İki yıldan fazla bir süredir düşük faiz politikasıyla her koşulda ekonomik büyüme amacı güden ve ekonomi politikalarını buna göre biçimlendiren iktidar, “rasyonel ekonomi”ye dönüyoruz diyerek 27 ay sonra yeniden faiz artırdı. Biz de 27 ay önce tam olarak şöyle demiştik:
“Ya daha fazla faiz artırılarak enflasyonun inmesine ve ekonominin daralmasına göz yumulacak; ya da kredilerin yeniden artışı ve insanların geleceğe dönük gelirlerinin ipotek altına alınması pahasına, yeniden faiz indirilip ekonomi şişirilecek. ‘Faize karşıyım’ söyleminin politik bir temeli olduğunu biliyoruz. Faiz artışı sonucundaki ekonomik küçülmenin sorumluluğunu başka mercilere yıkmak, iç ve dış ekonomik aktörlere karşı sürekli bir ‘savaş’ halinde olduğunun mesajını vermek Erdoğan’ın seçim dönemi yaklaştıkça daha fazla kullanacağı argümanlar olacaktır.” (“Yüksek faize karşıyım” ekonomisi, Şubat 2021)
İki yıl önce bu yazı yazıldığında faiz yüzde 17’ydi. Pandemi ortamında tüketimin devamı, KOBİ’lerin ve şirketlerin yüzdürülmesi için gittikçe kademeli olarak düşürüldü. Bol ve ucuz para resmen etrafa saçıldı. Biz de bunu hayat pahalılığıyla zaten fazlasıyla deneyimledik. Peki şimdi faiz artışını nasıl okumak gerekir? Oysa Erdoğan, seçimden kısa bir süre önce 21 Nisan’da “Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez,” demişti. Seçimden hemen sonra Mehmet Şimşek’i göreve atadıktan sonra ise şu açıklamayı yaptı: “Bazı arkadaşlar Cumhurbaşkanı faiz politikalarında ciddi bir değişime mi gidiyor gibi bir yanılgının içine düşmesin ama hazine ve maliye bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında biz kendisinin atacağı adımları kabullendik hayırlı olsun dedik,” diyerek zaten bir faiz artışına yol verdiğini belirtmişti. Neticede dağ fare doğurdu ve göstermelik bir artış yapıldı. Sonuç olarak TL değersizleştirilmeye devam edecek ama daha yavaş ve kademeli bir şekilde.
Burada Erdoğan her zaman faiz konusunda ideolojik bir yaklaşımı varmış gibi davransa da dediğimiz gibi o bir kapitalist ve piyasa kuralları, kendi politik bekası ve sınıf mücadelesinin o anki durumu neyi gerektiriyorsa kararları da o yönde alıyor. Mehmet Şimşek’in 22 Haziran günü attığı tweet her şeyi özetliyor aslında: “…felsefemizin temeli; teşebbüs hürriyeti, piyasa ekonomisi, dışa açık serbest kambiyo rejimi, dalgalı kur sistemi ve enflasyon hedeflemesi modeli ilkeleri tarafından belirlenen çerçeveye dayanmaktadır. Bugün Merkez Bankası’nın aldığı kararı bu çerçevede değerlendirmek gerek.” Bu zikzaklar rasyonel bir ekonominin kapitalizm altında zaten var olamayacağını gösteriyor. Sermaye çevrelerinin istekleri ve kârlılıklarının artması gibi gereklilikler üzerine kurulu bir ekonomide “akılcılık” beklenmemeli.
Neden planlı bir ekonomi?
Ekonomi politikaları da aslında sınıf mücadelesinin bir parçası. Sermayenin serbest piyasası ekonomik büyümeyi sadece patronların hissedeceği bir biçimde dizayn ediyor. Alım gücümüzün gerçekten artması için emek mücadelesini büyütmek şart, yoksa ne kadar artarsa artsın ekonomi büyüse bile her daim açlık sınırı düzeyinde kalan bir asgari ücrete tamah etmek zorunda bırakılacağız. Bu da bizi akıldışı ve plansız işleyen, işçi ve emekçileri ya işsizlik ya da enflasyon ile terbiye eden sermayedarların kâr ekonomisinden işçilerin planlı ekonomisine geçiş yapma zorunluluğuna götürüyor. Evet, bu tarihsel bir zorunluluk çünkü bu, insanlığın ve dünyanın geleceğiyle ilgili bir problem. Ulusal sınırları aşan, dünya ölçeğinde toplumsal işbölümüyle kurulacak planlı bir ekonomide dünya kaynakları da son derece verimli kullanılacak ve üretici güçler hiç olmadığı kadar gelişme yaşayacak koşullara kavuşacaktır.
Bunun için planlı ve merkezi bir sanayiye geçilmesi ve finansal alanı reel sektöre tabi kılacak bir iktisadi anlayışın ve programın yürürlüğe konması gerekir. Dış ticarette devlet tekeli, üretimde işçi denetimi ve tüm bankaların birleştirilmesi, bu programın sacayaklarını oluşturmalıdır. Bu yolun dışında, kâğıt üzerinde büyümenin bile yıkıcı sonuçlarının olduğu kaotik bir kriz ve toplumsal huzursuzluk içinde debelenip durmak zorundayız. Dolayısıyla acil sorunlarımızın gerçekçi çözümünün anahtarı, ekonomide üretenlerin yönetimi ve denetimi olmalı. İşçi sınıfı iktidarında ortalama bir insanın yaşamak için ihtiyaç duyduğu tüm temel araçlar emtia olmaktan çıkarıldığında, insani gelişme için iktisadi büyüme de bir koşul olmaktan çıkacaktır. İşte o zaman rasyonel bir ekonomiden bahsedebilir hale geleceğiz.
Yorumlar kapalıdır.