Örgütsüzlüğün ölçüsü, 1 Mayıs

“500 bin kişi geleceğiz,” diyordu, basına ve işçilere yaptığı açıklamalarda, DİSK, KESK ve Türk-İş’in oluşturduğu 1 Mayıs Tertip Komitesi. Fakat 1 Mayıs sabahı değil Taksim’e gitmek bulundukları binadan bile çıkamadılar.

Ne kadar insafsızlık, vahşet, acımasızlık ve şiddet sergilemiş olurlarsa olsunlar, hükümet, vali, emniyet müdürü ve polis sonuçta görevlerini yapmışlardır. Değil midir ki onlar burjuva devlet aygıtının yürütmesinin sorumluları, tabii ki işçi sınıfına karşı dişini tırnağına takarak mücadele edeceklerdir. Yeni İş Yasası, SSGSS ve gündemdeki İstihdam Paketi ile Sendikalar Kanunu’nu yaratan ve kollayanlar neden Taksim’de 1 Mayıs’a izin versin ki? İşçi sınıfının tarihsel kazanımlarının kırıntılarını dahi elinden alan yasal düzenlemeler karşısında, yiğitliği kurtarmaya yönelik birkaç cılız ve numunelik çıkış dışında hiçbir şey yapmayan, yapamayan sendikalar, meslek odaları ve sosyalist partilerin Taksim talebi karşısında hükümet, devlet ve burjuvazi neden geri adım atsın ki?

Sendikalar ve odalar güçsüzlüğünü ilan etmiştir

Taksim Meydanı’nda 1,5 milyon kişinin yerleşeceği bir “organizasyonu” düşünen ve en az 500 bin kişiyle meydanda olacaklarını söyleyenlerin hükümet ve vali ile günlerce pazarlık yapmaya ihtiyacı yoktur. Eğer bu kadar gücün varsa hükümet ve vali gelir, pazarlık yapar.

Eğer söz konusu 500 bin kişi ev kadınları ve emeklilerden oluşmayacaksa o halde İstanbul’da fabrikaların ve işyerlerinin önemli bir kısmının boşalması, iş yaşamının durması gerekir. Sendikalar ve sosyalist partiler fabrikaları boşaltacak hangi “örgütlenmeyi” yapmışlardır ki Taksim Meydanı’nda 1,5 milyon kişinin yerleşmesine yönelik “organizasyonu” düşünmüşlerdir? “Örgütlenmek” fiilinin gerekçesini söyleyince sorumluluk ve yapılacak işlerin niteliği değişmiyor maalesef.

Hadi dilimiz “yalan söylediler” demeye varmıyor da “abarttılar” dedik. Fakat siyasette bu ikisi arasındaki farkı açıklamak kolay mı? “Abarttılar” da, peki, kime karşı? Kesinlikle işçi sınıfına karşı “500 bin kişi geleceğiz,” diye “abarttılar.” Çünkü başbakan Tayip Erdoğan ile konuşurken Taksim’e çıkacak sayıyı 30-35 bin kişiye düşürmüşler, üstelik “miting” değil “anma ve çelenk koyma” fiili için. Tayyip Erdoğan Meclis bahçesinde korkuluk değildir ve bu kurnazlıkları yutmaz: Zaten yıllardır Yeni İş Yasası ve SSGSS gibi düzenlemeler sırasında sendikaların güçlerini iyice tartmış ve ellerinde herhangi bir koz ve direniş yeteneği olmadığını görmüştür. Peki, işçi sınıfı? İşçi sınıfı da 1 Mayıs ve Taksim üzerine bu köylü kurnazlığına dayalı manevraları yutmamış ve işini kaybetmek pahasına Taksim’e gelmemiştir. Zaten mevcut örgütsüzlüğünde gelmesi de mümkün değildir.

