Sri Lanka: Ne rejim ne IMF!

Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılından bu yana tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşayan Sri Lanka’da artan enflasyon ve petrol, dizel, gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaç ürünlerinde yaşanan kıtlık karşısında mart ayında başlayan eylem dalgası, nisan ayının başlarında kitlesel bir seferberliğe dönüşmüştü. Bunun üzerine başbakan ve aynı zamanda ülke başkanı Gotabaya Rajapaksa’nın kardeşi olan Mahinda Rajapaksa’nın kabinesinin tamamı istifa etmiş; ancak bu istifalar seferberliğin geri çekilmesine yetmeyince, Gotabaya Rajapaksa olağanüstü hâl ilan ederek polis, ordu ve hükümet yanlısı çeşitli paramiliter oluşumların protestoculara saldırmasının önünü açmış ve ölümler yaşanmıştı.

Tüm bu baskılara rağmen büyüyen seferberlik sonucunda 28 Nisan’da milyonlarca işçi, emekçi ve öğrencinin ve farklı sektörlerden yüzlerce sendikanın katıldığı bir günlük bir genel grev yaşanmıştı. Rajapaksa kardeşlerin işçi ve emekçilerin acil ihtiyaçları ve talepleri karşısında takındığı baskıcı tutum ve istifa etmeyi reddetmeleri üzerine, Sendikalar Ortak Koordinasyon Komitesi’nin (TUCC) çağrısıyla 6 Mayıs günü bir öncekinden çok daha yüksek katılımla bir genel grev daha gerçekleşti. Bu genel grev sonrasında TUCC’nin, Rajapaksa klanı ülke yönetiminden istifa etmezse 11 Mayıs’ta süresiz genel grev ilan edeceğini açıklamasının ardından 9 Mayıs’ta Başbakan Mahinda Rajapaksa istifa etti.

Ülke burjuvazisi, ordu ve çokuluslu şirketlerle derin bağları olan ve çeşitli dönemlerde Sri Lanka’yı yöneten Rajapaksa klanı, 2019 yılında ülkedeki etnik/dini kutuplaşmaları keskinleştiren Paskalya Pazar’ı Katliamı ertesinde dönemin hükümetine karşı popülist milliyetçi ve IMF karşıtı bir söylem geliştirerek tekrar iktidara gelmeyi başarmıştı. Ancak Rajapaksa rejimi, IMF karşısında ülkenin bekasını savunma söylemi altında işçi ve emekçileri değil sermaye sahiplerini korumak adına kimi Türkiye’dekilere benzer ekonomi politikalarını (düşük faizler, sabit kur, ithalat yasakları, vergi indirimleri, para basmak vs.) uygulamaya koydu. Buna pandemi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ertesinde derinleşen tedarik krizi ve Rajapaksa klanının karıştığı hazine bonosu satışlarında yapılan yolsuzluklar da eklenince, Sri Lanka derin bir enflasyon, kıtlık ve dış borç krizine sürüklendi.

Başkan Gotabaya Rajapaksa, istifa eden kardeşinin yerine 2015 yılında patlak veren hazine bonosu satışlarında yapılan yolsuzlukların ana planlayıcısı olarak bilinen ve o dönem başbakan olan Ranil Wickremesinghe’yi önce tekrar Başbakan, sonrasında da Ekonomi ve Finans Bakanı olarak çifte göreve atadı. Merkez Bankası’nın 12 Nisan’da dış borç ödemelerine dönük moratoryum ilan etmesinin ardından göreve gelen Wickremesinghe’nin ilk icraatı ise ülkede benzeri görülmemiş bir kemer sıkma programı üstüne yükselecek bir borç yeniden yapılandırması için IMF ile pazarlık masasına oturmak oldu.

Halbuki sokaklardaki seferberliğin temel talebi rejimin ve kapitalist düzenin alaşağı edilmesiydi. Seferberliğin başlıca sloganlarından “Gota evine git, Sajith evinde kal, Anura dönmeyi aklından bile geçirme” sadece hükümeti değil, kapitalist sömürü düzeninin sürmesi adına IMF ile pazarlık yanlısı olan burjuva muhalefet parti ve ittifak liderlerini, dolayısıyla doğrudan rejimi karşısına alıyordu. Bu noktada Sri Lanka’nın öne çıkan “sol” partisi JVP’nin (Halkın Kurtuluş Cephesi) ve sendikal bürokrasinin ihanetinin de altını çizmek gerekiyor. Anura’nın kendini Marksist-Leninist olarak tanımlayan ve kurulduğu günden itibaren muhalif burjuva partilerle ittifak kurma çizgisini benimseyen partisi JVP, son seçimlerde IMF karşıtı söylemleri nedeniyle Rajapaksa’yı desteklemişti. Çoğu bürokratı JVP’ye yakınlığıyla bilinen Sendikalar Ortak Koordinasyon Komitesi ise seferberliklerin ve genel grevin yarattığı basınç karşısında kabine ve başbakanın istifası üzerine açılan yönetim boşluğundan JVP’nin pay kapması ümidiyle rejim karşısında seferberliği ilerletmeyi değil, 11 Mayıs’ta başlaması planlanan ve iktidarın işçi ve emekçilerin eline geçmesine zemin hazırlama potansiyeline sahip süresiz genel grev çağrılarını geri çekmeyi tercih ettiler. Buna rağmen sağlık, eğitim alanlarında faaliyet gösteren çeşitli sendikaların işçileri iki gün boyunca kendi inisiyatifleriyle greve çıktı. Seferberlik, bu gelişmeler karşısında başkent Kolombo’da an itibarıyla bir geri çekiliş yaşıyor olsa da henüz bitmiş değil; ülkenin çeşitli bölgelerinde hâlâ fabrika ve tarım işçilerinin, köylülerin ve göçmen işçilerin, yani toplumun en fazla sömürülen kesimlerinin başını çektiği çeşitli ve dağınık eylemlilikler sürmekte.

Sri Lanka’daki ekonomik çöküş, zaten borçlanma üzerinden dönen ekonomilerin pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında giderek artan enerji ve gıda fiyatlarının da etkisiyle küresel çapta yaşanması muhtemel bir borç krizinin düşen ilk domino taşı olarak görülüyor. Tam da bu yüzden Sri Lankalı işçi ve emekçilerin rejim ve IMF’yi karşısına alan seferberliği, emperyalist merkezler ve Dünya Bankası, IMF gibi kurumların temsil ettiği uluslararası finans aristokrasisi içerisinde derin kaygı uyandırıyor. Ve tam da bu yüzden Sri Lanka, Türkiye, Peru gibi ülkelerde sosyalistlerin görevi, dış borç ve enflasyon sarmalının yarattığı ekonomik çöküşe karşı kitlelerin temel talepleri ve ihtiyaçları üzerine temellenen, kapitalizmden kopuş için bir işçi-emekçi hükümetini hedefleyen bir acil eylem programı etrafında mücadeleleri ilerletmekten geçiyor.

Fotoğraf: Associated Press

Yorumlar kapalıdır.