İşçilerin Uluslararası Birliği – 4. Enternasyonal’in Meksika seksiyonu Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) örgütünün ulusal önderlerinden ve kadın hareketinin parçası Leda Victoria ile 28 Eylül Yasal Kürtaj için Küresel Mücadele Günü kapsamında dünya çapında ve Türkiye’de 28 Eylül gününün önemini, pandemi ve ekonomik kriz koşullarında kadınların küresel çapta kürtaj ve sağlık hizmetlerine erişim koşullarını değerlendirdik. Altyazılı olarak Youtube üzerinden de izleyebileceğiniz bu röportajın tam metnini aşağıda okurlarımızla paylaşıyoruz.
Röportaj: Sena Aydın
Öncelikle bize 28 Eylül gününün ne olduğundan, günün tarihi anlam ve öneminden bahsedebilir misin lütfen?
Tabii ki. Öncelikle bu röportaj için İşçi Demokrasisi Partisi’ne teşekkür etmek istiyorum. Bu şekilde karşılıklı deneyimlerimizi paylaşma, size Meksika’dan ve genel olarak Latin Amerika’daki güncel durumdan bahsetme imkânı bulmak bizim için çok değerli. Soruna dönecek olursam, 28 Eylül, yani Yasal Kürtaj için Küresel Mücadele Günü, 1990 yılında 5. Latin Amerika ve Karayipler Feminist Buluşması sırasında ortaya çıktı. 28 Eylül, aslında ilk olarak, Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar için Yasal Kürtaj Hakkı Günü idi. Ancak bugün sırasında yapılan etkinlik ve eylemlerin geçen her seneyle birlikte farklı ülkelere yayılmasıyla, özellikle 2009 yılında 28 Eylül’ün Avrupa ve Afrika ülkeleri tarafından da tanınmasıyla birlikte 28 Eylül, Yasal Kürtaj için Küresel Mücadele Günü’ne dönüştü. Tüm dünyaya yayıldı, dünyanın her yerinden kadınlar olarak sokaklara çıkarak, tüm hükümetler karşısında bedenlerimiz ve cinsel hayatlarımız hakkında karar verme hakkımızı ve kürtajın yasallaşmasını talep etmeye başladık.
Bugünün tarihi aslında 28 Mayıs 1987 yılında gerçekleşen Uluslararası Kadın Sağlığı Buluşması’na ve bu buluşma sırasında 28 Mayıs’ın Uluslararası Kadın Sağlığı Hareket Günü olarak ilan edilmesine de dayanıyor. Bu buluşma ertesinde kadınların sağlık hakkı talebinin görünür olması, yasal ve güvenli kürtaj hakkı talebinin de zeminini hazırlamış oldu. 1987 yılından beri her sene dünya çapında çoğunluğu en yoksul ülkelerde olmak üzere yarım milyondan fazla kadının gebelik, doğum, merdiven altı kürtaj ve yoksullukla ilgili nedenlerden dolayı hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Yani hükümetlerin bu durum karşısında sorumluluk almayı reddetmelerinin özellikle emekçi ve yoksul kadınlar nezdinde faturasının oldukça ağır olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla feminist hareket bu koşullar nedeniyle kadın sağlığına yönelik bu tarz seferberlik günleri ortaya koyuyor. Örneğin, sağlık hakkı için ilan edilen 28 Mayıs günü de Meksika’da bir mücadele günü olarak görülüyor. Feminist yaklaşımı olan, hiçbir şiddet ve ayrımcılığa uğramadan sağlık sistemlerine erişebilmek adına eylemler düzenliyoruz. Yani, küresel mücadele günü olan 28 Eylül gününü bu şekilde temellendirebiliriz.
Covid-19 ve ekonomik kriz kapsamında kadınların sağlık ve kürtaj hakkına erişimi konusunda Meksika’daki ve genel olarak dünyadaki güncel panoramadan bahsedebilir misin bize biraz?