Sendikalar ve odalar üyelerini örgütleyememiştir

İşçi sınıfı gelmemiştir fakat tabii ki işçiler gelmiştir. Fakat bunlar sınıf bilinçli, sınıfın kendisi için sınıf olması gerektiğinin bilincindeki öncü işçilerdir, devrimcilerdir. Bu kesim ne zaman gelmedi ki? 1 Mayıs adına en küçük bir gösterinin bile müsamaha görmediği koşullar ve yıllarda sendikalar ortalarda görünmezken 1 Mayıs’ı da, Taksim’i de zorlayanlar öncü işçiler ve devrimcilerdi. 500 bin işçi gelirse işçi sınıfından bahsedebilirdik ama sınıf ile 10 bin devrimci ve işçiyi birbirine karıştırmamak gerek.

Sendikalar, başbakana söyledikleri 30-35 bin kişiyi de Taksim’e çıkaramaz. Bu sayıya ulaşılır fakat bu ancak devrimci öbeklerin katkısıyla mümkündür, yoksa sendikaların miting ve gösterilerde, merkez ve şube yöneticileri, işyeri temsilcileri ve bir avuç öncü işçi dışında bir kitle oluşturduğu en azından son çeyrek yüzyıldır görülmüş değildir. Zaten işçilere iş bıraktırılıp fabrikalardan çıkartılıp alanlara getirilecek kadar örgütlenme gerçekleştirilmiş olsaydı 1 Mayıs çoktan işgünü olmaktan çıkmış olurdu. Bırakın bir işgününü, Cumartesi ya da Pazar gününe denk gelen 1 Mayıslarda bile 500 bin kişinin alanlarda toplandığı görülmüş müdür? Sendikalar ve odalar hangi işyerinde ne zaman iş bırakma çağrısı yapmıştır. Yani, gerçekten “abarttılar” sözü az kalıyor.

Doğrusu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın 1 Mayıs ertesinde sendikalar hakkında söyledikleri gerçeğin önemli bir kısmını yansıtmaktadır: “Türkiye’de sendikalı işçi sayısı giderek azalmıştır. Bunun temel nedeni 20’nci yüzyılın başlarında 19. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan ücret sendikacılığının devam ettirilmeye çalışılıyor olmasıdır. Dolayısıyla işçiler, kendi sorunlarına çözüm bulamayacaklarını gördükleri için giderek sendikaları yalnızlaştırıyorlar.” [1]

Burjuvazi: “Sınıfa karşı sınıf”

Kasım 2002’de başlayan iktidarı süresince AKP hükümetleri, doğrudan doğruya TÜSİAD programlarının (eşdeğerinin) yılmaz ve şaşmaz icracısı olmuşlardır. Bu dönemde işçi sınıfının temel kazanımlarını elinden alacak yasal düzenlemeler gerçekleşmiştir. Fakat sendikalar ve odalar bu gelişmenin önünde durmak için üyeleri arasında ciddi ve sıkı bir çalışma yapmak yerine basın açıklamaları ve cılız birkaç eylem ile yetinmiştir. Bu kuruluşların üye sayıları ile dergi, broşür, kitapçık gibi aylık basılı yayınlarının baskı sayısını karşılaştırmak üyeleri nezdinde faaliyetlerinin çapını ve gücünü anlamak için yeterli olacaktır. Sonuçta onca işçi karşıtı uygulamalarına rağmen 2007’de yüzde 46,5 oy oranına ulaşan AKP’nin, kendinde sınıf olarak, işçi sınıfından oy alamadığını söylemek mümkün değildir. AKP’nin bu “başarısı” karşısında, yelpazenin neresinde olursa olsun, soldan bir sesin Deniz Baykal’ın istifasını istemesi utanç verici olmasının ötesinde kendi başarısız muhalefetini gizlemeye dönük ucuz bir manevradır.

