Ziller kimin için çalıyor?

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) dünya genelinde yaşanan Covid-19 salgını nedeniyle 13 Mart’ta kapatılan okulların 21 Eylül’de açılacağını duyurdu. Aslında ilk duyuru okulların 31 Ağustos itibarıyla açılacağıydı. Ancak salgının son süreçte hızlanarak yayılması ve vaka sayısındaki artışlar bu ertelenmenin yaşanmasında etkili oldu.

Bakanlık bu ertelemeleri mart ayında da yapmıştı. Önce okulların mart sonuna kadar kapalı olacağını duyurmuş, daha sonra nisan ayı ve en nihayetinde eylüle kadar okulların açılmayacağını duyurmuştu. Ardından ise henüz altyapısı yeterli olmayan “uzaktan eğitim” uygulamaları ile eğitim hizmetleri devam ettirilmeye çalışılmış ancak yine birçok olumsuzlukla karşılaşılmıştı. Eğitim emekçileri, veliler ve öğrenciler tarafından kullanılmaya çalışılan uzaktan eğitim araçları kısa süre içerisinde çökmüş ve belirli kısıtlamalara gidilerek işler kör topal devam ettirilmiş, böylelikle haziran ayına ulaşılmıştı.

Hükümet “normalleşme” adımları kapsamında hayatın “normal akışına” dönmesi için tüm önlemleri rafa kaldırırken, bu durum düşmesi beklenen vaka sayılarını artırdı. Aynı durum dünyadaki diğer ülkelerde de bu şekilde oldu ve tüm dünyada vaka sayıları ve ölümler arttı. Tüm bu olumsuz gelişmeler yaşanırken Milli Eğitim Bakanlığı bürokratları ne yaptı peki? 31 Ağustos’ta okulların açılacağını, yüz yüze eğitimlerin başlayacağını ilan eden bakanlık yaz boyunca dişe dokunur hiçbir çalışma yapmadı. Tüm planlarını ülkedeki genel durum üzerine şekillendiren MEB bürokratları, tüm kötü gidişata rağmen okulları açma konusunda oldukça kararlı görünüyor.

Peki, Covid-19 salgını tüm dünyada yaşamın tüm alanlarını olumsuz yönde etkilemeye devam ederken ve henüz bu hastalık için kesin bir tedavi yöntemi bulunamamışken neden MEB okulları açma konusunda bu kadar ısrarcı davranıyor?

Bu sorunun cevabı, salgın tüm ülkeyi kasıp kavururken hayatı “normalleştirme” adımları atan AKP hükümetinin ve onun özelinde tüm kapitalist devletlerin benzer adımlarında bulunabilir: Kapitalist ekonomi çarklarının dönmesini sağlamak…

Salgın nedeniyle kapitalist çarkların durması sadece üretim sektöründe olmuyor. Hizmet sektörü, salgın nedeniyle ortaya çıkan kısıtlamalardan üretim sektörüne göre daha fazla etkilendi. Kendisi de özel okul sahibi olan Milli Eğitim Bakanının en büyük endişesi de eğitim “sektörünün” çarklarının işlememesi. Eğitime bir insan hakkı, kamusal bir hizmet alanı olarak bakmayan AKP hükümeti ve onun Eğitim Bakanı için okulların bir an önce açılması ve “sektörün” çarklarının dönmesi gerekmekte. Hasta olacak çocuklar ya da çocukların evlerine taşıyacakları virüs nedeniyle ölecek insanlar, hastalanacak ya da ölecek eğitim emekçileri hükümet yetkililerinin gözünde sadece birer sayıdan ibaret. Tüm bu anlatılanların neticesinde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki 21 Eylül’de ziller öğrenciler ya da eğitim emekçileri için değil özel okul sahipleri, servis şirketleri, eğitim alanında malzeme üreten fabrika patronları için çalacaktır. Gerekli sağlık önlemleri alınmadan okulların açılması demek ise salgının daha da hızlı bir biçimde yayılmasına neden olacak, emekçilerin yaşamı tehdit altında olacaktır. Bu nedenle tüm emekçilere düşen en büyük görev bu çarkın tekerine çomak sokmak, patronların kâr hırsına çocuklarını kurban etmemek olacaktır. Gerekli sağlık önlemleri alınmadan okulların açılmasına karşı durmak bir yaşam hakkı savunusu haline gelmiştir.

Yorumlar kapalıdır.