Devrimcilik örgütlülüktür! Örgütlülük partidir! Partisiz mücadele Sisifosluktur!

Sol Parti’den Alper Taş’ın Gazete Duvar’da yayımlanan bir söyleşide “Partilere sıkışan devrimciliğin sonu geliyor” şeklinde bir açıklamasını okuduk. Taş aynı söyleşide örgütlülüğün en üst seviyesine olumlu bir örnek olarak Gezi isyanını gösteriyor ve “Partilere sıkışmış devrimciliğin ve muhalefet çizgisinin sonuna geldik. Elbette partiler olacak, parlamento olacak. Özellikle 1 Nisan’dan sonra fazlasıyla göreceğiz” şeklinde bir öngörüde bulunuyor…

Öncelikle partiye, mücadele araç ve yöntemlerine dair bu ve benzeri görüşler ilk kez dile gelmiyor. Aslına bakılırsa devrimci Marksistler için referans niteliğinde olan Bolşevik Leninist parti anlayışı “elbette partiler de olacak” ama “parti olmayan parti” türünden anlayışlara karşı mücadelenin de bir tarihi. Diğer yandan Alper Taş’ın görüşleri temsilcilerinden olduğu Dev-Yol geleneğinin 1970’lerdeki muazzam kitleselliğine rağmen partileşmemesi, gevşek ve yatay halkçı örgütlenme modellerini referans almasıyla da uyumlu. Nitekim ÖDP deneyimi de ana omurgasını Dev-Yol geleneğinin oluşturduğu bir parti girişimi olarak “gökkuşağı, aşkın ve devrimin partisi ve parti olmayan parti” terimleriyle tanıtılmıştı. Tam da öyle oldu. Bu açılardan Taş’ın açıklamalarında bu anlamda yeni bir ideolojik-politik-örgütsel açılım yok. Bunları bir eleştiri olarak değil tespit olarak ifade ediyoruz. Kuşkusuz herkes inandığı şekilde yaşıyor ve mücadele ediyor. Buna da diyecek bir şeyimiz olamaz. Sonuçta herkes kendinden mesul!

Yalnız söz konusu işçi sınıfı, emekçi yoksul halk ve ezilenler olduğunda hepimizi bağlayan ve yeni olan bir ortak yan var. 22 yıldır tüm ülkeyi ekonomik ve politik olarak domine eden, rejimi değiştirmekle kalmamış aynı zamanda yeni bir sosyoloji ve ekonomi-politik düzen kurmuş AKP realitesi. AKP bunu makine gibi işleyen bir parti aygıtı aracılığıyla yaptı. Devlete nüfuz etti. Rejimi değiştirdi. Birikim modelini belirledi. Devasa bir aygıt haline geldi. Üstelik bütün bunları, şöyle ya da böyle, her defasında halkın önemli bir kesiminin onayını alarak yaptı. Sermaye yanlısı, emek düşmanı AKP bütün bunları bir burjuva siyasi parti aracılığıyla yaptı ve şimdi büyük bir yıpranma içinde ve tekliyor. Ama alternatif olarak öne çıkanlar belli açılardan AKP ve MHP’yi de aratabilecek Yeniden Refah Partisi, Zafer Partisi gibi oluşumlar. Onlar da bunu siyasi partileri aracılığıyla yapıyor. Sözün özü, devrimci-sosyalist partilere hiç ama hiç olmadığı kadar ihtiyaç olan günlerdeyiz.

Bunun karşısında sosyalist solun, üstelik çoğunluğu, biz hiç katılmasak da, mevcut rejimi ve yönetimi faşizm olarak tanımlarken, her şey olağanmış gibi bir gündelik pratik içinde davrandığını görüyoruz! Kanıt mı? Örneğin bu korkunç koşullara rağmen işlerliği olan bir emek-özgürlük ittifakının halen kurulamamış olması. Mevcut tabloya rağmen solun birbiriyle uğraşma ve yıkıcı rekabeti bırakmaması. Eğer bir grevin, direnişin başını bir sosyalist grup veya parti çekiyorsa diğerlerinin çoğunlukla destek ve dayanışma sunmak yerine bu grevi, direnişi görmezden gelmesi. Sendikaların, emek örgütlerinin parsel parsel bölüşülmesi! Yıllarca yönetiminde olduğu, kendisi dışında hiç kimseye alan açmadığı sendikada yönetim değiştiğinde işçi demokrasisinin hatırlanması… Tabii ki sol programlarını yarıştıracak, talep ve sloganlarını mücadele içinde sınayacak ama günün sonunda düşman sermaye düzenidir, kapitalizmdir… Devrimciler, sosyalistler her yer ve zamanda birbirine emanettir… Kısacası rejim tanımından tercih edilen araçlara, yöntemden izlenen mücadele hattına kadar maalesef her şey uyumsuz…

Başa dönersek. Sorun partili mücadelede değil, hiç öyle olmadı. Aksine devrimcilik örgütlülüktür. Örgütlülük partidir. Parti hobi ya da tercih değil düzeni dönüştürmenin zorunlu aracıdır. Ne kadar mücadeleci, devrimci ve sosyalist olursanız olun parti olmadan düzeni dönüştüremezsiniz. Partili olmayan devrimcilik ebedi muhalefet halidir. “Partilere sıkışan devrimcilik” olmaz. Sorun partiler değil, mücadeleleri birleştirmiyor oluşumuzda. Sorun bir emek-özgürlük ittifakının gerektirdiği tarihsel sorumluluğu, dar grup çıkarlarını aşarak, hayata geçiremeyişimizde. Sorun 1 Nisan sonrası daha da azacak emek düşmanı politikalara karşı tek yumruk olamayışımızda. Sorunu yanlış tespit edince elimizdeki tek gerçek araç olan devrimci sosyalist partileri de iğdiş etmeye başlıyoruz. Yapmayalım. Partilerimize, örgütlülüğümüze sahip çıkalım ve günün sonunda ortak düşmana karşı bir arada duralım! Ve unutmayalım: Partisiz mücadele Sisifosluktur*!

*Yunan mitolojisinde Sisifos, Ölüler Ülkesinde sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır.

Yorumlar kapalıdır.