Bir ekoloji ve sınıf mücadelesi olarak Akbelen

Dünya genelinde milyonlarca kişi iklim krizi sebebiyle aşırı hava olaylarıyla karşı karşıya. Türkiye aşırı sıcaklarla kavrulurken, Slovenya’da ülke tarihinin en büyük seli yaşandı. Çanakkale’de 22 Ağustos’tan bu yana başlayan yangın günler sonra kontrol altına alınabildi. İklim krizi durdurulmadıkça her yıl bir öncekinden daha fazla aşırılıklar yaşayacağız ve seller de orman yangınları da kaçınılmaz olacak.

Hal böyleyken bir özel şirket iki buçuk yıllık bir linyit kömürü rezervini işletebilsin diye ormanlık alanları ranta açmak akıldışı gözüküyor. Hem de Türkiye’nin enerji gereksiniminin yüzde 2’sini bile karşılamayacak olan, çevreye verdiği zarar nedeniyle kullanımı birçok yerde tamamen durdurulan linyit kömürü için… Akla mantığa sığmıyor, değil mi? Aslında sermaye için oldukça mantıklı bir adım. Bakın bu mantığı meşhur Limak Holding’in kurduğu Yeniköy santrallerinin yönetimi nasıl açıklıyor: 3100 işçiyle bölgenin en büyük “işvereni” olduğu, “ruhsat sahası dikkate alındığında 78 hektarlık Akbelen ormanının oldukça küçük bir alanı kapsadığı”, bu yılın eylül ayına kadar madencilik faaliyeti sürmezse elektrik üretiminin 2024’te durmak zorunda kalacağı, bugüne kadar şirket tarafından 3 milyon fidan dikildiğini söylüyor. Yani çok net şekilde “Ben burada size istihdam yaratıp kullandığınız elektriği üretiyorum, bunun için bir 78 hektarı çok görmeyin, ben zaten bir o kadar peyzaj yatırımı yaptım,” diyor! Tabii bunun karşılığında elde ettiği kârdan ve bu talandan beslenen sanayicisinden tüccarına kadar yarattığı ticaret ağından bahsetmiyor.

Devlet bugün Limak için ağaç kesiyor ama sadece bu sermaye grubunu yağmacı olarak görmek ve iktidarla özdeşleştirmek doğru olmaz. Çünkü Eczacıbaşı’ndan Yıldız’a, Çamsan’dan Yıldırım Grup’a kadar tüm sermaye sistemi için hemen her ay Yalova kadar bir alan madencilik için sermayenin hükmüne açılıyor. Orman kesimlerinin henüz sıradanlaşmadığı, HES’ler ve termik santrallerin dört bir yanı sarmadığı 90’ların başında Bergama’daki altın madenini hatırlayalım.

Buradaki temel sorun, toprakların savaş ganimeti gibi sahipsiz görülerek yağmalandığı; kirinin, rüşvetinin, suçunun ülkede kaldığı ve fakat tüm kârının, sermayesinin transfer edildiği yıkım makinesinin kendisi: Bunun adı kapitalizm!

Peki işçilerin payına ne düşüyor?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki Ağaç AŞ’de çalışan Birleşik Tarım-Orman Sendikası üyeleri geçen ay çalışma koşullarına karşı direniyordu. Dikenlerin, toprağın içinde, güneşin altında yol kenarlarına çiçek, fidan diken işçiler anlatıyordu: “‘Dışarı çıkmayın’ uyarıları yapıldığında da biz güneşin altında neredeyse 6 aydır asgari ücretin altında çalışıyoruz. Üstümüz başımız çamur diye tuvalete girmek için camilere bile almıyorlar. Yalnızca hakkımız olanı istiyoruz.”

Patronların övünerek bahsettikleri istihdamın bilançosu; asgari ücret dahi alamayan, yol kenarlarına göstermelik yeşillik eken İBB’li peyzaj işçileri, tozdan, talaştan ciğeri sönüp “ıskartaya çıkan” kereste işçileri, maden tünellerinde sıkışarak can veren maden işçileri, orman yangınları sonrası zehirli arazilere girip otel inşaatlarına temel açan inşaat işçileri… Kısaca bizim yaşam hakkımız, onların talan hakkı diyebiliriz. Bu yüzden Akbelen’de emeğe ve doğaya karşı açılmış “iç savaş”a karşı emekçiler sermaye rejimi ile mücadele ediyor. 

Yorumlar kapalıdır.