19 Mart’ın ardından Saray daha mı güçlü?

İmamoğlu’nun 19 Mart’ta tutuklanmasıyla birlikte Türkiye siyaseti ve ekonomisi yeni bir kargaşanın içerisine girdi. Hiç şüphesiz Erdoğan, en büyük rakibinin uydurma gerekçelerle tutuklanmasının yaratabileceği sonuçların farkındaydı. Beklemediği şey ise, öğrenci gençliğin öncülüğünde kitlelerin seferber olması ve bu antidemokratik saldırı karşısında sokakları doldurmasıydı. Nisan başından itibaren seferberlikler geri çekilmeye başlarken, İmamoğlu’nun tutukluluğu ve İBB’ye yönelik operasyonlar ise sürüyor. Peki bu süreçten Saray yönetimi ve Cumhur İttifakı güçlenerek mi çıktı? Tek Adam rejimine karşı mücadele şimdi nasıl büyütülmeli? Bu sorular mücadelenin öncüleri arasında tartışılmaya devam ediyor.

Öncelikle, 19 Mart operasyonunun kendisinin Saray’ın gücünün değil zayıflığının bir sonucu olduğunun altını çizmek gerekiyor. Yerel seçimlerde ağır bir yenilgi alan ve popülaritesi İmamoğlu ve Yavaş’ın çok gerisinde kalan Erdoğan, bu operasyonla rakiplerini ancak kriminalize ederek iktidar ömrünü uzatabileceğini itiraf etmiş oldu. Öte yandan bu operasyonun uzun zamandır planlandığı ve adım adım örüldüğü ortadaydı. Aslında bu süreç resmen CHP’nin Esenyurt belediyesine ekim ayında kayyum atanmasıyla başlamıştı. CHP yönetiminin bu saldırıya karşı topyekûn bir seferberliğe girişmek yerine cılız birtakım tepkilerle gündelik politikalarına devam etmesi Saray’ın önünü tamamen açtı. Cumhur İttifakı’nın tam da bu süreçte başlattığı “yeni süreç”, başka nedenlerin yanı sıra, muhalefeti bölmeyi ve bu operasyonu kolaylaştırmayı hedefliyordu.

CHP’nin bu ağır çekim operasyona karşı pasif duruşunda bir burjuva düzen partisi ve siyaseti seçimlere indirgeyen politikasının yanı sıra, içerisindeki çıkar ve liderlik mücadeleleri de önemli bir etkendi. Operasyonun öncesinde İmamoğlu cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan ederek öne çıkmayı hedefledi. Bununla birlikte, çeşitli illerde seçim ziyaretleri ve mitingleriyle sınırlı kalan bir program, yüzleştiği saldırıyı püskürtebilecek bir güçten fazlasıyla yoksundu.

Bu çerçevede, 19 Mart’ta başlayan toplumsal seferberlik sadece Saray için değil aynı zamanda CHP için de bir sürpriz oldu. Öğrenci gençliğin fitilini ateşlediği seferberlik olmasaydı, hiç şüphesiz CHP yönetimi İmamoğlu’nun tutuklanmasını da birtakım kınamalar ve göstermelik eylemlerle geçiştirecekti. Öğrencilerin ve halk kitlelerinin eylemleri İBB’ye kayyum atanmasını durdursa da, Saray’ın saldırısını yenilgiye uğratacak bir noktaya ulaşamadı. CHP önderliğinin mücadeleyi büyütmek yerine seferberliğe sönümlendirerek onu bir seçim kampanyasına dönüştürme girişimi bu sonucun temel sebebiydi.

Bu noktada sendikal önderliklerin ve sosyalist hareketin de tutumu da belirleyici oldu. Kitleler adeta kendiliğinden bir şekilde “genel grev” sloganını sahiplenirken, bırakalım sahici bir eylem programı açıklamaktan, uygulamaktan geri durması mücadelenin çıkmaza girmesinde büyük rol oynadı. Operasyon belediyelere olmuşken ve yönetiminde CHP’nin çok büyük ağırlığının olduğu Genel-İş yönetiminin dahi etkili bir eylem, iş bırakma örgütlemekten kaçınmış olması, bu bağlamda manidardır. Yine bu süreçte sendika yönetimlerinin 1 Mayıs’ı bir kez daha tabanını harekete geçirmeden, alan tartışmalarına boğarak çok kötü bir şekilde örgütlemesinin de altı çizilmelidir.

Sosyalist hareket ise bu seferberlik sırasında maalesef bağımsız ve etkili bir politik güç rolü oynayamadı. Bunun başında, solun önemli bir kesiminin uzunca bir süredir demokratik mücadeleyi CHP önderliğine havale etmiş olması yatıyor. “Önce Erdoğan karşısında en güçlü adayı destekleyelim, sonrasına bakarız” şeklinde özetlenebilecek bu anlayış, solu iktidar perspektifinden yoksun kılar ve siyaset sahnesinde silikleştirirken, CHP yönetiminin kitleleri bu kadar kolayca kontrol edebilmesinde başat rol oynadı. Solun daha azınlıktaki bir kesimi ise, CHP yönetimine “yedeklenmemek” adına seferberliğe katılmaktan kaçınıp kitleleri CHP önderliğine teslim ederek ilkinden daha az hatalı olmayan bir politika izledi.

Peki şimdi neredeyiz? Erdoğan yönetimi İmamoğlu’nu Silivri’de tutabilmeye ve “dalga” operasyonlarıyla İBB’yi işlevsizleştirme ve muhalefeti kriminalizasyon politikasına devam etse de, eskisinden de büyük çelişkilerle yüzleşmek zorunda. Öncelikle, bu operasyona kendi tabanının önemli bir kesimini dahi inandıramadığı ve toplumsal desteğinin 19 Mart öncesinden daha da geride olduğu ortada. İkincisi bu operasyon, son derecede kırılgan durumdaki ekonomi üzerinde belirleyici sonuçlar yarattı. 19 Mart’ın ardından dövizin tutulması için 50 milyar dolardan fazla rezervin yakılması ve faizlerin daha da artırılması, Şimşek’in ekonomi politikasının da iflası anlamına geldi. Derinleşen sefaletin ortasında Saray’ın şimdi hiçbir işçiyi “enflasyonu düşürmek için ücretlere zam olmamalı” palavrasına inandırması mümkün değil. Bu durum hükümet içerisindeki çatlakları artırırken, son tahlilde emekçiler için yeni bir yıkımdan başka bir şey getirmeyecek olmakla birlikte, ekonomi politikasında yeni bir makas değişikliğini getirebilir.

Mevcut tabloda Saray’ın 19 Mart’tan güçlenerek çıktığını söylemek mümkün değil. Bununla birlikte, ömrünü uzatmak için Erdoğan yönetimi, elinde bulundurduğu politik iktidarın tüm araçlarını çekinmeksizin kullanmaya devam edecek. 19 Mart sürecinin bir kez daha gösterdiği şey, mevcut baskı ve sömürü rejiminden düzen muhalefetinin sinik politikalarıyla çıkış ihtimali bulunmuyor. Ekonomik ve demokratik talepleri birleştiren, bu talepler doğrultusunda kitlelerin en geniş seferberliğini hedefleyen, düzen muhalefetinden bağımsız bir emek ittifakının inşası tek kalıcı çözüm olmayı sürdürüyor.

Yorumlar kapalıdır.