Suriye’de yeni dönemin dinamikleri

Suriye’de Esad rejiminin 8 Aralık’ta devrilmesinin ardından gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) yeni süreci politik olarak domine etmeyi şimdilik başarırken, geçici ve fiili devlet başkanı gibi hareket eden Colani (Ahmet El Şara) eski başkanlık sarayında, neredeyse hiç durmaksızın uluslararası ve yerel delegasyonları ağırlıyor. Burjuva medya çoğunlukla yeni dönemi Colani’nin kıyafet değişimi üzerinden magazinleştirirken, herkesin aklındaki temel soru, sürecin nasıl ve nereye evrileceği.

Politik “geçiş”

Esad rejiminin yıkılmasının ardından geçici hükümet, diğer muhalefet kesimlerinin temsili olmaksızın, HTŞ tarafından oluşturuldu. Oldukça pragmatik bir politika izleyen Colani önderliği, eski Baas bürokrasisini tümüyle tasfiye etmek yerine, onu mümkün olduğunca içermeye çalıştı. İdlib vilayetini yöneten hükümetin başbakanlığından Suriye geçici hükümetinin başbakanlığına geçen Muhammed el Beşir, genel seçimlerin 1 Mart 2025’te yapılacağını açıkladı. Colani ise diğer politik ve toplumsal kesimleri kapsayacak bir Ulusal Diyalog Konferansı’nın gerçekleştirileceğini duyurdu.

Önümüzdeki dönemin en belirleyici gündemi hiç şüphesiz siyasal demokrasi olacak. Dinsel ve ulusal azınlıkların, kadınların hakları garanti altına alınacak mı? Örgütlenme ve ifade özgürlüğü tesis edilecek mi? Siyasi partiler seçimlere serbest ve eşit koşullarda girebilecek mi? Konformistler HTŞ’nin bunları gerçekleştirmeyeceğini söyleyerek kafalarını omuzlarının arasına gömüyor. Devrimciler ise, bütün bu başlıkların politik mücadelenin bir konusu olduğunun bilincinde olarak bu doğrultuda savaşmak için kolları sıvıyor. HTŞ başta olmak üzere hiçbir burjuva önderlikten beklentisi bulunmuyor. Yalnızca, kahramanca bir mücadeleyle barbar bir diktatörlüğün yıkımını sağlamış bir halkın basiretine güveniyor. Devrimci bir politik seçeneğin inşası için harekete geçiyor.

Ekonomik yeniden inşa

Esad rejimi Suriye’ye sadece insani değil aynı zamanda devasa bir ekonomik yıkım miras bıraktı. Son yıllarında rejimin Suriye lirasını serbest düşüşe bırakmasıyla para gerçek anlamıyla pula dönüştü. Halkın yüzde 90’ından fazlası ağır yoksulluk içinde kıvranırken, rejimin himayesi altına tuttuğu toplumsal kesimler dahi gıdaya, enerjiye ulaşamaz hale geldi. Bu enkaz emperyalist ülkelerden “dış yatırım” çekerek değil, halkın ihtiyaçlarını önceleyen antikapitalist bir programla kaldırılabilir. Esad oligarşisinin tüm varlıklarının tazminatsız kamulaştırılması, ülkedeki yıkımın baş sorumlularından İran ve Rusya’ya borçların iptali, bu ülkelerle ilişkili şirketlere tazminatsız el konulması, kamu borç ödemelerinin durdurulması ve tüm bu kaynakların halkın acil ihtiyaçlarının karşılanması için merkezi bir planlama temelinde kullanılması mevcut yıkımın dayattığı nesnel ve acil görevlerdir.

Golan, Gazze ve Yarmuk

Bu döneme damgasını vuran bir diğer gelişme, Siyonist İsrail’in artan saldırganlığıydı. Esad’ın devrilmesinin hemen ardından gerçekleştirdiği onlarca hava saldırısıyla İsrail, Suriye’nin önemli altyapı tesisleriyle hava ve deniz kuvvetlerinin neredeyse tamamını imha etti. Dahası, işgal altında bulundurduğu Golan Tepeleri’nin ötesine geçerek stratejik Hermon Dağı ve Lübnan-Suriye sınırlarındaki geçişleri kapsayan yeni bölgeleri ele geçirdi. Yarmuk Havzası’nda işgali protesto eden halka İsrail askerleri ateş açtı ve bir kişi yaralandı.

