Organize suçlar: Şebinkarahisar ve Ayvalık
Şebinkarahisar ve Ayvalık’ta maden işletmelerinin havuzlarından ağır metal yüklü atıksuların fışkırması, tedbirsizlik ve denetimsizlik sonucunda mümkün oldu. Suçlunun kim olduğunu artık herkes biliyor. Doğayı ve yaşamı umursamadan kârından başka bir şey düşünmeyip ekolojik yıkım yaratan şirketler ve bunlar üzerinde dişe dokunur hiçbir denetleme yapmayan hükümet, işlenen suçun bir numaralı failleridir.
İçeriği hakkında dört başı mamur bir bilgiye sahip olmasak da, yaşanan sızıntıların ciddi oranda ağır metal içerdiğini ve basında ifade edildiği üzere hasarın neredeyse bir nükleer sızıntı ile eşdeğer olduğunu söylemek mümkün. Maalesef olan oldu. Zararı hiçe indirmek artık mümkün olmasa da hasarın yayılmaması adına hâlâ yapılabilecekler var. Aynı zamanda yaşananlardan anlıyoruz ki, yeni “kaza”ların eli kulağında.
Giresun’daki felaket nasıl meydana geldi?
Giresun Şebinkarahisar’da Nesko Madencilik A.Ş’ye ait “Kurşun, Çinko, Bakır Ocağı ve Zenginleştirme Tesisi”nin atık havuzunda meydana gelen facianın bir suç olduğunda anlaşıyorsak, bu suçun organize bir suç olduğunu, adım adım örgütlendiğini de söylemeliyiz.
Organize suçun ilk adımı, hükümetin 2000’li yıllardan itibaren Nesko Madencilik’e çevre suçları işleme ruhsatı niteliğinde destekler sunması ile başladı. Türkiye’de ÇED raporu diye bilinen Çevre Etki Değerlendirme süreçlerinin hiç de sağlıklı işlemediği, ÇED olumlu raporu alan onlarca yıkımın olduğunu biliyoruz. Ancak Nesko için böylesi dolambaçlı yollara bile girilmedi. O yıllardan beri şirket pek çok çalışmasında Çevre Etki Değerlendirme süreçlerinden kapsam dışı bırakılmıştı. Bu büyük jokere sahip olan şirket bu sayede pek çok yatırım ile büyük yıkımlar yaratırken, aynı kartı oynayıp yakın dönemde Şebinkarahisar’daki işletmesinde izin almasına gerek kalmaksızın kapasite artırımına gitti. Gerçekleşen kapasite artırımına dayanamayan siyanür dahil ağır metal dolu atık havuzu resmen patladı ve böylece büyük bir ekolojik yıkım başladı.
Yıkımın boyutlarını hâlâ tam olarak bilmiyoruz çünkü bakanlık yetkilileri bölgede ne su ne de toprak kirliliğine dair bir araştırma yaparak kamuoyuna açıkladılar ve gerekli tedbirleri almaya yöneldiler. Köylülerin tepkisinin basın, yerel direnişçiler ve çevre örgütleri aracılığı ile tüm topluma yayılmasının karşısında bakanlık şirketi en üst düzeyde cezalandırdığını ilan etti. Darbeyi eniştesinden öğrenen cumhurbaşkanının bakanlığı sisteme yakışır bir şekilde kazayı sosyal medyadan öğrendi. Ancak tepkiler artınca harekete geçen hükümet yetkilileri bugüne dek tesisi tek bir kez bile ciddi şekilde denetlemediklerini kabul etmiş oldu.
Ayvalık’taki felaket nasıl meydana geldi?
Nesko Madencilik’in işlediği büyük organize suçun bir benzeri, bu kez geldiğini davul zurna ile duyururcasına, ÇED var mı yok mu gibi bir araştırmaya gerek kalmaksızın Ayvalık’ta işlendi.
Balıkesir Ayvalık’taki Bilfer Madencilik ve Turizm A.Ş’ye ait demir ve bakır madeninin atık havuzunun istinat duvarı çöktü! Üstelik bu “kaza”nın bir benzeri ocak ayında da yaşanmış ve şirket çöken duvarı beton bloklarla sağlamlaştırmakla yetinmişti. Geçtiğimiz ay içerisinde ise istinat duvarı bir kez daha çöktü ve kirlilik yükü yüksek atıksu havuzunun suları Madra Barajı’na kadar ulaştı. “Kaza”nın sebebi bu kadar büyük bir ihmal ve denetimsizlikle sınırlı değil. Şaka gibi ancak Bilfer Madencilik’in faaliyeti mevcut mevzuata göre mümkün değil. Bilfer’in bu bölgedeki faaliyeti 1950’lerde alınan ruhsata dayanıyor. Doğa düşmanlığının bir numaralı bakanlıklarından enerji bakanlığı şirketin yetmiş yıllık ruhsatını kazanılmış bir hak olarak görmekten geri durmuyor ve şirket faaliyetini sürdürebiliyor. Yani adında çevre olsun olmasın, patronlar için çalışan tüm bakanlıklar ekolojik yıkım yaratmanın hukuki zeminini bulmakta pek zorlanmıyorlar. Çevreye karşı işlenen organize suçların ağı bu ilişkilerde kuruluyor.
Gördüğümüz o ki, hükümetin ciddiyetsiz politikaları sonucunda madenciler tedbir almak yerine büyük bir felaket yaşanana kadar işçinin hakkını yiyip, doğayı mahvetmeye yöneliyor. Çünkü sistem bunu yaparken kâr elde etmelerini de garanti ediyor. Öyle ise kazalar sürpriz değil ve yenileri de an meselesi.
Eylem planı ne olmalı?
Yapılması gerekenin iki boyutu var. Birincisi, yaşanan kazaların etkileri derhal incelenip yayılmasının önüne geçilmelidir. Atıkların yayıldığı tüm yüzey ve yeraltı sularında, toprakta analizler yapılmalı, halk bu konularda bilgilendirilmedir. Mevcut süreçte halk kendi kaderine terk edilmiş durumdadır.
İkincisi, yaşanan ekolojik yıkımlar yenilerine dair küçük bir uyarı niteliğinde. En hızlı şekilde tedbirler alınmalı, tüm maden ve enerji işletmeleri denetlenmeli ve uygunsuz işleyen işletmelerin faaliyetine derhal son verilmelidir. Tedbir almayan işletmeler tazminatsız kamulaştırılmalıdır.
Hükümet ekolojik yıkımı teşvik ederken, muhalefet partileri de bu yıkımları durdurmaya yönelik bir eylem programı sunamıyor. Öyle ki, CHP’nin yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi dünyanın kaçındığı atık yakma tesislerinin bir yenisini açmakla övünüyor! Bu yatırımlarda ekolojik yıkımlara dair başta İyi Parti’li olmak üzere pek çok şirketle yeni suç ortaklıkları kuruluyor.
Türkiye’de hiçbir burjuva program ekolojik yıkıma karşı tatmin edici bir yanıt veremiyor. Yeni faciaları engellemek, doğayı ve yaşamı savunmak için kamulaştırma ve denetleme içeriğinde emek merkezli bir alternatifi hayata geçirme sorumluluğu bizlerin omuzlarında duruyor.
Yorumlar kapalıdır.