Yeni YÖK yasası: Burjuvazi için bilim, burjuvazi için eğitim !

5 Kasım 2012 tarihinde Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), üniversite öğrencilerinin ve öğretim görevlilerinin gündemine oturan bir yasa tasarısını kamuoyuna sunmuştu. Bugün bu yasa tasarısının ODTÜ ve Gezi gibi kitle seferberliklerinin, 17 Aralık operasyonu gibi rejim içi bir hesaplaşmanın ardından, yapılan birtakım değişikliklerle tekrar karşımıza çıkarıldığına tanık oluyoruz. Üniversitenin kapılarını özel sermayeye açmayı hedefleyen tasarıda bir buçuk yıl önce sunulan tasarıdan farklı olarak bu sefer rejimin istikrarını korumak adına yönetimdeki çok başlılığı engelleyecek önlemlerin alındığı göze çarpıyor. Gerçekte bu yasa tasarısının yazılma amacı ne üniversitelerin akademik başarısını geliştirmek ne de toplum yararına teknolojik gelişmelerin önünü açmak. Burjuvazi bunları ancak kendi sınıf çıkarları doğrultusunda, yani kâr ve piyasa odaklı olarak geliştirebilir. Burjuvazi tarafından henüz bütün kâr potansiyeli kullanılamamış olan eğitim alanı, bugün neoliberal saldırı politikalarından en çok etkilenen alanlardan bir tanesidir.

Yeni YÖK yasa tasarının ya da yeni adıyla TYK (Türkiye Yükseköğretim Kurulu) yasa tasarısının hemen başlangıcında, ‘Genel Gerekçe’ başlığının altında tasarıyı hazırlayanlar tasarının temel amaç ve ilkelerini şöyle sıralamaktalar: 1. Çeşitlilik, 2. Kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik, 3. Performans değerlendirmesi ve bilimsel rekabet, 4. Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı, 5. Kalite güvencesi. Aslında bu amaç ve ilkeler burjuvazinin planını özetler nitelikte.

Kâr ve rekabet odaklı eğitim ve bilim

Yeni yasa taslağı Türkiye’de açılması yasal olan kamu üniversiteleri ile kâr amacı gütmeyen vakıf üniversitelerinin yanına özel üniversiteler ve yabancı üniversiteleri de ekleyerek yalnızca üniversitenin kapılarını sermayeye açmakla kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’nin yeni bir kapısını uluslararası sermayeye açıyor. Tabi ki kâr amacı gütmeyen vakıf üniversitelerinin koca bir yalan olduğu bütün öğrenciler tarafından bilinmekte, burjuvazi fiilen bu yasayı hiçe saymakta; fakat artık eğitimde kâr amacı gütmek yasallaşıyor. Bilimsel rekabet kisvesi altında, şirketlerin piyasa rekabeti eğitime tam anlamıyla giriyor. Ayrıca üniversitelerde üretilen bilim, 2012 yılında yayımlanan taslakta bulunan, ‘bilgi lisanslama ofisleri’ yerine geçirilen, sermaye şirketi statüsünde açılacak ve sermaye örgütlerinin, yabancı şirketlerin ve Ar-Ge birimi olan şirketlerin ortak olabileceği ‘teknoloji transfer ofisleri’ ile şirketlerin mülkü hâline geliyor.

Her üniversiteye en az 1 patron

Yeni yasa taslağında üniversite konseyi adında bir yönetim birimi gündeme geliyor. Bu konsey çeşitli asgarî şartlar sağlandığı takdirde bakanlar kurulu onayıyla devlet üniversitelerinde kurulabiliyor. 12 üyeden oluşan kurulda üniversite senatosu tarafından seçilen 6, Bakanlar Kurulu tarafından seçilen 2 ve TYK tarafından seçilen 1 profesörün seçeceği en az biri üniversiteye mali destek sağlamış 3 meçhul kişi bulunuyor. Yani üniversiteye en az 1 sermayedarın girmesi zorunlu tutulurken bu sayı seçilenlere göre artış gösterebiliyor. Yasada üniversite konseyinin görevleri de hayli dikkat çekici bir biçimde belirlenmiş. Konsey ‘üniversitenin yatırım programını ve bütçe tasarısını hazırlamak’, ‘bütçe tertipleri arasında aktarma ve ödenek ekleme yapılmasını karara bağlamak’, ‘sözleşmeli öğretim elemanlarına ödenecek ücretleri belirlemek’ gibi ticari şirketlerin ihtiyaç duyduğu türden yetkilere sahip. Ayrıca yine konseyin görevleri arasında yer alan ‘Bakanlar Kurulunun belirlediği öğrenci ücretlerini … katına kadar artırmak’ ibaresi yeni tasarının ardından bütün üniversitelerin ücretli olacağı anlamını taşıyor. Sözde harçları kaldırdığı için övünen hükümet, kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyor.