Öncelikle şunu belirtelim. Merdiven altı ve yasal olmayan kürtaj uygulamaları konusunda pandemi öncesinde de oldukça kötü bir durumdaydık. Mesela Latin Amerika’da gerçekleşen kürtajların %95’i güvenli olmayan merdiven altı kürtajlardı. Bu, binlerce kadının güvenli ve sağlıklı olmayan kürtaj uygulamaları nedeniyle hayatını kaybetmesi anlamına geliyor. Dediğim gibi bu pandemi öncesindeki durum. Buna ek olarak binlerce genç kızın içinde olduğu koşullardan da bahsetmemiz gerek. Yani 11-18 yaş arası, reşit olmayan birçok genç kızın cinsel istismar, tecavüz ya da cinsel eğitim ve doğum kontrol yöntemlerine erişim eksikliği nedeniyle gebe kalmasından bahsediyorum. Bu durum da pandemiyi önceliyor. Aynı şekilde bizim mücadelemiz de pandemi nedeniyle ortaya çıkmadı. Ama şu an ekonomik krizle de birleşen bu sağlık acil durumu, senin de işaret ettiğin gibi kadınların koşullarını daha güvencesiz hale getirdi. Kadına yönelik şiddetin artmasıyla karşı karşıyayız. Kadınlar olarak bir yandan en güvencesiz, en fazla sağlık sistemine erişim imkânı olmayan, en düşük ücretlere sahip işlerde biz çalışıyoruz. Bu durum güvenli kürtaja erişimimizi de doğrudan etkiliyor. Çünkü bu koşullar altında bütçemiz ancak merdiven altı ve güvenli olmayan kürtaj uygulamalarına yetiyor. Çünkü özel kliniklerdeki güvenli kürtaj hizmetlerine verecek paramız yok. Özel klinikler diyorum çünkü genel olarak hükümetler bu konuda sorumluluk almıyor, ya da tersine kürtajı kriminalize ediyor. Kürtajın yasal olduğu durumlarda ise tüm kadınların güvenli ve ücretsiz kürtaja erişimini garanti altına alacak bütçeleri sunmuyorlar.
Yani bir yanda bu ekonomik koşullar var diyebiliriz. Örneğin burada Meksika’da işçi sınıfının ya da genel olarak aktif çalışan nüfusun %50’sinden fazlası kayıt dışı ekonomik sektör içinde çalışıyor. Yani sosyal güvenliğe erişimleri ve düzenli işleri yok; gün be gün geçimlerini sağlıyorlar. Ve bu nüfusun çoğunluğunu biz kadınlar oluşturuyoruz. Kadınlar olarak bu koşullara maruz kalıyoruz. Bu koşullar pandemi döneminde kadına yönelik şiddetle de iç içe geçmiş durumda. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre Meksika’da pandemi döneminde cinsiyete dayalı şiddet %70 oranında arttı. Bu oranın örneğin Arjantin’de %48 olduğu söyleniyor. Meksika’da kadına yönelik şiddete karşı acil yardım hattı pandeminin başından beri 108.778 kez arandı. Bu tarz aramaların, yani karantina koşulları altında hane içi şiddete maruz kalan kadınların yaptıkları aramaların %20’lerden %40’lara kadar çıktığı söyleniyor. Ek olarak gene çocuklara yönelik şiddet ve istismar vakalarından da bahsetmemiz lazım. Meksika’da çocuklara yönelik cinsel istismar oranı sadece 2018 yılında %40’dan %70’lere yükseldi. Pandemi dönemine dair tam ve resmi veriler maalesef ki elimizde yok, ama bu oranın bu dönemde de azalmayıp arttığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Hele ki kadın cinayetlerindeki düzenli artışı da göz önüne alırsak… Örneğin 2018 yılındaki resmi verilere göre sadece temmuz ayına kadar 566 kadın cinayeti yaşanmış. Pardon yanlış söyledim. Bu sayı bu sene yaşanan kadın cinayetlerinin sayısı. Geçen sene aynı dönemde bu sayı 537 olarak kaydedilmiş. Yani bir artıştan söz ediyoruz. Bu Meksika’da her gün ortalama 11 kadın cinayeti yaşandığı anlamına geliyor. Pandemi öncesinde günde 10 kadın cinayeti yaşanırken bu sayı pandemiyle birlikte 11’e yükselmiş.