Ulusal birlik değil, sınıfın birliği!

Fransız devrimci Marksist grup Enternasyonalist Sosyalist Grup’un (GSI) Ocak 2012’de yayımlanan 116. sayısının editöryalinin kısaltılarak çevrilmiş halidir.

8 Kasım 2011 tarihinde Strasbourg Üniversitesi’nde bir toplantıya katılan Nicholas Sarkozy şöyle konuştu: “Birçok sıkıntıya ve işsizliğe sebep olan bu krizin ülkemiz için bir şans olduğuna inanıyorum. Daha önce asla kabul edilemez gibi görülen önlemler, artık kabul edilir hale gelmiş durumda.”

İnsanı insan yapan tarzıdır derler, ama ne olursa olsun bu cümle biraz açıklamayı hak ediyor..

Aslında yukarıdaki cümlede bahsedilen, 2007’den beri hükümetin sürdürdüğü politikada bir kırılmaya işaret etmiyor. Sadece, içinde bulunduğumuz koşullardan ötürü, bu politikanın kitlelere sunuluş tarzı değişmiş durumda. François Fillon Matignon’a (Fransız Başbakanlık resmi konutu) kurulduğundan beri, ulasal birlik-beraberlik çağrısı yapmayı sürdürüyor ve uyguladığı politikalar da bu temelden yola çıkıyor. Öyle değilmiş gibi yapan muhalefet partilerinin aksine, açıktır ki, bu politika üzerine uzlaşılmış durumda. Nicholas Sarkozy’nin bu kadar rahat konuşabilmesi de bunu kanıtlar nitelikte.

Bu, burjuvazinin ajandasının sağ, aşırı sağ ve hatta bir kısım sol partiler tarafından uygulamaya konulduğunun bir göstergesi. “Bir kısım sol parti” dedik ama aslında, sağ ve “sol” partiler arasında bir ayrımın olduğu söylenemez. Çünkü, bu partiler, kapitalist sistemi savunmaya gelince derinden bir birliktelik içerisinde hareket ediyorlar. (…)

Unutmayalım ki: Fabrikalarda ve sokaklarda örgütlenmek için seçimden seçime, tartışma oturumları düzenlemek yeterli değildir. Aslında, bütün bu tartışmaların arkasında, kitleler nezdinde beliren sessiz öfkeyi bastırma ve bu öfkenin bir genel greve dönüşme olasılığını önleme hedefi yatıyor. Bu öyle bir olasılık ki, sonuna kadar götürüldüğünde sadece hükümeti değil, yarı Bonapartist Beşinci Cumhuriyeti de hedef alması kaçınılmaz. Tabii bir de ne pahasına olursa olsun, işçi sınıfının çıkarlarını savunan bağımsız bir politik örgütlenmenin ortaya çıkışını engellemek var…

İşçi ve köylü sovyetleri aracılığıyla; kapitalizmden kopuşu, üretim ve dolaşım araçlarının toplumsal mülkiyeti yoluyla sosyalizme doğru yürümeyi vazgeçilmez hedef olarak gören bir politik örgütlenmenin önüne geçmek…

Yukarıda bahsi geçen “sol” partilerin kapitalistlere yönelttiği eleştiriler en iyi ihtimalle, “reform” talepleri, tırpanlanan sosyal haklarla ilgili “insaf” beklentileri… “Sol Cephe”nin (Fransız Komünist Partisi-PCF, Sol Parti-PG ve müttefikleri) ya da Yeni Antikapitalist Parti-NPA’nin seçim kampanyalarında “finansal denetim” sorunu üzerine geliştirdikleri talepler bunlarla sınırlı.

Finansal denetimden mi söz ediyoruz? Avrupa Merkez Bankası geçtiğimiz günlerde bankalara 500 milyar Avro hacminde yüzde 1 faizli ucuz kredi sağladı. Bu krediyi kullanan bankalar ise Avro bölgesi ülkelerine yüzde 2’den başlayan faiz oranlarıyla kredi sağlamakta (Yunanistan hükümetinin kullandığı kredi, toplam miktarın yüzde 30’una denk düşüyor). Peki, aynı bankalar sıradan vatandaşa yüzde kaç faizle kredi sağlıyor? Yüzde 15, 20, 25 gibi oranlarla. İşte size finansal denetimin özü! Tam da bu yüzden: Tüm borç ödemeleri durdurulsun! İşçi- emekçi ve küçük köylülerin borçları da dahil olmak üzere tüm borçlar iptal edilsin! (…)

Bilindiği gibi, Fransız parlamentosunda oylanan yasalar ve çıkartılan kararnamelerin yüzde 80’i AB dokümanlarından devşirilmekte. Oysa, tüm Avrupa’da olduğu gibi, Fransa’da da esas tartışma, AB anlaşmalarının feshi ve artık kredisini tüketmiş olan kapitalist üretim biçiminden kurtulma/kopma etrafında yoğunlaşmış durumda.

