2017’nin kirli bütçesi

2017 yılının merkezi yönetim bütçe kanunu uzun tartışmalar sonucu Meclis’ten geçerek yürürlüğe girdi. Bütçeye göre bu yıl 645,1 milyar TL gider, 598,3 milyar TL gelir bekleniyor. Dolayısıyla, açık verecek bir bütçe ile karşı karşıyayız. Tabii, dolar kurunun 2017’de ne kadar yükseleceğine bağlı olarak bu 46,9 milyar TL’lik açık, öngörülenden çok daha fazla büyüyebilir.

Genel veriler

Bütçeden Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ayrılan pay 76 milyardan 85 milyar TL’ye yükseltildi. Fakat bu paranın 67 milyar 550 milyon TL’si sadece personel giderlerine harcanacak. MEB bütçesinden eğitime harcanacak paranın oranı %8,5; oysa bu oran 2002 yılında %17’idi. Eğitimin gittikçe özelleşmesiyle hane halkının cebinden eğitime harcanan para ise 40 küsur milyar TL civarında. Aslında Türkiye 150 milyar TL’ye Türkiye’deki 18 milyon öğrenciye ücretsiz, kamusal ve bilimsel eğitimi kolaylıkla sağlayabilir. “Ek kaynak göster o zaman” diyenler olabilir. Hemen göstereyim: Yılbaşı kutlamak caiz değildir şeklinde vaazlar vererek toplumu germekten başka bir işlevi olmayan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, %80’i imam maaşlarından oluşan 6 milyar 800 milyon TL’lik bütçesini ve Hazine Müsteşarlığı’nın 6 milyar TL’lik borcunu, 57 milyar 500 milyon TL’lik faiz giderini ödemeyin. (Faiz lobisine karşı olan, vergilerimizden toplanan bu parayı bilime, sağlığa ve eğitime harcar.) Bu parayı MEB’e aktarın. Böylelikle ek hiç bir şey yapmadan kaynak sağlamış olursunuz. Hiçbir şey de kaybedilmemiş olur. Türkiye kazanır.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na ayrılan bütçe ise 5 milyar 147 milyon TL -dikkat edilirse Diyanet’ten daha az- 110 yüksek öğretim kurumuna 25,5 milyar TL para ayrıldı. 4 Diyanet, 110 tane yüksek öğretim kurumu ediyor bu ülkede.

AKP’nin hazırladığı 15. bütçe olan 2017 yılının bütçesi de gösteriyor ki, yıl yıl vergi gelirleri ve bütçe içindeki vergi oranı arttıkça, kamu hizmetlerine ayrılan pay oransal olarak azalıyor. Savaşa, güvenliğe öncelik veren, özel teşebbüslerin ek yükü karşısında ezilen, asgari ücretlerimizle beslediğimiz bu kaynaktan bizlere yansıyan 104 TL’lik “zam” oldu.

Vergi soygunu

Büyük kısmı ücretli çalışanların vergi kesintilerinden oluşan gelir vergisinin, bu yıl 108,5 milyar TL olması öngörülüyor. Ama emekçilerin vergi yükü bununla sınırlı değil. Farkında bile olmadan dolaylı yoldan ödediğimiz vergi oranı çok daha fazla. 140,8 milyar TL katma değer vergisi (KDV), 136,4 milyar TL ise özel tüketim vergisi (ÖTV) ödeyeceğimiz öngörülüyor. Maaşlarımızdan kesilen vergi dışında tükettiğimiz her üründen değişen oranlarda alınan vergiler, bizlere kamusal hizmet şeklinde geri dönmüyor. Yol, su, elektrik olan dönen şey ise yine para karşılığı yapılan hizmet oluyor. Elektrik dağıtım şebekelerinin özelleştirilmesiyle kabaran faturalarda hala yüksek KDV oranları ve TRT payı gibi gülünç vergiler bulunmaya devam ediyor. Yine vergilerimizle yapılmasına rağmen döviz üzerinden taahhütlü olarak özel şirketlere devredilen köprülere, geçitlere ve bölünmüş yollara, kullansak ayrı para kullanmasak da zarar ettiği takdirde aradaki farkı yine vergilerimiz üzerinden ödüyoruz. Devlet madem para karşılığı hizmet ediyor o zaman şu soru çok meşru bir hal alıyor; Neden vergi ödüyoruz? Devlet her şeyden elini ayağını çekerken vergiler, neden elini ayağını üzerimizden çekmiyor? Neden hala açlık sınırı altında olan asgari ücretliden vergi alınıyor? Devlet bu soruları cevaplamak zorunda! Aksi halde bir soygun devleti haline geldiği tescillenmiştir.

Savaşa bütçe

Ülkede son yıllarda yaşanan kaos ortamıyla zaten her yıl düzenli olarak artan güvenlik harcamaları bu yıl özellikle tavan yaptı. Yıkılan şehirler, Suriye’deki sıcak savaş, artan ekipman ve personel giderlerini beraberinde getirdi. Yavaştan başlayan profesyonel ordu denemeleriyle birlikte tüm bu verileri düşündüğümüzde bütçeden aslan yapının güvenliğe akmış olmasına şaşırmamak gerekiyor. Kaynaklarımızın önemli bir miktarının yıkıma ve ölüme harcanmış olması ayrıca düşündürücü.

Milli Savunma Bakanlığı 28,7 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığı 9,3 milyar TL, Emniyet Genel Müdürlüğü 23,5 milyar TL, Sahil Güvenlik Komutanlığı 650 milyon TL olmak üzere 62 milyar TL’lik para bütçeden harcanacak. Bu paranın 15 milyar TL’si mal ve hizmet giderleri kalemi. Bu arada sağlığa harcanan toplam paranın güvenliğe harcananın neredeyse yarısı olduğunu belirtelim: 30 milyar TL.

Güvenlik adı altındaki savaş harcamaları öngörülen rakamlar sadece 2017’de El Bab ardından Mümbic ardından Rakka, Sincan şeklinde hedefler koyan hükümetin ne öngördüğünü bilemeyiz, fakat bu bütçenin bu maliyeti kaldırmayacağı ortada; aradaki farkı elbette daha fazla vergi yükü ile karşılamaya çalışacaklar. Bize ise yine güvenlik harcamaları arttıkça nerede öleceğimizi bilemeden güvensizlik içinde yaşamak düşecek.

Oysa kamu kaynaklarımızı kullanarak emeğe ayrılan bütçeyi şu an olduğundan daha yukarılara taşıyabiliriz. Maddi birikimimizi savaşa ve ölüme harcamak yerine düzenli olarak artan ve tek banka altında toplanmış ulusal artı değer fonu oluşturarak refah düzeyinin arttırılması hayal değil.

Özelleşmeye harcanan kamu kaynakları verimsizliği de beraberinde getiriyor. Bu verimsizliğin ve boşa harcanan onca paranın önüne geçmek için kamu kaynaklarını kamu için kullanmak şart. Metalaşmanın önüne ancak bu şekilde geçilebilir.

Tüm bunların yapılabilmesi için gereken kaynak tam önümüzde duruyor; Türkiye’nin en zengin 100 ailesinin mal varlıkları ve sahip oldukları şirketlerin karlılıkları tüm ülkeyi müreffeh kılacak boyuttadır. Yapılması gereken şey çok açık…

Yorumlar kapalıdır.