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ergen gebeliği konusunda da üst sıralarda olan ülkelerden biriyiz. Bu durum maalesef ki söz konusu çocuk pornosu ve seks işçiliğine zorlanan bireyler olduğunda da böyle. Pandemi koşulları altında bu alanlarda da herhangi bir iyileşme yaşanmadığı ortada. Bu şiddet koşulları altında, yani karantinayla birlikte artan cinsiyete dayalı şiddet ve cinsel şiddet koşulları altında, kürtaj biz kadınlar için hayati önem taşıyor. Güvenli kürtaja erişim hakkının önemi katlanarak büyüyor. Latin Amerika kıtasının geri kalanında da durumun oldukça benzer olduğunu söyleyebiliriz. Şiddet arttı, yoksulluk arttı ve bunlara bağlı olarak istenmeyen gebelikler de arttı. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler pandeminin ilk senesinin dünya genelinde 15 milyon istenmeyen gebelikle sonuçlanacağını açıkladı. Tabii bunun nedeni daha önce de söylediğim gibi cinsel şiddet, tecavüz, doğum kontrol yöntemlerine ve cinsel eğitime erişim eksikliği. Yani biz kadınların güncel olarak maruz kaldığı koşullar bunlar.
Ve bu koşullar altında biz kadınların kürtaj hakkına erişiminin oldukça önemli olduğunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Ama yaşanan durum bunun tam tersi. Pandemi süresince gördük ki, Meksika hükümeti ya da Arjantin’deki Fernandez hükümeti gibi “ilerici” olduklarını iddia eden hükümetler aslında ikiyüzlü söylemlere sahipler. Yani bir yandan kadın hakları yanlısı gibi görünürken, diğer yandan da pandemiyi fırsat bilerek ülkenin farklı bölge ve eyaletlerinde kürtajı kriminalize etmeye ve örneğin Meksika’da 2018 yılında yükselen kürtaj hakkı mücadelesinin önünü kesmeye çalışıyorlar. Diğer ülkelerde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump yanlısı eyalet valileri yasal kürtaj konusunda geri adım atmaya çalıştılar. Orada kürtaj yasal olsa da bu hakkın feminist hareket tarafından sürekli savunulmaya devam edilmesi gerekiyor. Teksas, Oklahoma, Alabama, Ohio, Arkansas gibi Trump sempatizanı Cumhuriyetçi eyaletlerde kazanılmış bu hakka sürekli saldırılıyor. Yani toparlarsak hükümetlerin bizim kendi bedenlerimiz hakkında karar verme hakkımıza ve yasal kürtaj hakkımıza tam anlamıyla saygı duymak gibi bir niyetleri hiçbir şekilde yok. Aksine, niyetleri kazanımlarımızı da elimizden almak.
Burada yani Mexico City’de isteğe bağlı kürtaj 2007 yılında yasallaştı. Şu an gebeliğin 12. haftasına kadar isteğe bağlı olarak kürtaj ile gebeliğimizi sonlandırabilme hakkımız var. Evet, kürtaj yasal ama pratikte pandemiyle birlikte bu hizmeti sağlamaya devam eden çok az sayıda klinik var. Özellikle de kürtaj yaptırmak isteyen kadın sayısını göz önüne aldığımız zaman. Çünkü başkent Mexico City’deki klinikler kürtaj hizmetini sadece burada yaşayan kadınlara sunmuyor. Ülkenin dört bir yanından kadınlar kürtaj yaptırmak için buraya geliyor, dolayısıyla bu hizmetten şu an çok sınırlı sayıda kadın yararlanabiliyor.