Laiklik ve milliyetçilik üzerinden bir muhalefet bunların esas sahibi olan burjuvaziyi korkutmamakta aksine gerçek bir muhalefetsizlik ortamına sahip olunması, programının harfiyen uygulanmasını kolaylaştırdığı ve mümkün kıldığı için memnun etmektedir. Dolayısıyla polisin uyguladığı şiddetin 2 Mayıs’ta unutulacağı ve hasıraltı edileceği bir durumda burjuvazinin, durduk yere 1 Mayıs’ta işçi sınıfına güç ve moral kazandıracak “izinler” vermesini beklemek ancak saflık olabilir. Varlık nedeni sömürmek olan burjuvazi, en küçük bir kazanımı için dahi mücadele edemeyeceği kadar örgütsüz bir durumda bıraktığı işçi sınıfına neden 1 Mayıs “izni” versin ki? 1 Mayıs, burjuvazinin sınıfa karşı sınıf politikası yürüttüğünün çok açık ve kesin bir tescili olmuştur. Fakat sendikaların ve siyasi öbeklerin bu gerçeğe toslaması için pazarlık yapmaları da gerekmiyordu.

Örgütsüzlüğe dayalı güçsüzlük koşullarında hükümet ya da vali ile yapılacak pazarlıklarla Taksim’e çıkılamazdı ve nitekim çıkılamamıştır. Pazarlık yapmak için öne süreceğiniz bir kozunuzun, gücünüzün olması gerekir. Bir gün önceden Taksim’e yürüyüşün 3 koldan değil de tek koldan yapılmasına dönük manevra da pazarlık ya da iyi niyet ifadesi değil güçsüzlüğün ve “Taksim macerasının” bittiğinin ilan edilmesi olmuştur.

2007’den ders çıkarmayan, plan da yapmaz

Sendikaların 1 Mayıs günü, öğle saatlerinde Taksim’e gitmek kararından vazgeçtiklerini ve eylemi bitirdiklerini ilan etmeleri “can güvenliklerinin olmamasından” değil örgütlenmelerinin ve bir B planlarının olmamasındandır. Sendikalar, odalar ve onlarla beraber davrananlar bütün eylemi Tayyip Erdoğan’ın son anda karar değiştirip yürüyüşe izin vereceği hayali ya da valinin iyi niyet göstereceği beklentisi üzerine inşa etmişlerdir. Onca görüşme sonucunda “yürütmeyeceğiz” kararlığına toslayanların 1 Mayıs sabahındaki şaşkınlıklarının ve acizliklerinin başka bir izahı olabilir mi?

Burjuvazi ve onun temsilcisi hükümetin “yürütmeyeceğiz” kararlığı karşısında geceden DİSK genel merkezinde toplanmak ve pankart hazırlamak dışında hiçbir hazırlığın yapılmaması mücadele isteğinin sorgulanması için yeterlidir. Oysa en azından önceki yıldan ders çıkarılmış olması gerekirdi.

Vali bir gün öncesinden iptal edilen ulaşım seferlerini bildirmiş, Taksim’i demir ağlarla örmüş, meydandan yaya geçişine bile izin vermeyeceğini işaret etmişti. 2007 1 Mayıs’ında devrimci öbeklerin kendiliğinden hareketini, sürekli yer değiştirerek korsan eylemler gerçekleştiren hareketliliğini önlemek için valilik ve emniyetin dersler çıkardığı belliydi.

Valiliğin açıklamaları üzerine Tertip Komitesi en azından toplanma saatini sürekli değiştirerek eylemi ya da eylem ihtimalini gün boyu canlı tutabilirdi.

Son anda miting alanını Tuzla olarak değiştirmesi ise Taksim üzerine devletin yaptığı bütün hazırlıkların [2] boşa çıkmasına ve “Taksim dışında nereyi isterseniz” söyleminin anlamlı bir hedefle sömürülmesine yarardı. Mitingin Tuzla’da yapılması halinde tersane işçilerini meydana taşımakta güçlük çekilir miydi?

Sonuçta ister Tuzla ister Davutpaşa isterse bir başka işçi semti olsun, bunlardan birinde ya da hepsinde birden 1 Mayıs mitingi yapmak Taksim’i zorlamanın en etkili yolu olacaktır, tabii eğer Taksim tek başına asli amaç olarak görülmeyecekse.

