Gebze’den bir kadın işçi: “Kadın bir işçi olmak, sömürüyü ikiye katlıyor”

Ben Ülker fabrikasında çalışan bir kadın işçiydim. Girdiğim ilk andan itibaren bilhassa kadın işçiler üzerinde nasıl tahakküm uygulandığına, uzun dönemli yahut kıdemli işçilerin sınıf bilincinden ne denli uzaklaştığına gözlerimle şahit oldum. İşyerindeki erkek işçilerin bir kısmının kadınlarla yahut şahsımla -kötü amaçlarla- konuşmaya çalıştıklarından, hiyerarşinin bir nebze tepesinde bulunan işçi/formenlerin şahsıma ve diğer kadın işçilere ne denli bağırıp çağırdığından ve tacize yönelik bu gibi pek çok davranıştan söz edebilirim. Sarı sendikalar bu durumu biliyor, fakat tepkisiz kalıyordu. Bu davranışlarda bulunan şahısları fabrika idaresine şikâyet ettiğimizde, fabrika bu sorunlu insanlara karşı bir önlem alacağına, bizi kabahatli görüyordu. Dolayısıyla ben ve diğer kadın işçiler, hem işçi olarak hem de kadın olarak işyerinde iki yönlü bir sömürüye ve baskıya maruz kalıyorduk. İşte kapitalizmin kadına tanıdığı dillere destan özgürlük…

Ardından Ekol Lojistik fabrikasına taşeron bir kadın işçi olarak girdim. Taşeron şirketlerin en sıkıntılı zamanlarda dahi (eşim iş kazası geçirmişti) izne çıkarmamak için defalarca aradığına, fabrikada olan kadroluların baskılarına karşı hiçbir şey yapmayıp, bize bu rezilliğe katlanmak için öğütler verdiğine şahit oldum. Fabrikanın şartları da oldukça berbat. İşçilerin yaptığı işler her gün işçilerin bulunduğu gruplara atılıyor ve işçiler arasında rekabet teşvik ediliyor. Kötü yemekler ve ağır çalışma koşullarına karşın çok sınırlı olan molalar da bunun cabası.

Benim deneyimlerim şunu daha iyi anlamama sebep oldu: Kadın bir işçi olmak, sömürüyü ikiye katlıyor. Pek çok kadın emekçi bu sömürüye evde de maruz kalarak, bu sömürüyü çok daha katmerleşmiş şekillerde yaşayabiliyor. Kadının kurtuluşu, örgütlenmekten ve bu örgütlenmeyi bir sınıf hattı üzerinde inşa etmekten geçiyor.

Yorumlar kapalıdır.