Yani isteğe bağlı kürtaj hakkımız hiçbir zaman olmadığı kadar gerekli ve acil, ama aynı zamanda bu hakkı kazanmak ve savunmak için mücadelemiz de hiçbir zaman olmadığı kadar güçlü.
Dünyanın dört bir yanında kadınların içinde bulunduğu koşullar bu şekildeyken, İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’den (İUB-DE) kadınlar olarak bizim 28 Eylül’de taleplerimiz neler?
İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’den kadınlar olarak, 28 Eylül’ü bir uluslararası mücadele ve kadın hareketi günü olarak her zamankinden çok sahiplenmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Ama bu kadın hareketinin hükümetlerden bağımsız bir hareket olması elzem. Haklarımızı savunmak konusunda ne mevcut hükümetlere ne de ana akım burjuva partilerine hiçbir şekilde güvenmiyoruz, çünkü kazanımlarımız konusunda bizi ileriye taşımayacaklar. Kadın mücadelesinin bu bağımsız karakterini kaybetmemesinin önemini üstüne basa basa vurgulamamız gerekiyor. Çünkü örneğin Meksika’da ya da Arjantin’de hala bu ikiyüzlü söylemlere sahip hükümetlere güvenen geniş bir kadın sektörü ve nüfusundan söz edebiliriz. Ama bu hükümetlerin kadın düşmanı ve erkek-egemen yüzleri her seferinde daha çok ortaya dökülüyor.
Bu noktada şunu belirtmek isterim ki buradaki Lopez Obrador hükümeti pandemi döneminde kadına yönelik şiddete karşı ve kadın sağlığını gözeten tüm kamu programları ve hizmetlerinin bütçelerinde düşüşe gitti. Bu da yetmedi, kadınların pandemi sırasında aileleriyle ve Covid hastalarıyla ilgilenmesi gerektiği gibi bakım emeğini biz kadınların omuzlarına yıkan, hasta, yaşlı ve çocuk bakımını bir devlet sorumluluğu olarak değil, kadınların sorumluluğu olarak gören oldukça kadın düşmanı bir söyleme sahipti. Biz tam da bu tarz yaklaşımlar nedeniyle Lopez Obrador hükümetine asla güvenmiyoruz ve isteğe bağlı kürtajın tüm ülkede yasallaşması için 28 Eylül’de sokaklara çıkıyoruz. Mexico City ülkede isteğe bağlı kürtajın suç sayılmadığı 2 eyaletten biri. Diğeri de Oaxaca eyaleti. Orada da gebeliğin 12. haftasına kadar isteğe bağlı kürtaj, mücadelelerimiz sonucunda geçen sene yasallaşarak suç kapsamından çıkarıldı. Ama sadece bu kadar. Bu bizim için yeterli değil ve biz Meksikalı kadınların ihtiyaçlarına cevap verecek düzeyde de değil. Yapılan araştırmalara göre, Meksika’da 750 bin-1 milyon arası kadın merdiven altı kürtaj yaptırmak zorunda kalıyor. İşte bu yüzden bu hükümete güvenmiyoruz. Aynı Arjantin’de olduğu gibi. Orada da kız kardeşlerimiz 2018 yılında kürtajın yasallaşması için büyük “yeşil dalga” seferberliğini başlattılar ve bu seferberlik uluslararası bir etki ve yankı yaratarak diğer pek çok ülkede de benzer kadın seferberliklerinin başlamasına ön ayak oldu. Yasal kürtaj hakkı yasa tasarısı en sonunda bu sene Arjantin Meclisi’nin önüne geldi ama gördük ki hiçbir düzen partisi, Peronistler de dahil olmak üzere, kadınların bu hakkını garanti altına almak istemiyor ve “ilerici” geçinen Arjantin hükümeti kürtajın yasallaşmasının önünü kesiyor. Kadın hareketi tarafından oluşturulan yasa tasarısının karşısında alternatif tasarılar yaratıyor. İşte bu yüzden Arjantinli yoldaşlarımız kürtaj hakkını Meclis koltuklarında oturan siyasilere ve düzen partilerine güvenerek değil, sokaklara çıkarak kazanacağız diyorlar. Bu örnekte de gördüğümüz gibi 28 Eylül’ün kadın hareketinin bağımsız bir mücadele ve haklarımızı talep etme günü olması oldukça önemli. Ve de tabii ki bu mücadelenin uluslararası olması da gerekiyor. Çünkü bizim burada Meksikalı kadınlar olarak yaşadıklarımızı siz de orada iktidarını kaybetmemek adına asla kadın haklarını tanımaya yanaşmayacak oldukça baskıcı bir hükümet altında Türkiyeli kadınlar olarak yaşıyorsunuz. Bu durum İspanya Devleti’nde de böyle, Arjantin’de, Brezilya’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de… Dolayısıyla mücadelemiz uluslararası bir mücadele olmalı.
