartılan yasalarla, OHAL yeni rejimin olağan bir niteliği haline geldi. Bunlar arasında Cumhurbaşkanı’nın kararnameler yoluyla, Meclis’i devreden çıkartarak kararlar alabilmesi, yargının Saray’a daha sıkı biçimde bağlanması, KHK’lerle ihraç edilenlere işe geri dönüş yolunun kapatılması, valilere olağanüstü yetkiler tanınması gibi başlıklar sayılabilir.
Olağanlaşmış OHAL rejimi karşısında burjuva muhalefet, “Majestelerinin Muhalefeti” rolünü oynamaya şimdiden hazır. Parlamentonun Saray’ın bir dekoru haline getirildiği Tek Adam Rejimi altında Kılıçdaroğlu, halen parlamentonun güçlendirilmesinden bahsediyor. Eğer bu konuda, Erdoğan Meclis’e girdiğinde ayağa kalkmamaktan daha güçlü bir protesto yöntemi düşünmüyorsa, bu konuyu Erdoğan’ın ihsanına havale etmiş görünüyor. HDP ise bir yandan üzerinde süregiden siyasi baskılardan, diğer yandan işçi düşmanı baskı rejiminden çıkış için sahici bir siyaset üretememesinden dolayı, etkisiz bir parlamenter muhalefet cenderesine hapsolmaktan henüz çıkamamış durumda.
Öte yandan, Erdoğan’ın seçim zaferi ekonomik yıkım tablosunun tersine çevrilmesini sağlayamayacak. Devasa orandaki dış borç ve cari açık, Türk lirasının önlenemeyen düşüşü, yüzde 15’e ulaşan enflasyon, yüksek işsizlik oranları, kaçınılmaz ve çok şiddetli bir ekonomik krizin habercileri niteliğinde. “Yerli ve milli”, üst akla ve emperyal güçlere kafa tutmakla övünen Erdoğan rejimi, borcun çevrilebilmesi için üst aklın ve “dış mihrakların” başkentlerinin yollarını önümüzdeki dönemde bol bol aşındıracak.
Hollanda ile ilişkilerin normalleştirildiğinin duyurulması, bu yeni ve şaşırtıcı olmayan 180 derecelik dönüşün ilk işareti sayılmalı. Bunun bir sonraki adımı IMF ile ilişkilerin “normalleştirilmesi” olursa, bu gelişme de hiç şaşırtıcı olmayacak. Ülke ekonomisinin bir enkaz haline getirilmesi sonucunda, IMF’li veya IMF’siz, Saray rejiminin önümüzdeki günlerde ekonomik yıkımın faturasını emekçi halka ödetecek kemer sıkma politikalarına girişmesi kaçınılmaz.
Saray rejiminin “acı reçetesinden” kaçınmanın kolay bir formülü bulunmuyor. Rejimin ekonomik karşıdevrim saldırısı yalnızca işçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin seferberliğiyle püskürtülebilir. Bunun fazlasıyla farkında olan Saray, böylesi gelişmelerin önüne geçmek için şimdiden önlemlerini alıyor. Sendikaları devlet güdümüne sokan yeni adımlarla bağımsız sendikacılığın tamamen ortadan kaldırılmasına dönük girişimler, grev yasakları, toplantı ve yürüyüşlerin valilik kararlarıyla iptal edilmesi gibi uygulamalar yeni rejim tarafından şimdiden hayata geçirilmiş halde. Bununla birlikte tarih, meşru olmayan yasaların kitlelerin gücüyle çöpe gönderildiği örneklerle dolu. Mevcut durumda, sosyalist solun ve işçi örgütlerinin üzerindeki sorumluluk çok daha ağır. Vakit geçirmeden, eylem birliklerine dayalı sahici bir mücadele planının örülmesi için kolları sıvamalıyız.
Yorumlar kapalıdır.