Sandıklar ve sokaklar

Erdoğan’ın seçim tarihini 14 Mayıs olarak duyurmasıyla seçim sürecine “resmen” girilmiş oldu. Gerçi, seçim tarihi için henüz resmi bir karar alınmış değil. Seçim kararını Erdoğan’ın alması durumunda üçüncü kez aday olmasının anayasaya aykırı olduğu da açıkça ortada. Ne var ki, Tek Adam rejimi altında yasal prosedürlerin Saray’ın güncel ihtiyaçları doğrultusunda eğilip bükülmesi, güncel hukukun yerleşik bir içtihadına dönüşmüş durumda. Dolayısıyla, seçimlerin 14 Mayıs’ta gerçekleşeceğine ve Erdoğan’ın adaylığına kesin gözüyle bakabiliriz.

Cumhur İttifakı seçim kampanyasına çoktan başlamıştı. Bir yandan muhalefetin geniş kesimleri üzerinde baskı politikasını yoğunlaştırarak korku, yıldırma ve çözülme yaratmayı hedefliyor. HDP’ye dönük kapatma davasından İmamoğlu’na kesilen cezaya ve Gezi mahkûmiyetlerine dek bu yönde birçok adımı şimdiden hayata geçirdi. Öte yandan, “seçim rüşveti” niteliğinde açıkladığı ekonomik paketlerle kaybettiği seçmen tabanını geri kazanmaya çalışıyor. Asgari ücret zammından memur maaşlarına ve EYT meselesine, vergi aflarından konut projelerine dek açıkladığı pek çok başlıkta emekçiler adına önemli kazanımlar sağlandığı havası estirmeye çalışıyor. Bu yönde atılan adımlar, Saray’ın sorumlusu olduğu devasa ekonomik yıkımların kayıplarını karşılamaktan çok uzak olduğu gibi açıklanan paketlerin önemli bir kısmı içi boş, göz boyama niteliğinde hamleler olmanın ötesine gitmiyor. Bununla birlikte, iktidar olmanın tüm imkânlarını arkasına alarak Cumhur İttifakı seçimlere bir kez daha güçlü bir odak olarak hazırlanıyor.

Seçim sürecine Cumhur İttifakı’nın karşısındaki en güçlü rakip olarak giren Millet İttifakı ise son olarak Ortak Mutabakat Metni’ni açıkladı. İttifak’ın hükümet programı olarak sunulan metin, Tek Adam rejiminin yarattığı ağır tahribatın kısmi onarımından öte bir reçete sunmuyor. Oysa gerek küresel ekonominin içinde bulunduğu kriz gerekse de Erdoğan yönetiminin oluşturduğu yıkım, emekçilerin eşi benzeri görülmedik sefalet koşullarından çıkabilmesi için “kozmetik çözümlere” olanak tanımıyor. Örneğin, Yap-İşlet-Devret yağmasına son verilip söz konusu işletmeler tazminatsız bir şekilde kamulaştırılacak mı? Halka bir katkısı olmayan, Saray’ın oligarkları için kullanılan ve bütçenin önemli bir kısmını yutan borçların ve faizlerin ödenmesi durdurulacak mı? Eğer emekçi halkın yaşam koşulları iyileştirilecekse, tek çözüm sermayeye giden kaynakların kesilmesi ve bu kaynakların emekçiler için kullanılmasıyla mümkün olabilir. Millet İttifakı ise böyle bir programın değil sömürü ve sefalet düzeninin “sürdürülebilir” hale getirilmesinin siyasi projesi olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Dahası metinde kadın haklarına kısmen değinilmesi, Kürt halkının, Alevilerin, lgbti+ların haklarına hiç yer verilmemesi, sendikalaşmadan, grev yasaklarından bahsedilmemesi Millet İttifakı’nın siyasal demokrasi alanındaki sınırlarını da açıkça gösterdi.

Seçimlerin iki burjuva seçenek arasında kutuplaştığı bir ortamda hem Emek ve Özgürlük İttifakı hem de Sosyalist Güç Birliği bileşenlerine ağır bir sorumluluk düşüyor. Seçimlerde Cumhur İttifakı’nın yenilgiye uğratılması şüphesiz çok büyük bir önem taşıyor. Fakat bundan daha önemlisi, emekçilerin ve ezilenlerin bağımsız siyasi programının yükseltilmesi ve sokakta örgütlenmesi görevidir. Bugüne kadarki tüm kazanımlarımızı örgütlü mücadelemizle elde ettiğimizi unutmayalım. Metal işçilerinin “fiili ve meşru gücü” temelinde greve çıkarak elde ettiği ücret artışları bunun son örneği oldu. Sokak ve sandık siyasetini birleştiren, Cumhur ve Millet İttifakları arasına sıkışmayan bir siyasetin inşası en acil ve hayati ihtiyacımız olmayı sürdürüyor.

Yorumlar kapalıdır.