Taleplerimizden bir diğeri de kadın mücadelelerinin kriminalize edilmesine son verilmesi. Biz buna çok fazla maruz kalıyoruz, biliyorum siz de orada aynı şeyi oldukça şiddetli yaşıyorsunuz…
Evet, biz bu durumu oldukça yakından tanıyoruz…
Neredeyse yaptığımız her eylemde kadınlar olarak polis baskısı ve şiddetine maruz kalıyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde Meksika’nın kuzeyinde kalan Chihuahua eyaletinde Dana adında bir kadının öldürülmesi üzerine kız kardeşlerimiz kadın cinayetlerini protesto etmek için sokağa çıktılar ve oldukça şiddetli bir polis müdahalesiyle karşılaştılar. Bir yandan da kendisini “ilerici” olarak göstermeye çalışan Lopez Obrador hükümeti, onu sorguladığımız, kendisine karşı pozisyon alıp taleplerimizi yükselttiğimiz için kadın hareketini muhafazakâr olmakla, arkasında hükümete zarar vermeye çalışan muhafazakâr, sağcı güçleri barındırmakla suçluyor. Kendisi “ilerici ya, biz “muhafazakâr” oluyoruz! Kadın mücadelesi ve feminist dalga giderek büyüyüp yükseldikçe hükümetler biz kadınlara karşı bu tarz baskıcı ve kriminalize etmeye dayalı politikalara başvuruyorlar. Bu baskılara son verilmesini talep ediyoruz. Kürtaj yüzünden tutuklanan ya da ölen bir kadın daha istemiyoruz diyoruz. Bu kriminalize etme politikaları kürtajın suç sayılmasıyla doğrudan bağlantılı bu yüzden kadınlara yönelik tüm cezai politika ve baskılar son bulmalı diyoruz.
Meksika’da isteğe bağlı kürtajın yasal olup suç teşkil etmediği eyaletler olsa da, aynı zamanda kürtaj yaptırdığı için hükümlü olan 700’den fazla kadın var ve aralarından bazıları “kan bağı olan birini kasten öldürmek” suçlamasıyla 30 yıl hapis cezasına çarptırılmış durumdalar. Bu olabilecek en ağır suçlamalardan biri ve kadınlar olarak bu tarz suçlamalara maruz kalıyoruz. Dolayısıyla bu yüzden kürtaj yüzünden tutuklanan ya da ölen bir kadın daha istemiyoruz diyoruz ve kürtaj yüzünden tutuklanan tüm kadınların serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Aynı zamanda daha enternasyonalist karaktere sahip taleplerimiz de var. Örneğin karar verebilmek için cinsel eğitim, kürtajı önlemek için doğum kontrol yöntemlerine erişim ve ölmemek için yasal kürtaj hakkı talep ediyoruz. Güvenli, ücretsiz ve yasal kürtaj hakkı talep ediyoruz ve bunu derhal istiyoruz. Bu ödün veremeyeceğimiz acil talebimiz.
