28 Ocak 1963: Kavel işçileri greve çıkıyor, grev hakkını kazanıyor – III

Vehbi Koç, Kavel işçilerinden neden intikam alamadı?

İşçilerin bu kazanımı, elbette Türkiye’nin en büyük kapitalist aile şirketinin sahibi olan Vehbi Koç’un hoşuna gitmedi. Vehbi Koç’un 17 yıl sonra 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştirecek olan cuntacılara yazdığı mektuptan şunu biliyoruz ki, kendisi işçilerden, grevlerden, komünistlerden ve sendikalardan nefret ediyordu. Bu yüzden hem Vehbi Koç hem de fabrikanın ortağı olan diğer patronlar, öncü işçilerden intikam almak istediler.

12 Mart günü Sarıyer Savcısı, 28 grevci işçi hakkında dava açtı ve 3 ile 5 yıl arasında hapis cezası istedi. Savcı, bu talebini, 1947 tarihli Sendika Kanunu’na ve Ceza Kanunu’nun 201., 258., 266. ve 273. maddelerine dayandırıyordu.

Ne var ki, Kavel işçileri, bütün İstinye halkının ve Türkiye işçi sınıfının öncüsü rolünde sosyal hakları ve grev hakkı için mücadele ederken, TBMM de bir yandan yeni Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nu (TİSGLK) görüşüyordu. Kavel Grevi sayesinde, bu yeni ve 1963 tarihli TİSGLK’ye geçici bir madde eklendi ve 8 Nisan 1963’ten önce 1947 Sendika Kanunu’nu ve TCK’sini ihlal eden sözde “suçların” ve “eylemlerin” hepsi affedildi.

Kavel grevcileri, kendi mücadelelerinin TBMM’nin üzerinde kurduğu emekçi halk basıncı sayesinde, adli takibattan kurtuldu.

1963 TİSGLK’sinin bir bilançosu

Kavel Grevi sürerken Meclis’te tartışılan TİSGLK, 15 Temmuz 1963’te TBMM tarafından kabul edildi ve 24 Temmuz 1963’te yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yasa iktidarın demokratik bir açılımı değil, son iki yıldır işçilerin verdiği kıyasıya mücadelenin bir sonucuydu. M. Şehmus Güzel şöyle yazar:

“Önce şu noktayı belirtmek gerekiyor: Bu yasaların çıkarılması iktidarın bir lütfu değil, işçi sınıfının yıllardan beri yaptığı savaşımların sonucudur. Nitekim işçi sınıfının en son, 1961-1963 arasında her iki yasanın çıkarılmasını sağlamak amacıyla İstanbul, Ankara, Ereğli, İzmir ve diğer kentlerdeki gösteri, yürüyüş ve mitingleriyle yine birçok ilde düzenlediği grevler, onun anayasal olarak tanınmış sendika, toplu sözleşme ve grev haklarını ne denli benimsediğini, ilgili özel yasaların bir an önce çıkarılması için ne denli kararlı olduğunu, bu konularda her türlü savaşımı vermeye hazır bulunduğunu göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. İlgili özel yasaların işçi sınıfının 1961-1963 dönemindeki (ve önceki dönemlerdeki) kararlı ve sürekli savaşımı sonucu çıkarıldıkları yadsınamaz.” (Bkz. Şehmus Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketi / 1908-1984, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Şubat 1996, s. 199)

Grev hakkının ilk kez yasal olarak tanınmış olması, devasa bir kazanımı ifade ederken, 1963 TİSGLK’si yine de birçok yönden eksik ve birçok yönden de kısıtlıdır. Bu eksik ve kısıtlı tarafları kısaca özetlemeye çalışarak gerçekçi bir bilanço çıkarmaya çalışalım.

I) Yasanın 17. maddesinde grev hakkı sadece işçilere tanınmıştır, böylece o sırada sayıları 800.000’i bulan memurlar grev hakkından yoksun bırakılmıştır. Dahası, 56. maddeyle birlikte, “işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin” greve çıktıklarında alacakları cezalar belirlenmiştir.

II) 1963 TİSGLK’si yasal ve yasal olmayan grev diye bir ayrıma gider; ekonomik temelli grevleri yasal sayarken, ekonomik olanların haricindeki herhangi bir gerekçeyle gidilen grevleri (yani politik grevleri) yasadışı sayar. Bunun yanı sıra ekonomik grevlere çıkılmasını da bir hayli zorlaştıran, kısıtlayıcı şartlar getirir. Mesela “kısa ve tekrarlanan grevler” ile “verim grevleri” (iş yavaşlatma) yasaklanır ve ağır hapis ve para cezaları ile cezalandırılır. Benzer şekilde işyeri işgalleri de yasaklanır.

