Seçim sonrası Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olması, seçime kadar uygulanan “düşük faiz, yüksek borç ve büyüme” şeklinde özetlenebilecek enflasyonist politikanın sonu anlamına gelmekteydi. “Rasyonel olana dönüş” mottosuyla işe başlayan bakan, daha önce uygulanan programın da rasyonel olmadığını ilan etmiş oldu. Biz de bir önceki yazımızda yeni uygulanacak hiçbir programın rasyonel olmayacağını, hepsinin sermayeye öyle ya da böyle hizmet ettiğini belirtmiştik. Peki soygunu andıran vergi artırımlarını ve durmadan yükselen yaşam maliyetlerini sadece seçim ekonomisinin faturası olarak açıklayabilir miyiz?
Faizler yükseltilmiş olsa da hâlâ enflasyon oranının çok gerisinde. Yine de bu artışla beraber kredi almak biraz daha zorlaştırıldı. Kredi muslukları tümden kapatılıp ekonomiye ani fren yaptırma yoluna gitmeyen iktidar, seçim sonrası “hem enflasyon dizginlensin hem de ekonomi küçülmesin” formülü üzerinde çalışmaya başladı. Toplam tüketici talebini kısmak ama bunu yaparken borç mekanizmasını çalıştırmak ve ihracatı artıracak önlemler alarak ekonomide bir üst basamağa çıkmak… Tabii o basamağa işçi ve emekçilerin sırtına basarak çıkmak… İşte bu, IMF’nin ülkelere borç verirken uyguladığı acı reçetenin neredeyse birebir kopyalanmış hali. Öyle ki tüm liberal iktisatçılar Şimşek’i alkışlama sırasına girdi. Şimdiden sermayeye hizmet eden o çatal dilleriyle “Acı reçete zorunlu…”, “Şimdi fedakârlık yapmazsak sonrası çok daha kötü olacak” gibi cümleleri kurmaya başladılar.
Şimşek, dolaylı vergilerdeki olağandışı artış sinyalini “Vergiyi tabana yayacağız” demeciyle vermişti. Acı reçete yazıldığı gibi uygulamaya konuldu. Zaten alım gücü yerinde sayan emekçiler için yaşam maliyetleri bilinçli bir biçimde artırıldı. Eğer mesele seçim ekonomisi sonrasında yapılan kamu harcamalarından doğan bütçe açığının dengelenmesi meselesi ise bunu geçen yıl süper kârlar açıklayan şirketlerden servet vergisi alarak da çözebilirlerdi. Fakat o zaman şirket kârlılıkları ve üretimleri azalacak, işten çıkarma ve ekonomik küçülme tehlikesi baş gösterecekti. Soygun faturası işçi ve emekçilere acı reçete olarak sunuldu. Altına da “biraz daha fedakârlık” ve “sabır” notu yazıldı. Reçete şu şekilde işliyor: Yaşam maliyeti hızla artırılıp iç talep azaltılacak, borç içinde yüzen bazı KOBİ’ler daha büyük şirketler lehine batacak, iç talebin daralmasından doğan stoklar ihracatçı lehine dış pazara satılacak. Tüm bunlar olurken sıcak para ve doğrudan yatırım için ülkedeki kamusal iktisadi kurumların satışı yapılacak. IMF’den doğrudan borç para almak istememelerinin temel sebebi IMF’den alınan borcun denetime tabi olması fakat Körfez’den borç ve satışlar yoluyla para alıp acı reçeteyi uygulamak iktidar için çok daha cazip.
Ülkedeki vergi yükü çoktan tabana yayılmış vaziyette. Ödediğimiz trilyonlarca vergi ile kamusal sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetlere sahip olabilecekken boşaltılmış bir Merkez Bankası, yüksek bütçe ve cari açıkla karşılaşıyoruz. Vergilerimizle bugüne kadar ne yapıldığını sormak en doğal hakkımız. 1999’dan beri toplanan deprem vergisi yokmuş gibi 6 Şubat depremleri gösterilerek acı reçeteye kılıf uydurmak bu ülkedeki gerçek vergi şampiyonu olan emekçilerle dalga geçmektir. Defterler açılsın! Toplanan vergilerin nereye harcandığını derhal gösterin! Yerli ve milli ekonomi aldatmacasıyla son 21 yılda özelleştirilen tüm kurum ve kuruluşlar derhal tazminatsız kamulaştırılsın! Kaynak yok diye kılıf uydurduğunuz tüm kirli pazarlıklara karşı hazinenin kanını emen yap-işlet-devret modeliyle yapılmış tüm yapıların kamulaştırılması bir zorunluluktur diyoruz!
Hükümet yanlışa başka bir yanlışla cevap vermeyi tercih etti. Bilinçli olarak, enflasyonla mücadeleyi sermayenin lehine emekçilerin aleyhine yapmayı seçti. Oysa enflasyonun en büyük sebeplerinde biri de şirketlerin son iki yıldaki olağandışı kârlılıklarıydı.
Enflasyonla ve dayanılmaz hale gelen hayat pahalılığıyla gerçekten mücadele için süper kâr elde eden şirketlerden sürekli servet vergisi toplanmalıdır. Haraçtan başka hiçbir anlamı olmayan KDV’nin kaldırılması, ÖTV’nin ise ihtiyaç mallarından değil gerçek özel tüketim mallarından alınması gerekmektedir. Cebimizdeki son paraya bile göz koyan mevcut gelir vergisi dilimleri ve kıdem tazminatı tavanı işçiler lehine düzenli olarak düzeltilmelidir. Bunun dışında emekçilerin alım güçlerinin korunması için üç aylık sürelerle ücretlerin enflasyon oranında düzenli olarak artırılması gerekmektedir. İktidarın ve sermayenin birlikte planladığı, IMF soslu soygun planına karşı topyekûn ve birleşik bir mücadele için taleplerimizle bir araya gelelim! Planlı ve birleşik bir saldırıya karşı yine planlı ve birleşik bir cevap vermek dışında bir seçeneğimiz yok.
Yorumlar kapalıdır.