Ek olarak, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı ve devletler tam anlamıyla laik bir karaktere sahip olmalı diyoruz. Çünkü kürtaj yaptırdıkları için tutuklanan kadınlar hâkim karşısına çıktıklarında çoğu zaman ahlaki değerleri ihlal etmekle suçlanıyorlar, çünkü bu değerler üzerine yükselen ceza yasaları hala mevcut ve hakimler kürtajın isteğe bağlı olup olmadığına bu değerler üzerinden karar verip, kürtaj yaptıran kadınları bu şekilde yargılayabiliyorlar. Ve bu ahlaki yargılamaların yapılabilmesinde kilisenin rolü oldukça büyük. Örneğin Meksika’da sadece Katolik kilisesi değil, Protestan kilisesi de kürtaja karşı. Hristiyan ve kürtaj karşıtı sektörler sokağa çıkıp eylem yapıyor ve bu sektörler, her ne kadar Meksika kağıt üzerinde laik bir devlet olsa da devletten bütçe alıyorlar. Örneğin başkanlık ofisi tarafından kiliselere, kamu kaynaklarını kullanarak ahlaki değerler üzerine broşür dağıtma yetkisi verilmiş durumda. Bu broşürler tabii ki gerici, 50’li yıllardan kalma, kadınlara anneliğin kutsal, kürtajın suç olduğunu salık veren tarzda broşürler. Dolayısıyla din ve devletin birbirinden ayrılması, kiliselerin ve dini kurumların kamu politikalarına ve bizim kendimiz hakkında karar verme hakkımıza müdahale etmelerine son verilmesi gerekiyor.
Son olarak da pandeminin ve ekonomik krizin ortasında dış borçların ödenmesine ayrılan kaynakların kamu sağlığı için kullanılmasını, aynı şekilde sermaye sahiplerinden servet vergisi alınarak kamu hizmetleri için kaynak yaratılmasını talep ediyoruz. Bu pandemi bize kamu sağlığı sistemlerinin çökmüş olduğunu, toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılama kapasitelerinin olmadığını, sağlık emekçilerinin pandemiyle mücadelede yeterli ekipman ve kaynağa sahip olmadıklarını açıkça göstermiş oldu. Bu bütçe yetersizliği nedeniyle uygun çalışma koşullarına sahip olamadıklarından pandeminin kurbanlarından biri de onlar oldular. Kamu sağlığı sistemlerine daha çok bütçe ayrılması demek, biz kadınların yararlanabileceği feminist ve cinsiyet perspektifi üzerine kurulu hizmetlerin bütçelerinin de artması demek. Cinsel sağlık veya üreme sağlığı olsun, doğum kontrol yöntemlerine ihtiyacı olan her kadının erişebilmesi olsun, tüm kamu hastaneleri ve kliniklerinde güvenli kürtaj hizmetinin sunulabilmesi olsun, tüm bunlar için bütçeye ihtiyacımız var. Aslında tüm bunlar için kaynak var, ancak kar oranlarını koruma amacı güden kapitalist sistem altında bu kaynaklar birkaç sermayedarın ve finansal şirketin elinde toplanıyor. Dolayısıyla kadın sağlığı ve kadına yönelik şiddeti önleme amacı güden programlar için bütçe istiyoruz derken bunları kastediyoruz, ki hiçbir kadın bu pandemi koşulları altında kendisine şiddet uğrayan erkeklerle aynı ortamı paylaşmak zorunda kalmasın ve de şiddete uğradığı vakit ihtiyacı olan tüm kaynaklara erişebilsin.
Son olarak, buna zaten biraz değindin ama bize Meksika’da 28 Eylül günü için ne gibi eylem ve aktiviteler planladığınızdan bahsedebilir misin?