III) Yasa, işçilere grev hakkı tanıdığı gibi, patronlara da lokavt hakkı tanır. Söz konusu TİSGLK’nin yürürlüğe girdiği tarih olan 24 Temmuz 1963 ile 1968 yılları arasında yasal olarak örgütlenen 147 greve karşılık, aynı süre içinde patronlar 149 lokavt ilan etti. Halbuki lokavt demokratik bir hak değil, aksine, işçilerin grev hakkını gasp eden bir saldırı politikasıdır. 1963’te lokavtın sözde bir “hak” olarak tanınmasını savunan Türk-İş bürokrasisi, beş yılın ardından ilan edilen lokavtların kendi tabanında yarattığı öfkenin basıncıyla, aşağıdaki açıklamayı yayımlamak durumunda kaldı:

“Kapitalist sınıfın işçi hareketi aleyhine giriştiği tertibin bir diğer örneğine 1961 Anayasasının 47’inci maddesine yöneltilen değişiklik teklifinde rastlanmıştır. Hakim sınıf ‘lokavt’ın Anayasada prensipleştirilmiş bir ‘Hak’ olarak kendisine tanınmasını istemiştir. (…) Lokavt, bir ‘sosyal hak’ değildir, hiçbir ülkede sosyal hak olarak tanınmamıştır. (…) Anayasa Komisyonu da lokavtın hiçbir şekilde bir ‘sosyal hak olmadığını’ saptamıştır. (…) Anayasa, kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerinde tahakkümü arttırıcı bir aracı olarak kullanılamaz.” (Aktaran için bkz. Kemal Sülker, Türkiye’de İşçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, İkinci Baskı, Ağustos 1973, s. 198, 199.)

Kavel Grevi’nin kazanımı tamamlanmayı bekliyor

Bugün Anayasa’nın 54. maddesi ile 2822 sayılı yasa, Türkiye’deki her grev “ertelemesinin”, aslında fiilen bir grev “yasağı” olarak hayata geçirilmesini güvence altına alıyor. Türkiye tarihine damga vurmuş olan ve burjuvazinin sürekli olarak talep ettiği grev yasağı (bugünkü adıyla “grev ertelemesi”) uygulanmaya devam ediyor. 

Bu devasa sorun bir kenara, “ertelenen” grevlere çıkmak dahi mevcut yasaların aracılığıyla oldukça zorlaştırılıyor. Bugün Türkiye’de greve çıkmanın şartları kabaca şunlar: işçi ile patron arasında toplu sözleşme görüşmelerinde “uyuşmazlık” olması, “uyuşmazlığın” “barışçıl” yollarla çözülmesi için yasada öngörülen uzun ve bürokratik yöntemlerin denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış olması, grev kararının yetkili bir sendika tarafından alınmasının zorunlu olması (bir sendikanın “yetkili” olabilmesi için hem sektör barajını, hem de işyeri barajını geçmesi gerekmekte) ve grev kararının günler önce patrona ve ilgili çalışma müdürlüklerine yazılı olarak bildirilmesinin zorunlu olması.

Özellikle sonda saydığımız koşul, patronlara hazırlanmaları için belirli bir süre tanımakta ve grevin gizli bir şekilde örgütlenmesini yasadışı saymaktadır. Grev hakkının yalnızca yetkili sendikalara tanınmasıyla, sendikalaşmayı zorlaştıran politikalar eşliğinde, greve çıkmak imkânsız hale getirilmektedir. Yine uzun ve bürokratik “uzlaşma” süreçlerinin dayatılmasıyla, işçilerin yorulması ve morallerini yitirmesi hedeflenmektedir.

Sonuç olarak Kavel Grevi’nin mücadelesi ve kazanımı tamamlanmayı bekliyor. Bu kazanım, patronlar ve onların hükümetleri tarafından tırpanlandı ve kadük bırakıldı. Ama’sız, fakat’sız, şartsız ve yasaksız bir grev yasası için verilen mücadele hâlâ güncel.

***

Kaynakça

– Kemal Sülker, Türkiye’de İşçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, İkinci Baskı, Ağustos 1973.

– Şehmus Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketi / 1908-1984, Kaynak Yayınları, Birinci Basım.

– Yıldırım Koç, Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık Hareketi, Gerçek Yayınevi, Birinci Baskı, 1998.

– https://ekmekvegul.net/, “1963: Kavel Grevi’nin ardındaki kahraman kadınlar”, 22 Nisan 2022.

***

Editörün önerileri:

Yorumlar kapalıdır.