HTŞ yönetimi şu ana dek İsrail saldırılarına karşı oldukça düşük profilde açıklamalar yapmakla yetindi. Colani bunu “Suriye’nin savaştan yorgun durumu, yıllar süren çatışma ve savaştan sonra yeni çatışmalara izin vermiyor,” şeklinde gerekçelendirdi. Suriye’nin bugünkü durumunun İsrail’le açık bir askeri çatışmaya izin vermediği iddia edilebilir. Bununla birlikte, Suriye halkının geniş kesimleri Filistin halkının daima yanındadır ve Siyonist devletin Golan Tepeleri’ni işgalini asla unutmamıştır. Suriye halkı İsrail’in katliamlarından kaçmak zorunda kalan Filistinli mültecilere daima kapılarını açmış, başta Yarmuk mülteci kampı olmak üzere Filistinliler Suriye’nin birçok yerinde uzun yıllar yaşamışlardır. İsrail’in bugünkü saldırıları da Suriye halkında derin bir öfke yaratmaktadır. İsrail’in saldırganlığı her şeyden önce bu öfkenin politik olarak seferber edilmesiyle durdurulabilir. Dolayısıyla, HTŞ yönetiminin İsrail saldırganlığı karşısındaki politik ve diplomatik tutumu “Suriye halkının yorgunluğundan” değil kendi uzlaşmacı, işbirlikçi ve pragmatist politikalarından kaynaklanmaktadır.

Öte yandan tüm bu süreci ABD ve İsrail’in komplosu olarak görenler, İsrail’in Suriye’deki saldırılarını ve askeri ilerleyişini bunun bir kanıtı olarak sundular. Bu anlayış, bölgede İran, Esad rejimi, Hizbullah ve Filistin örgütlerinden oluşan bir “direniş ekseni” olduğu varsayımından yola çıkıyor. Oysa, başka pek çok yerde belirttiğimiz gibi, Esad rejimi İsrail’e karşı söylemlerin ötesine geçerek son 50 yılda tek bir kurşun sıkmazken, Siyonizm de 2011’den bu yana hiçbir zaman Esad’ın yıkılmasından yana olmadı. İsrail’in yok ettiği Suriye Hava Kuvvetleri Golan Tepeleri’ni geri almak, Gazze soykırımını engellemek için tek bir sorti dahi yapmadı. Ancak Suriye halkını katletmek için sayısız operasyon düzenledi. Devrimin ardından Esad rejiminin yanında yer almadığı için Yarmuk bizzat rejim tarafından yıkıldı. Rejimin düşmesinin ardından sadece Sednaya Hapishanesi’nden 630 Filistinli tutsak çıktı. Suriyeli bir devrimcinin dediği gibi “Özgürlük Gazze, Yarmuk ve Golan’ın ortak kaderidir”.

Diktatörler düşerken

Esad diktatörlüğünün düşmesi bölgenin diktatörlerini, monarklarını, otoriter liderlerini sevindiren bir gelişme olmadı. Aralarındaki en mutsuzları şüphesiz molla Hamaney ve Putin. İran milisleri ve Rus askerleri ülkeden neredeyse tamamen çekildi. Rusya, donanmasını Tartus’tan çekmeye başlarken bu bölgedeki üssünü tamamen kaybedebilir. Mısır diktatörü Sisi bir diğer mutsuz kişi. Devrimlerin bulaşıcılığını geçmiş deneyimlerinden çok iyi bilen Sisi, Mısır’da yeni bir protesto dalgasından endişeli. Esad’ın devrilmesini kutlamak isteyen Suriyelileri tutuklatması da şüphesiz bundan kaynaklanıyor. Yakınlarına “Endişelenmeyin. Çünkü benim ellerimde kimsenin kanı yok,” açıklaması da bu endişeden gelen bir dil sürçmesi olabilir. Petrol monarşileri ise Suriye’de demokratik, halk egemenliğine dayanan bir siyasal rejimin ortaya çıkmasından ve böyle bir rejimin başta kendi halkları olmak üzere bölgeye örnek olmasından kaygılılar. Erdoğan yönetiminin öncelikli kaygısı ise Kürtlerin kalıcı bir özyönetime kavuşmasını engellemek veya en azından bu sürecin kendi himayesi, kontrolü altında gerçekleşmesini sağlamak.

Demokratik hakların tesisi, ekonominin emekçi halktan yana planlanması, milyonlarca mültecinin geri dönebileceği koşulların sağlanması ve ülkenin dış güçlerden tamamen temizlenmesi, Suriye’de yeni dönemin temel dinamiklerini oluşturuyor. Bu dinamiklerin ne şekilde evrileceği siyasi arenada verilecek mücadeleyle belirlenecek. Tam da bu nedenle, sosyalist bir siyasi seçeneğin hızla inşa edilmesi hayati bir öncelik kazanıyor. Son bir haftada kayıpların bulunması, kadın haklarının güvence altına alınması ve İsrail’in saldırganlığına karşı gerçekleşen protestolar; çeşitli bölgelerde inşa edilmeye çalışılan yerel komiteler bu seçeneğin yükseleceği toplumsal kanalları gösteriyor.

Yorumlar kapalıdır.