Bu pazartesi Mexico City’de büyük bir kadın eylemi gerçekleştireceğiz. Bu geniş ve fiziksel katılımlı bir yürüyüş olacak; planladığımız iki eylemden biri bu. Meksika’da laikliğin simgesi (Benito) Juarez’in anısına yapılan Hemiciclo a Juarez anıtından ülke başkanı Lopez Obrador’un başkanlık ofisinin bulunduğu Ulusal Saray önündeki Zocalo meydanına kadar yürüyeceğiz. Bu yürüyüşü planlarken değerlendirdiğimiz koşullardan biri de Lopez Obrador’un Zocalo meydanına girişleri kısıtlamış olmasıydı. Bunun bizim gösteri ve ifade özgürlüğümüzü kısıtlamaya yönelik bir girişim olmasından dolayı oldukça baskıcı bir uygulama olduğunu düşünüyoruz. Zocalo meydanında geçmişte de seneler boyunca eylem yapmak yasaktı ama farklı seferberliklerin çaba ve zorlamaları sonucu bu meydan eylemlere açılmıştı. Şimdi tekrar meydanın eylemlere kapatıldığı bir durumla karşı karşıyayız. 28 Eylül’de Ulusal Saray’ın olduğu Zocalo meydanına girmeye çalışacağız, ya da yürüyüşü Ulusal Yüksek Mahkeme’nin önüne doğru yönlendireceğiz. Bunun nedeni de Ulusal Yüksek Mahkeme’nin geçtiğimiz haftalarda ülkenin en çok şiddet yaşanan eyaletlerinden biri olan Veracruz eyaletinde kürtajın suç kapsamından çıkarılmasına yönelik talebi reddetmiş olması.
Bu seneki eylemin geçen seneki kadar büyük olmayacağını biliyoruz ama pandemiye rağmen sokak seferberliklerinden de vazgeçmememiz gerektiğini düşünüyoruz. Eylemi tüm gerekli hijyen ve güvenlik önlemlerini alarak gerçekleştireceğiz ve sokağa çıkacağız! Ülkenin farklı eyaletlerindeki kız kardeşlerimiz de yeşil fularlarıyla sokakları dolduracak ve farklı eylemlilikler gerçekleştirecekler.
Son olarak da sosyal medya üzerinden de bir yeşil fular eylemi gerçekleştireceğiz. Bu sosyal medya eylemi de düzinelerce farklı grup ve örgütün parçası olduğu 8 Mart Koordinasyon’u tarafından organize ediliyor. Yeşil fularlarımızı göstererek sosyal medyayı dolduracağız.
İUB-DE olarak da farklı ülkelerde bulunan seksiyonlarımızdaki kadınların sokaklara çıkacağını biliyoruz. Brezilya, Arjantin, Peru, Dominik Cumhuriyeti gibi ülkelerdeki yoldaşlarımız da bizim gibi sokaklarda seferber olacak. Aynı zamanda kadınlar olarak kürtaj konusunda yaşadığımız güncel deneyimleri ve mücadeleyi nasıl yükselttiğimizi paylaşmak adına uluslararası bir konferans da organize ettik. Bu konferans 26 Eylül Cumartesi günü saat 17.00’de İUB-DE’nin Facebook sayfasından canlı yayınlanacak. Tabii Meksika’ya göre saat 17.00’de, saat ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor, Türkiye saatiyle kaçta olacak tam bilmiyorum! Eğer Türkiyeli kadınlar olarak bize katılabilirseniz çok seviniriz. Bu uluslararası konferans kanalıyla içinde bulunduğumuz güncel koşullara yönelik pozisyonumuzu ve taleplerimizi paylaşıp yaygınlaştırmış olacağız. Şu an bir sağlık krizi ve ekonomik krizle karşı karşıyayız ve bu durum karşısında temel talebimiz krizlerin faturasını işçi sınıfının ödememesi. Buna emekçi kadınlar da dahil; emekçi kadınlar olarak bizler de bu krizlerin faturasını ödemeyi reddediyoruz. Zaten bu yüzden sokakları dolduruyor ve temel haklarımızdan biri olan kürtaj hakkımızı savunmaya devam ederek faturasını onlar (hükümetler) ödesin diyoruz.
