Asgari ücret tiyatrosu işçi sınıfını mücadeleye çağırıyor

2024 yılında uygulanacak asgari ücret, bir önceki yıldan farklı olarak yıl ortasında artış yapılmayacağı, yani 2025 yılına kadar sabit kalacağı söylemleriyle yüzde 49 artırılarak net 17.002 TL olarak açıklandı. Üstelik önümüzdeki dönemde asgari ücretin açıklanan değil beklenen enflasyon verileri dikkate alınarak belirleneceği de rejimin söylemleri arasında.

Açıklanan asgari ücretin hemen ertesi günü gelen zamlarla eridiği gerçeğini gizlemek artık imkânsız. Zira emekçiler bu cendereyi her türlü örnek ve matematik hesabıyla her gün, hayatının her alanında bir şekilde dile getiriyor. İşyerlerinde, toplu taşımalarda ve sokaklarda sadece açlık ve yoksulluk konuşuluyor. O nedenle asgari ücretin sayısal olarak ne olduğu değil, hangi sınıfın ihtiyaçlarına göre belirlenmesi gerektiği önemli hâle geliyor.

Asgari ücret, işçilerin etkin katılım sağladığı bağımsız sendikalar ve emek örgütlerince belirlenmesi gerekirken mevcut rejime bağlı Asgari Ücret Komisyonu tarafından belirleniyor. Komisyon, emekçilerin hayatta kalma mücadelesi yerine patronların kâr hırsı ve rejimin siyasi saiklerine göre pozisyon aldığından bu süreçte varlığını ancak kâğıt üzerinde sürdürebiliyor. Nitekim komisyon, asgari ücreti 2022 yılından beri Erdoğan’a günah çıkarma fırsatı vermek için esneme payı bırakarak belirliyor ki emekçiden kepçeyle alınanın kaşıkla iade edildiği anlaşılmasın.

Asgari ücret, emekçiler tarafından denetlenebilir olan bağımsız kuruluşların verileri dikkate alınarak da belirlenmiyor. Ismarlama oran açıklayan TÜİK verilerine göre belirleniyor.

Tüm bu maskeli balo yine işçiyi, emekçiyi omuzlarında büyüyen ve artık canavarlaşan enflasyonla baş başa bırakıyor.

Nitekim asgari ücrete yapılan artış -kâr oranları astronomik bir şekilde artan şirketlerin ürünlerine yaptığı zamlar sonrasında- açıklanır açıklanmaz kuşa dönüyor. Ama buna rağmen yine en fazla vergiyi emekçiler veriyor. Bu nedenle, asgari ücrette gerçek enflasyon oranında düzenli artış talebimizle birlikte zenginlerden servet vergisi alınması yani vergi yükünün emekçiye değil patronlara kesilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

Bunun yanı sıra, işçinin en temel hakkı olan sendikal hakkının kriminalize edilmeye çalışılması, sendikaların edilgen rol oynaması, işçi sınıfının bu koşullara karşı mücadele gücüne de zarar veriyor. Oysa bu tablo ancak birleşik ve örgütlü bir mücadele ile değişebilir.

İşçi sınıfının enflasyon karşısında alım gücünün yükselebilmesi için ücretler üç ayda bir gerçek enflasyon oranında artırılmalı, emekten yana ve insanca yaşam için zenginlerden servet vergisi alınmalı diyoruz. Tüm bu çözümler ise işçi demokrasisini esas alan sendikalar ve emek örgütlerinin birlikte mücadelesi ile hayata geçirilebilir.

Yorumlar kapalıdır.