Yeni mücadele dönemine hazırlanmalıyız

Ocak ayının sonundan itibaren işçi sınıfı hareketinde ciddi bir kabarma yaşadık. Toplam 108 işyerinde 20 binin üzerinde işçi iş bırakmalar, grevler, gösteriler biçiminde seferber oldu. Bu eylemlerin yüzde 56’sı sendikasız işyerlerinde gerçekleşti, yüzde 96’sı ücretlerin artırılmasına yönelik oldu ve yaklaşık yarısı kısmi de olsa başarıyla sonuçlandı.

Ekonomik krizin ve bunun sonucu olan yaşam pahalılığının tüm işçileri yoksulluğun, hatta açlığın derin kuyusuna çektiği verili koşullarda bu eylemlerin hemen hepsinin ücretler konusunda yoğunlaşması gayet anlaşılabilir bir durum. Yıl başında asgari ücrette yapılan artışın daha iki ay geçmeden tüm değerini yitireceği ortadaydı, öyle de oldu ve işçi sınıfının İstanbul’dan Gaziantep’e kadar belirli kesimlerinde bu yaşadığımız patlamalar gerçekleşti.

Şimdi soru şu: Bu seferberlikler neden devam etmedi, neden duruldu? Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, hükümet bu infiali durdurmak için her zamanki gibi yalanlara başvurdu. Bazı AKP’li yetkililer yıl ortasında asgari ücrette yeni bir güncellemeye gidileceğini vaat etti. Hatta Çalışma Bakanı bile böyle bir olasılıktan bahsetti. Bugün yalan olduğu açığa çıkan bu sözler işçilerin önemli bir bölümünde bekleme havası yarattı. İkinci bir neden, Gaziantep’te tekstil patronlarında ve İzmir Aliağa’da gemi söküm işyeri patronlarında görüldüğü gibi, işverenler derhal aralarında birleşerek işçilerin talepleri karşısında direnişe geçtiler, hatta öncü işçilerin işyerlerinden tasfiyesine giriştiler.

Ama bir üçüncü neden vardı ki, bana göre çok daha önemli: Sendika yönetimleri, sendikalı veya sendikasız olsun bu işyerlerindeki seferberlikleri birleştirmek ve toplu bir güce dönüştürmek doğrultusunda tek bir adım atmadılar. Eylemlerin tekil işyerleriyle sınırlı kalmasına göz yumdular, hatta bazı durumlarda hiç ilgilenmeyerek çeşitli yenilgilerin yolunu hazırladılar. Böylece tecrit olan ve Gaziantep tekstil fabrikaları, Aliağa tersaneleri, Yemeksepeti depoları gibi çok sayıda işçinin çalıştığı işyerlerinde yaşanan gerilemeler, seferberliklerin geleceği noktasında sınıfın içinde kötümser bir havanın doğmasına yol açtı.

Burada şimdi çuvaldızı kendimize, yani devrimci ve sol akımlara batıralım. Ocak ayında başlayan eylemliliklerin zaafları aynı zamanda sol hareketin zayıflığını da gösterdi. Bu mücadelelere yardım etmek ve onların birleştirilmesini sağlamak noktasında sol işçi ve emekçi örgütleri son derecede yetersiz kaldı. Üstelik yardıma gittikleri yerlerin bazılarında önemli hatalar işlediler. Bazı çevreler, eylemdeki işçilere yardımcı olmak yerine onların yerini almaya çalıştılar; onlara akıl vermeye ve onların iradesi dışında onları yönlendirmeye kalktılar. Bazı yerlerde bu tip girişimler işçiler arasında tepkilere ve eylemden çekilmelere neden oldu.

Oysa işyerlerinde çalışmakta olan solcu, ilerici ve öncü işçilerin veya kitleye dışarıdan yardıma gelen sol çevrelerin görevi, hangi önerileri yaparlarsa yapsınlar, son tahlilde işçi kitlesinin iradesine ve kararlarına saygı duymak ve onlara eşlik etmek olmalıdır. İşçi sınıfının içinde işçi demokrasisinin işletilmesine karşı dayatmalar kitle mücadelesini bölen ve parçalayan girişimlerdir.

Ekonomik krizin ve rejimin antidemokratik baskıları altında ezilen emekçi kesimlerin mücadeleleri şu an kısmi bir durgunluk gösterse de koşullar yeni seferberliklere gebe. Dolayısıyla bu kaçınılmaz olasılık çerçevesinde, yukarıda belirttiğimiz gelişmelerden de ders alarak hazırlanmamız gerekiyor. Mücadeleleri sağlamlaştıracak ve birleştirecek örgütlenmeler yaratarak ilerlemeliyiz. Tam da bu nedenle, tüm emek örgütleri arasında bir işçi ve emekçi ittifakının hayata geçirilmesini zorunlu görüyoruz.

Yorumlar kapalıdır.