Erdoğan giderse refah ve demokrasi gelir mi?

Erdoğan’ın taban desteğini seçimi kazanamayacak şekilde kaybettiği ve kitleler tarafından başta ekonomideki büyük yıkıntı olmak üzere her türden sosyal krizin Erdoğan’ın politikalarına bağlandığı konuşuluyor.

İşçi emekçilerin alım gücünde yaşanan düşüş sefalet koşullarına dayandı. Köprü ve otoyollara verilen geçiş garantileri, bankaların tarihsel kârlılık rekorları, enflasyon, madenler-enerji santralleri ve mega projelerin enkazı, Kürtlere yönelik inkârcı, kadınlar ve lgbti+lara yönelik düşmanca politikalar… Peki Saray rejimi bu yıkıma rağmen ayakta kalabilir veya rejim Erdoğan kaybederse demokratikleşebilir mi?

Bugüne nasıl geldiğimizi hatırlamakta fayda var. Erdoğan Türkiye burjuvazisinin dünya ile rekabet etmek için yeterli sermaye birikimine sahip olmadığını ve emperyalizmle işbirliği yapılması gerektiğini söylüyordu. Bunun için özelleştirme, emeğin örgütsüzleşmesi ve kamu kaynaklarının burjuvaziye açılması projesi ile iktidara geldi. İktidardayken daha hızlı karar alabilecek bir sisteme ihtiyaç duyduğunu söyleyerek “yeni sistem” çağrılarında bulundu. Hatta bu yola girerken bizim demokratik gericilik dediğimiz, birtakım demokratik hakların gündeme getirilmesi (açılım dönemleri) ile rejimin güçlendirilmesi doğrultusundaki politikaları önerdi.

Sonra ne oldu?

Bu süreç 2008 küresel ekonomik krizi, rejimleri yıkan devrimler ve de Türkiye’deki Gezi seferberliği ile sonlandı. Erdoğan da Gülen cemaati vb. müttefiklerinden kopmak zorunda kaldı. Daha çok demokrasi vaadi ile çıktığı yolda özelleştirme, emeğin örgütsüzleşmesi ve kamu kaynaklarının burjuvaziye açılması programını hayata geçirebilmek için daha da baskıcı olan bir döneme girdi. Nihayetinde aslan payını kendi çeperindeki bir avuç aile alırken, sürdürülen politikalar desteğini almaya çalıştığı diğer burjuva sektörlerini de yeterince tatmin edememeye başladı.

Saray rejiminin iç politikadaki sıkışmışlığı dış politikada da tezahür ediyor. Suriye’ye yönelik bir sınır ötesi operasyonla milliyetçi rüzgârı sırtına alıp baskıcı uygulamaların arttırması için aradığı zemin Rusya’nın “Rejim (yani Esad) ile görüşülmeli” demeci ile şimdilik tıkandı. Hükümet Yunanistan ile dalaşmakla sınırlandı. Öte yandan saray rejiminin aktörleri de yekpare değil. AKP ve Cumhur İttifakı içerisindeki rekabet sürmekte. Süleyman Soylu hakkındaki istifa söylentileri vb. de durumun ciddiyetini gösteriyor.

Ayakta kalabilmek için…

Saray rejiminin hiç olmadığı kadar zor bir dönemde olduğu görülse de bu durum tarihin değişmez yasalarına göre sarayın zamanını doldurduğu anlamına gelmiyor. Bugün Saray rejimini ayakta tutabilecek iki araç var: Muhalefeti baskı ile sindirmek ve meseleyi oy savaşlarına indirgeyerek TOKİ, doğalgaz-nükleer santral müjdesi ve hatta belki de EYT’liler vb. cephelerine çekip oylarını yeniden konsolide etmek.

Millet İttifakı ve onun amiral gemisi CHP’ye bakacak olursak da tüm sorunları Erdoğan’a havale etmekten öteye geçen bir tavırda olmadıklarını görebiliyoruz. Mİ’nin en büyük gücü Erdoğan’ın hakaretleri ve onun yarattığı büyük yıkım. Ancak Erdoğan’ı iktidara taşıyan somut gerçeklik halen yaşıyor. Emperyalizmin, büyük burjuvazinin ve yeni zenginlerin çıkarlarına yanıt vermeyen bir eğilim patron düzenindeki bir Türkiye’yi yönetemez. Kılıçdaroğlu her ne kadar köprü-otoyollar, beşli çete hakkında çeşitli söylemlerde bulunsa da işin niteliğini değiştirecek bir adım atmıyor.

Ultra zenginlerin çıkarına dayalı ekonomik sistem halkın daha da fakirleşmesini istiyor. Geçmişte nitelikli bir işçi veya öğretmen maaşı ile orta halli bir yaşam sürdürüp, çocuk yetiştirip üzerine bir de ev almak mümkünken ultra zenginler tüm bu olanakların kendilerine akmasını talep ediyor. Dünya genelinde hayata açıkça emek merkezli bakmayıp da solcu-demokrat olduğunu iddia eden hiçbir seçenek de bu talebe hayır diyemiyor.

Çözüm nerede?

Saray rejimi zor durumda. Ancak çıkış Erdoğan’ın bir seçim yenilgisi alıp almamasından çok, Saray rejimini gündeme getiren o somut dayanakların karşısında geniş bir cephe örmekten geçiyor. Bu da ancak emek merkezli ve burjuvaziden bağımsız bir birlikle; emperyalizmden ve rejimden kopuş perspektifiyle mümkün olabilir: NATO üslerinin kapatılması; dış borç ödemelerinin sonlandırılması; işçi emekçilere sınırsız örgütlenme hakkının tanınması; kaderini tayin hakkı dâhil tüm demokratik hakların tanınmasını sağlayacak bir anayasa için bağımsız ve egemen bir kurucu meclisin oluşturulması.

Aksi durumda Saray rejimi daha ne kadar köşeye sıkışırsa sıkışsın tahrip gücü hep yüksek kalacak. Erdoğan’ın seçim yenilgisinin ardından gelenler ise gerçek sorunları çözmediği için yeni bir işçi-Kürt-kadın-lgbti+-doğa düşmanı yükselişin önünü açmış olacaklar.

Yorumlar kapalıdır.