Teşekkürler Leda. Şimdi izninle Türkçe olarak bir toparlama yapıp 28 Eylül’ün bizler için neden önemli olduğundan biraz bahsedeceğim.
Tabii ki.
Toparlamamız gerekirse, Türkiye’de kürtaj yasal olmasına rağmen aslında 28 Eylül bizim için de büyük bir önem taşıyor. Çünkü kürtaja erişimde fiilen ciddi engellerle karşılaşıyoruz. Devlet hastanelerinin çoğu ya kürtaj hizmeti vermiyor ya da başvuruları keyfi olarak geri çevirerek kürtaj hizmeti vermeyi tıbbi zorunluluk şartı arama bahanesiyle reddediyor. Özel hastanelerde ise kürtaj hizmeti için emekçi ve yoksul kadınların karşılayamayacağı ücretler talep ediliyor. Kısacası Türkiye’de kürtajın yasak olduğu algısı yaratılmış durumda. Yani kürtaj yasal ancak fiilen yasak diyebiliriz.
2012 yılında Erdoğan’ın kürtajı kriminalize eden söylemleri ve kürtaj yasağı getirecek bir düzenleme önermesi üzerine Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar seferber olup sokağa çıkmıştı. Bu düzenleme rafa kaldırıldı ancak bahsettiğimiz uygulamalarla kürtaj erişilemez hale getirildi. Bu durum bugün İstanbul Sözleşmesi kapsamında yaşadığımız sürece oldukça benzer. Yani var olan bir hakkımız fiilen uygulanmayarak elimizden alınıyor ve kadınlar olarak iktidar tarafından bu hakkın elimizden alınması tehditlerine maruz kalıyoruz.
Pandemi dönemine bakacak olursak da, salgının henüz ilk dönemlerinde yapılan araştırmalar bile 2020 yılında 3 milyon istenmeyen gebelik, 2,7 milyon gizli ve tehlikeli kürtaj ve 11 bin istenmeyen hamilelikle bağlantılı ölüm yaşanabileceğini ortaya koymuştu. Yani tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de binlerce kadının doğum kontrol yöntemlerine, cinsel sağlık hakkına ve kürtaja erişimi kısıtlanıyor veya engelleniyor. Pandemi döneminde kürtaj ve cinsel sağlık temel sağlık hizmetleri olarak değil, ertelenebilir müdahaleler olarak değerlendiriliyorlar. Emek, sermaye ve üretim politikalarını “en az 3 çocuk istiyoruz” diyerek din ve iman politikaları üzerinden kurgulayan, kürtajı cinayet olarak görüp “gerekirse kadın ölsün” diyen hükümet ise söz konusu kadınların cinsel sağlık ve kürtaja erişimi olunca hiçbir istatistik tutmadığı için pandemi döneminde kaç kadının fiili kürtaj yasaklarından etkilendiğini tam olarak bilemiyoruz bile.
Dolayısıyla pandemi olsun olmasın; yaşam hakkımız için yasal, ücretsiz ve güvenli kürtaj talebi ve aktif bir parçası olmadığımız 28 Eylül günü aslında bizler için de oldukça büyük bir anlam ifade ediyor. Yasal, güvenli, erişilebilir ve ücretsiz kürtaj mücadelesi Türkiye’de de feminist mücadelenin önemli ayaklarından biri olmaya devam edecek.
Çok teşekkürler Leda.
Bu röportaj için asıl ben teşekkür ederim. Mücadeleye devam!
Evet, mücadeleye devam!
Yorumlar kapalıdır.