Direnişleri birleştirelim, mücadeleyi yükseltelim!

Güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma: Ekonomik karşı-devrim şiddetleniyor!

Geçen sayımızda, hükümetin “Orta Vadeli Ekonomik Programı”nın temel hedeflerinden birinin, “ekonomik rekabet gücünü ve esnekliğini artırmak”, “esnek çalışma biçimlerini yaygınlaştırmak” olduğunu belirtmiştik.

Hükümetin, “ekonominin rekabet gücünü arttırmakla”, ücret seviyelerini ve çalışma koşullarını Çin’deki, Hindistan’daki düzeylere çekmeyi hedeflediğini; “esnekliğin” de işten atmaları kolaylaştırmak, çalışma saatlerini tümüyle patronun inisiyatifine bırakmak anlamına geldiğini biliyoruz.

Esasında bu ağdalı sözler ve arkasındaki yalın gerçekle ilk kez de karşılaşmıyoruz. Hükümet bu sözlerle, son 30 yıllık neoliberal dönemde yaşadığımız ekonomik karşı-devrim sürecinin aynen devam edeceğini söylüyor, sadece. Ancak ’80 Askerî Darbesi’yle uygulamaya konabilmiş neoliberal politikalarla, gerçek ücret seviyeleri muazzam bir ölçüde düşürülmüş, işçi sınıfının sendikal ve politik örgütlenmeleri tarumar edilmiş, sosyal hakları bir bir elinden alınmış ve bu sayede; “ekonominin rekabet gücü” arttırılabilmiş, “esnek çalışma biçimleri” yaygınlaştırılmıştır!

İçinden geçtiğimiz devasa ekonomik kriz sürecindeyse, düşen kâr oranlarını arttırabilmek için patronlar ve hükümeti, bu ekonomik karşı-devrim sürecini yoğunlaştırma peşindeler. Krizin yeni bir evreye girdiği Eylül 2008’den bu yana, milyonlarca insanın işsizler ordusuna katılması, on binlerce sendikalı işçinin işten atılması, işsizlik sigorta fonunun patronlara servis edilmesi vs. bu sürecin ürünleri.

Fakat geriye gasp edilecek ne kaldı demeyin. “Esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması” sürecinin tamamlanması için sırada kıdem tazminatının kaldırılması var.

Kıdem tazminatı hakkı esasında, patronların yıllardır hedef tahtasında bulunuyor. Kıdem tazminatının işsizlikle mücadelede ne kadar büyük bir engel olduğundan, ülkenin rekabet gücünü zayıflattığı için ülke ekonomisine ne kadar büyük zarar verdiğinden, yıllardır dem vururlardı. Ne var ki, artık icraat zamanının yaklaştığı bir evredeyiz. Konu artık Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’nun (YOİKK) gündemine girmiş, YOİKK’in hazırlattığı rapor (eylem planı) tamamlanmış ve kamuoyuna da yansımış durumda.

Modern hükümet: Burjuvazinin Yürütme Organı

Konunun YOİKK’in gündemine taşınmasının, patron temsilcilerinin bir konferansta ya da bir yayın organında kıdem tazminatı hakkında sövüp saymasından farklı bir niteliği bulunuyor. Bunu biraz açalım.

YOİKK 2001 yılında Dünya Bankası’nın tavsiyesiyle, yerli ve uluslararası burjuvazinin istek ve taleplerini daha hızlı yerine getirebilmek amacıyla kurulmuştur. Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı’nın başkanlığında aylık olarak toplanan kurulun üyeleri, Maliye Bakanlığı Müsteşarı, Hazine Müsteşarı gibi ekonominin idaresinin zirvesindeki bürokratlar ve TOBB, TÜSİAD başkanları gibi patron temsilcileridir. Patronların dile getirdiği “reform” talepleriyle ilgili çalışmalar YOİKK’e bağlı teknik komitelerce yürütülüyor ve bu komitelerin hazırladıkları raporlar; kurulda görüşüldükten sonra Bakanlar Kurulu’na sunuluyor. Velhasıl, 2001’den bu yana “yatırım ortamındaki iyileştirmeleri” ve “reformları” gözümüzün önüne getirecek olursak (ilk akla gelenler Sosyal Güvenlik “Reformu”, Yeni İş Yasası “Reformu”) kurulun hakkını teslim etmemiz gerekir.

Bundan 150 sene evvel bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels, modern hükümet için “burjuvazinin müşterek işlerini yöneten bir heyetten başka bir şey değil”, demişlerdi. Ne var ki, patronlar ve hükümetler arasındaki kaynaşmanın, iç içeliğin günümüzdeki boyutlarını, belki onlar bile “çarpıcı” bulabilirdi.

Kıdem tazminatı için alarm zilleri çalıyor!

Raporun tamamlanmasının ardından konunun Bakanlar Kurulu’nun gündemine girmesi an meselesidir. Oradan da yasa tasarısı olarak Meclis’e sunulması… YOİKK eylem planında kıdem tazminatıyla ilgili mevzuat değişikliğinin Aralık 2009’a kadar gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Kısacası kıdem tazminatı için alarm zilleri çalıyor!

Peki, YOİKK raporu kıdem tazminatı için ne buyuruyor? Raporda, AB ve OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında kıdem tazminatı “yükünün” çok yüksek olduğu ve bu nedenle patronların diğer ülkelerle rekabet edemediği vurgulanıyor. Ne var ki bu aklı evveller, Türkiye’deki işçi ücretleriyle AB ve OECD ülkeleri arasındaki ücret düzeylerini veya Türkiye ve bu ülkelerdeki işsizlik oranlarını, sosyal hakları veya grev ve sendika haklarını, Türkiye’nin rekabet gücünü ölçmek açısından kıyaslamayı nedense hiç gündeme getirmiyorlar.

