24 Şubat’tan bu yana devam eden ve son günlerde başkent Kiev’in bombalanmasıyla sonuçları çok ağır bir hal alan Rus işgali, Ukrayna’da yaşanan insani krizi derinleştiriyor. Ülkesini terk etmek zorunda kalan Ukraynalıların sayısının 4 milyonu geçtiği ve bu rakamın kısa süre içinde 7-8 milyonu bulabileceği öngörülüyor. Otoyollarda uzun kuyruklar var, yüzlerce kişi sınıra giden trenlere binebilmek için istasyonda kalıyor, bazı mültecilerin günlerce yürüdükleri biliniyor. Ukraynalı mültecilerin temel hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınması hayati önemde, bu yüzden Ukrayna’da yaşayan tüm milletlere sınırlar derhal açılmalı ve ırkçı faşist çetelerin saldırılarına, insan kaçakçılığına, cinsel suçlara karşı korunmaları için tüm önlemler acilen alınmalıdır.
Ukraynalı mülteciler, büyük ölçüde Polonya, Romanya, Slovakya, Macaristan ve Moldova gibi komşu ülkelere gidiyor. Konu mülteciler olunca başta Avrupa Birliği olmak üzere tüm ülkelerin iktidarlarının çıkarcı yüzü açığa çıkıyor ve mülteciler bir pazarlık kozu haline getiriliyor. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en hızlı büyüyen mülteci sorununun varlığına rağmen İngiltere İçişleri Bakanlığının İngiltere’ye sığınmak isteyen Ukraynalılardan sadece 50’sine vize verdiği ortaya çıktı. Öte yandan Ukrayna vatandaşlarına sınırlarını açtığını söyleyen Polonya, yıllardır Ukrayna’da yaşayan Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi eski Sovyet ülkelerinin vatandaşlarını kabul etmiyor.
Türkiye’de ise Ukraynalı sayısının mart ayı itibarıyla 20 bini aştığı söyleniyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Ukraynalıların başımızın üzerinde yerleri var. Misafirperverliğimizi en üst seviyede gösteriyoruz. Sarı saçlı, mavi gözlü, yeşil gözlü; ırklara yönelik bir ayrım yapmayız. Müslümanız…” ifadelerini kullandı. Bugüne kadar Türkiye’de Suriyeli mültecilere dönük yaygınlaşan düşmanlığın temel sorumlusu olan AKP hükümetinin bu konudaki gerçek tutumunun nasıl olduğunu gazetemizde çok defa dile getirmiştik. Mültecilerin yasal statüleri tanınmadan, eğitim, çalışma gibi temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmadan misafirperverlik görüntüsü altında yapılan her şey aslında bir yalana tekabül ediyor. Nitekim Antalya’da bir savaş fırsatçılığının yaşandığı; bazı ev sahiplerinin Rus ya da Ukraynalı kiracı bulmak için yerli kiracıları evlerden çıkarmaya çalıştığı ve kiraların 16 bin TL ortalamasına ulaştığı görülüyor.
Sonuç olarak, işçi ve emekçiler olarak hem AB ülkelerinin hem de AKP iktidarının söz konusu mülteciler olunca uygulamakta olduğu ikiyüzlü ve çıkarcı politikalarının yarattığı imaja kanmamamız gerekiyor. Hükümetler sözde insan hakları savunucusuymuş gibi bir görüntü yaratmaya çalışırken, gerçekte Rusya’yla olan anlık çıkarlarına göre yeni hamleler icat ediyorlar. Suriyeli mülteciler Türkiye-AB arası pazarlık kozu olarak kullanılıp defalarca sınıra gönderildiler ve binlerce Suriyeli Avrupa’ya girmeye çalışırken hayatını kaybetti. Çok değil iki ay önce Türkiye-İran sınırında donarak hayatını kaybeden Afgan mülteci kadını ve Van Özalp’a yürüyerek gelebilmelerine rağmen yeniden İran’a iade edilen iki çocuğu hatırlayalım.
Bu konu biz işçi ve emekçileri neden yakından ilgilendiriyor? Çünkü mülteciler aynı zamanda patronlar için kölece çalışma koşullarını kabul ettirebilecekleri yeni bir işgücü kaynağı sağlıyor. Irkçı kışkırtmalar üzerinden biz emekçilerin arasında suni bir bölünme yaratılıyor. Biz emekçiler; işgallere, diktatörlük rejimlerine, göçmenleri ucuz emek gücü kaynağı olarak gören patronlara, Türkiye’yi sınır bekçisi haline getiren AB’ye, AKP’nin ikiyüzlü ve pragmatik göçmen politikasına karşı ses çıkarmalı, sınıf örgütlerimizi işçi sınıfının bir parçası olan göçmenleri kapsayacak politikalar geliştirmeli konusunda zorlamalıyız.
Yorumlar kapalıdır.