“Gereksiz” araştırma konularına izin yok

Eğitim alanındaki piyasalaşmanın uç noktalarından birisi de sosyal bilimler bölümlerinin kâr getirmeyen bölümler olarak görülüp burjuvazi tarafından istenmemesi. Sadece Türkiye’de değil dünyada da sosyal bilimler bölümleri kapatılmak isteniyor ve kapatılıyor. Yeni yasa tasarısında ise benzer amaçlara hizmet edecek bir madde bulunuyor. Buna göre ‘İleri araştırma birimlerinin durumu ve performansı her beş yılda bir yeniden değerlendirmeye tabi tutulur. Belirlenen kriterleri sağlayamadığı tespit edilen ileri araştırma birimlerinin bu statüsüne son verilir.’, ‘Bu maddede sayılan niteliklerin kaybedilmesi hâlinde ileri araştırma birimi unvanının sona ermesine kurul tarafından karar verilir.’ Bu yasa ile TYK’nin ‘gereksiz’ gördüğü araştırma birimlerini kapatmasının önü açılıyor. Ayrıca başka bir maddede öğretim elemanları yurtdışı görevlendirmelerinde TYK ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın görüşünü alarak belirleyeceği öncelikli alanlarda araştırma yapmaya zorlanıyor.

Rejim merkezileşiyor

Geçtiğimiz yıllarda yaşanan direnişler, rejim içi çatlamalar ve hâlâ içerisinde bulunduğumuz ekonomik krizle beraber burjuva AKP hükümeti artık burjuvaziye dahi demokrasi sağlayamaz duruma geldi. Derinleşen ekonomik kriz ile AKP hükümeti her geçen gün burjuvazinin çıkarlarını bir bütün olarak karşılayabilmekten uzaklaşıyor. Kimi burjuva çevreleri zaman zaman kaygılandıran ve hükümetle çeşitli sürtüşmeler yaşanmasına neden olan bu durumdan çıkış için AKP’nin çözüm önerisi otoriterleşmek. Yeni yasa ile vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetini belirleme yetkisi TYK tarafından devralınıyor. Rejimle çeşitli dönemlerde uyuşmazlıklar yaşayan Koç gibi sermaye çevrelerinin TYK kararı ile mütevelli heyetlerinden uzaklaştırılmasının önünü açan bu yasanın devamını TYK’nin gerekli gördüğü üniversiteleri kapatabilme hakkı tamamlıyor.

Öğretim elemanları satın alınıyor

Neoliberal düzende üniversiteye biçilen görev git gide nitelikli çalışan ihtiyacını karşılamaya dönerken, işçi ailelerin çocuklarının girebildiği devlet üniversitelerinin içi özel üniversiteler tarafından boşaltılıyor. Hükümetin işçi ailelerin çocuklarına demek istediği aslında; “İşçisin sen işçi kal!”. Yeni yasa tasarısıyla kamu üniversitelerinin eğitim düzeylerini iyileştirmek için var olan son umudu da bitiyor. Artık profesörler ve doçentler hem devlette hem özel üniversitede çalışamayacak. Bu sayede en yüksek maaşı veren üniversite en kalifiye eğitim elemanlarını kadrosuna katarken devlet üniversitelerinde eğitim git gide kötüleşecek.

Üniversiteden atılma geri geliyor

Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarında üniversitede uzun yıllar kalarak üniversiteyi ‘örgüt yuvasına’ çeviren öğrencilerin atılması gerektiğinden bahsettiğini hepimiz televizyonlarda izlemiştik. Başbakanın hayali gerçek oluyor, lisans programlarında 3, önlisans programlarında ise 2 seneden fazla kalan öğrenciler üniversitelerden atılıyor.

Nasıl bir üniversite istiyoruz?

Burjuvazinin eğitim alanındaki neoliberal saldırıları dayanılmaz hale gelmiş durumda. Eğitimi şirketler için kârlı hale getirmeye çalışan bu yasa tasarısı öğrencilerin yararına değildir. Biz yönetiminde patronların bulunduğu üniversitelerde değil işçi arkadaşlarımızın girebildiği üniversitelerde okumak; şirketler adına rekabet koşulları altında değil, toplum için kolektif bir biçimde bilim yapmak ve üniversite yönetiminde öğrenciler olarak, öğretim elemanları ve üniversite işçileri ile beraber söz ve karar hakkına sahip olmak istiyoruz. 2. öğretimdeki harçların kaldırılmasını, kaldırılmış olanların geri gelmemesini, vakıf üniversitelerinin kamulaştırılmasını, hiçbir özel üniversitenin açılmamasını talep ediyoruz.

Yorumlar kapalıdır.