Dahası saygıdeğer patronlarımız işsizlikle mücadele konusuna da el atıyorlar. Kıdem tazminatı iş güvencesi sağlayıp işten çıkarmaları zorlaştırdığından, yeni işçi alımlarının da önüne geçiyormuş. Kim bilir, belki de kıdem tazminatı olmasaydı kriz başladığından bu yana patronlar bunca işçiyi işten atmazdı. Yani her şey bizim iyiliğimiz için!

Hal böyle olunca da raporda, tazminat hesabında esas alınan her geçen tam yıl karşılığı 30 günlük ücret tutarının 15 güne indirilmesi ya da bir fon kurulması öneriliyor. Yani ya kıdem tazminatını yarı yarıya indirecekler ya da şu İşsizlik Sigorta Fonu, Konut Edindirme Yardımı Fonu gibi yeni bir çiftlik kuracaklarmış.

Bu durum karşısında, sendikalar cephesindeyse yeni bir şey yok. Sendika başkanları kıdem tazminatına dokunulmasına izin vermeyeceklerini, bunu bir genel grev sebebi sayacaklarını söylemeyi sürdürüyorlar. Ve o noktada durmayı da… Daha önceki saldırılarda yaptıkları gibi, tıpkı! Kıdem tazminatına dokundurtmayacak aynı bürokratlar, mezarda emeklilik yasasına de izin vermeyeceklerini söylüyorlardı, sosyal güvenlik saldırısını durduracaklar ve İşsizlik Sigorta Fonu’nun yağmalanmasını da engelleyeceklerdi.

Ne var ki, hep söylediğimiz gibi lafla peynir gemisi yürümüyor. Bu hakkın gaspı genel grev sebebiyse, mücadele etmeye ne zaman başlayacaksınız? Yasa tasarısı Meclis’e geldiğinde mi? Kaldı ki, sosyal güvenlik saldırısına karşı yapılan “genel grevin” anısı da hâlâ taze. DİSK, KESK ve Türk-İş’in organize ettiği genel grevde, bu konfederasyonlar bırakın “hayatı durdurmayı”, kendi örgütlü oldukları işyerlerinin küçük bir kısmında greve katılım sağlayabilmişlerdi. Ve sonuçta, 2 saatlik “dostlar alışverişte görsün” grevinin ardından, hükümetin yasada yaptığı birkaç rötuşun üzerine atlayarak, durumu kabullenivermişlerdi.

İşin aslı, bürokratlar birkaç kuru blöfle sorunun halledilebileceğini umuyorlar. Oysa saldırı bağıra bağıra, “Ben geliyorum!” diyor. Bu durum karşısında sınıf bilinçli, öncü işçiler, sendikaların bu konuda derhal bir eylem planı hazırlamasını, eğer genel greve gidilecekse, bunun hazırlıklarına şimdiden girişilmesini sağlamaya çalışmalılar.

Sendikalaşma, tensikat, direniş

Ekonominin “rekabet gücünü artırabilmek” için patronların ve hükümetlerin uyguladıkları temel yöntemlerden biri de, işçi sınıfının örgütlülüğüne saldırmak, kuşkusuz.

Özellikle, krizin sınıf mücadelesini keskinleştirmesiyle, işçilerin işyerlerindeki artan baskı ve sömürüyü durdurabilmek için, sendikalaşma çabalarında bir artış söz konusu. Patronların, bu duruma karşı ise, verdikleri tek ve net bir yanıt var: sendikalaşan işçileri işten atmak. Evet, bu durum yasalara aykırı olabilir; ama bu gazetenin okurları yasaların kimden yana çalıştığını zaten gayet iyi biliyor.

Bugün birçok işyerinde, sendikalaşma mücadelesi verdiği için işten atılmış işçilerin direnişi sürüyor. Sinter Metal, Sabiha Gökçen Havalimanı, Okmeydanı Hastanesi direnişleri, bunlardan bazıları.

Sendikalaşmanın önüne geçmek saldırının bir ayağını oluştururken, hâlihazırda sendikalı işyerlerindeki örgütlülüğü parçalamak, bu saldırının bir diğer ayağı… Bunun son örneklerinden biri de Esenyurt Belediyesi’nde yaşananlar. Esenyurt Belediyesi’nin patron başkanı Necmi Kadıoğlu, toplu iş sözleşmesinden faydalanan örgütlü işçileri,
İş Sözleşmesi’nin 25. maddesini göstererek kapı önüne koydu. Buna karşı, işçiler de belediye önündeki direnişlerini kararlılıkla sürdürüyorlar.

Sendikalaştığı veya sendikalı olduğu için tensikata uğrayan işçilerin mücadelesi, ortak bir noktada birleşiyor: sınıfın örgütlülüğünü savunmak. Bu direnişlerin kazanımla sonuçlanmasının ise, boyundan büyük bir anlamı var: Bu durum, hem sınıfın haklı gerekçelerle düşmüş olan moralini, özgüvenini toparlamasını sağlayacak, hem de sınıfın geri kalanına bir örnek oluşturarak, yeni mücadelelerin bir kıvılcımı olma işlevi görecek.

Fakat bu direnişlerin birbirinden yalıtık kalması, mücadelenin kazanılmasındaki en büyük engellerden biri… Bu direnişlerin birleşerek tek ve güçlü bir ses olarak, sınıfın örgütlülüğünü savunması, mücadeleyi yeni bir evreye sıçratabilir.

Yazan: Atakan Çiftçi (28 Ekim 2009)

Yorumlar kapalıdır.