Okur mektubu: “Asgari ücretli için kurtuluş var”

Seçimlerde iktidar yaptığımız partilere “bizi yönet” diyerek gücümüzü devrederiz. Aslında güçlerimizden, yetkilerimizden vazgeçmek anlamına gelen bu durum örgütsüz emekçilerin aleyhine kullanılır. Seçtiğimizi denetleyemezsek onların köleleri oluruz. Sonuç olarak ağır vergi yüküyle, savaşlara yollanmakla, açlıkla, yoksullukla yüzleşiriz.

Buna razı gelmeyen toplum kesimleri vatan hainliği gibi gerekçelerle suçlanır. Katledilmelerinin, zindanlarda çürümelerinin meşru zemin bulması propaganda araçlarıyla sağlanır. Milliyetçilik pompalanır, dini duygular kullanılır… Tutarsa devam, tepkilerle karşılaşırlarsa ertelerler. Yalanlar üstüne yalanlarla bu algılara şekil verilir. Bazen bu yalanların öyle çok akıllıca, dahiyane olması gerekmez. Örneğin 90’lı yıllar deyince Tansu Çiller’i, 5 Nisan kararlarını, faili meçhulleri, Kürtlere yönelik baskıları hatırlarken öte yandan da “herkese bir ev, bir araba anahtarı” vaadini yaşı yeten her birimiz anımsarız. Bugüne şans eseri gelmedik. Özallar, Demireller, Ecevitler farklı şekilde sömüre sömüre şimdiki zamanı getirdiler bize. Çünkü onlar bize her ne kadar farklı olduklarını söyleseler de birbirlerinin devamıydılar. Şimdiki iktidara bakarsak hikâye başka…

Bugüne kadar gelen yalanlar nasıl oldu da karşılık buldu? Şöyle açıklayabiliriz: Önceki büyük sömürü düzeni temel olarak vaat ile ayakta duruyordu. Umut satıyordu eski yönetenler. Şimdi ise elimizden o bile alındı. Eskiden çöp konteynırları etrafında sokak hayvanları oldurdu. Şimdi çöp konteynırlarında yoksul insanlar bekliyor. Sıkı sıkıya bağlı oldukları bu düzen yoksulluk sınırının altındaki asgari ücretle, kadın cinayetlerini savunan patriyarkal yüzüyle, grev yasaklarıyla, yüksek kiralarla, faizi biriken kredi kartı borçlarıyla, icralarla bizim sefaletimizle ayakta dururken birilerini zengin ediyor. Bu yüzden ultra zenginler bizler için asgari ücrete yüzde 30 zammı yeter gördüler. Ülkenin ortalama maaşını 22.100 TL olarak belirlediler.

Patronlar kulübü, hükümet ve sendika bürokratları uzun zamandır bizi düşük zamma alıştırmak için el ele, diz dize verdiler. Asgariye “zam eşittir enflasyon” diyerek yalanlar saçtılar. Peki biz işçiler ne yapacağız, böyle gelmiş böyle gider mi diyeceğiz? Ömür boyu çalışıp yoksullukla yaşamayı kabul mü edeceğiz?

Gece gündüz, hafta içi ve hafta sonu çalışmaktan başka hiçbir şey yapmayalım, konuşmayalım, haklarımızdan bahsetmeyelim, itiraz etmeyelim, ne deniyorsa uslu uslu yapalım ister bu egemenler sınıfı. Ama bizim yapabilecek farklı bir şeyimiz var. Bunu Hitachi işçileri ispatladılar. Direndiler, birlikte başardılar. Polonez işçileri aylardır direniyor. İşimiz tüm direnişleri birleştirmek olmalı.

Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçilerin gücü, toplumun en kalabalık sınıfı olmasından ama en çok da üreten olmasından gelir. Ancak bu gücümüzü kullanmamız için örgütlü olmamız mecburidir. Biz üretmesek hayat durur. Egemenlerin, burjuvazinin saldırıları boşa çıkar. Patronların tek derdi çok üretip az maaş vererek kâr etmek ise, bizim üretimden gelen gücümüzü kullanmamız burjuvazinin aslında bir balon olduğunu gösterir.

Sonra ne mi olur? O muazzam güç, yani işçilerin örgütlü mücadelesi hayatı yeniden kurar. Mezheple, dinle, milliyetle hatta yeri geldiğinde tuttuğumuz takımla dahi bölünebilen biz işçi ve emekçiler bugün geçinemiyor olmakta birleşiyorsak bunun çaresi insan onuruna yaraşır bir yaşam için birleşik mücadelededir. Ve birleşik mücadele için de Emek İttifakı’nı örmeliyiz!

Metal işçisi Yılmaz

Yorumlar kapalıdır.