Gerçekte -ve bu günümüz benzeri bunalım dönemlerinde hayati önemde olan- sağ/sol tartışmalarının ötesinde, sınıfsal bir tartışma da yürümektedir. Bu tartışma ya burjuvazi ya işçi sınıfı, ya kapitalizm ya sosyalizm tartışmasıdır.

İşte bu yüzden biz, GSI olarak, AB anlaşmalarının iptalini “ulusal bağımsızlık” hatta daha da kötüsü “ulusal egemenlik” olarak değil, sınıfsal bir sorun olarak görüyoruz. Öyle ki, bu sorun, politik yelpazedeki konumlanış açısından turnusol kağıdı niteliği taşımaktadır. Avro bölgesindeki hükümetler (muhalefet partileri de dahil olmak üzere) tutumlarını “ulusal egemenlik” eksenine oturtmuş durumdalar. Fransa endüstrisinin ayağa kaldırılması gibi bir amaç güden “Fransa’da üretilmiştir” kampanyasını ele alacak olursak; 40 yıldır demir-çelik, maden, tekstil, bilişim gibi sektörlerin spekülatörlerin yararına tasfiyesi için çalışan Fransız burjuvazisinin iki yüzlülüğünü görmek çok da zor olmaz. (…)

Ücretler düştüğünde, çalışma süreleri ve işsizlik arttığında ithalat azalmış ve ihracat artmış olacak. İşte iki yüzlülük burada! Burjuvazi yararına, işçiler arasındaki rekabeti arttırmak adına, “Merkozy”nin bütün Avrupa’ya dayattığı ve Alman işçilerini de fakirliğe iten, bu iki yüzlülüğün ta kendisi. Ücretler üzerindeki sosyal kesintilerin arkasında yatan da bu: İşçiler ve gençlerin sırtındaki vergi yükü kapitalistler için daha az vergi anlamına geliyor. Sosyal güvenlik sistemi yıkılıyor ve sosyal güvenlik programları arasında rekabet oluşturuluyor. Sağlıkları ve emeklilikleri için işçilerin ve emekçilerin cebinden daha çok para alınıyor.

Bütün bunlar olurken, Nicholas Sarkozy 18 Ocak’ta Fransa’nın en büyük patron örgütleriyle (MEDEF ve CGPME) bir toplantı organize ediyor ve alkışlarla karşılanıyor. 2007’de patronlar , “çöküntü” karşısında “kurtarılma” beklentilerini dile getiriyorlardı, 2011 yılında da “sosyal modelimizin kurtarılması arzusunu” dillendiriyorlar. Fransa’nın en büyük işçi sendikaları olan CFDT ve CGT’ yi ellerinde bulunduran bürokratlar ise tabandan gelmesi olası patlamaları “ulusal birlik” ekseninde dizginlemeye yönelmiş durumdalar. Tam da bu yüzden, 18 Ocak’taki toplantıya, tabandan gelen basınca rağmen, katılma ihtiyacı hissettiler.

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (CES) AB genelinde “kamu borç stokunun azaltılması” yönünde politikalar geliştirilmesi konusunda karar almış bulunuyor. Buna bağlı olarak da ulusal düzeyde faaliyet yürüten sendikalar, hükümetlerin ulusal birlik politikalarına eşlik ediyorlar. Bu önlenemez bir durum mu? Hayır, önlenebilir… CES’ten kopuş yani kapitalizmden kopuş yoluyla… İşçi sınıfının çıkarlarını savunmak için sınıfın birliğinin sağlanması yoluyla…

Bugün Avrupa sathında kapitalistler için birincil önemde olan şey, ulusal birlik vurgusu. Zira, işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırı niteliği taşıyan reformların kabul görmesinin başka yolu yok. Üstelik, emperyalistler arasındaki gerilimlerin “uygar” bir biçimde kontrol altında tutulmasının da başka yolu yok. Çünkü, durum böyle devam ederse, üretici güçlerin çok büyük ölçekte tahribinden ve buna bağlı olarak bir yeniden bölüşüm savaşından başka yol kalmayacak.

Hal böyle iken, ya sosyalizme doğru ilerleyeceğiz, ya da barbarlığa teslim olacağız. Her şey işçi sınıfının ellerinde! Avrupa çapında, sınıfın birliği yoluyla, sınırların ortadan kaldırılması ve bütün Avrupa’da bir genel grevin örgütlenmesi, burjuvazinin yürüttüğü politikalardan, dahası bu sistemden kurtulmak için ve bir işçi-köylü hükümeti için! Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için! (…)

Yorumlar kapalıdır.