İşçilerin gelmesi için önce işçilere gitmek gerekir

Amaç 500 bin kişiyi Taksim’e çıkarmaksa o halde önce o 500 bin kişiye gitmek gerekir. Onların hepsi de Taksim’de çalışıyor ya da oturuyor değiller. Fabrikaların ve işçi ikametgâhlarının yoğun olduğu semtlerde ayrı ayrı mitingler örgütlemek ve bunlara katılımı arttırmak için önceden faaliyet yürütmek gerekir. Aksi halde Taksim ve burada toplanacak kitle ile toplumsal bir muhalefetin örülmeye başlanacağı hayali gazla boğulmaya mahkûm olacaktır.

“Sosyal Adalet, Eşitlik, Bağımsızlık ve Demokrasi için” 1 Mayıs, hiçbir şey için 1 Mayıs’tır. Bu kadar genel ve geniş bir amaç ancak muğlaklık sağlar, muğlaklık üzerine bir ittifakın da hiçbir kazanım getirmediği 1 Mayıs’ta görülmüştür. Burjuvazinin de eleştirdiği gibi işsizlik sorunu AKP’nin yumuşak karnıdır ve tüm işçi ve emekçileri doğrudan ilgilendirmektedir. Dolayısıyla 1 Mayıs’ın gündemi genel ve geniş ifadeler yerine somut açık ve “dar” hedeflerle belirlenmelidir. 2007 ve 2008’de Taksim Meydanı’nı değil işsizlik ile mücadeleyi ele alan bir 1 Mayıs hedeflenmeliydi. Dağ, taş Türk bayraklarıyla donatılmışken Türkiye işgal altında mıdır ki bağımsızlık talep edilmektedir? Uygulanan ekonomi programlarının IMF, AB ya da ABD dayatması olduğunu söylemek ancak bu programların asıl sahibi olan TÜSİAD’ın şahsında burjuvaziyi sevindirmekte ve ekmeğine yağ sürmektedir. İşbirlikçi aranacaksa söylemleriyle hedef şaşırtanlar aynaya bakmalıdır.

Tuzla ve Davutpaşa örnekleri henüz yaşanmışken iş kazaları ve iş güvenliği de 1 Mayıs’ın gündemi olabilirdi fakat bunun yerine sıfatsız bir demokrasi tercih edilmiştir. Gündem AKP’ye açılan kapatma davası ile meşgul edilirken DTP’ye açılan kapatma davası öne çıkarılmalıydı, illa demokrasi gündem olacaksa.

Kısacası Tertip Komitesi ve destekçilerinin aslında Taksim dışında bir gündemi olmamıştır. Sanki Taksim olursa ardından “Sosyal Adalet, Eşitlik, Bağımsızlık ve Demokrasi” çorap söküğü gibi gelecekmiş gibi. Hayal kurmak gayet insani ve ihtiyaçtandır fakat ağacın yeşilinin gerçek olduğunu da unutmamak gerek.

2009

Tertip Komitesi 2009 1 Mayıs’ı için yine Taksim’i hedef olarak ilan etmiştir. O halde hemen bu hedefe ulaşmak için bir program açıklamalıdır, yoksa sözlerinin bir inandırıcılığı olmayacaktır. Çünkü 2009’da neler olacağını biliyoruz, bir kez daha kimseyi yanıltmaya çalışmasınlar.

Devrimciler de bu yanıltma harekâtının bir parçası olmaktan vazgeçmelidirler; suçu sendikalara atmak ancak devrimcilerin örgütsüzlüğünün ve güçsüzlüğünün üstünü öretmeye yarar. Eğer 2009’da da seyirci ya da figüran olmak gibi bir konuma düşülmek istenmiyorsa “2009’da Taksim” diyen sendikaları eylem ve işbirliği programlarını ve planlarını açıklamaya davet etmeli ve bu yönde sendikaları zorlamalıdırlar.

Olumlu bir cevap alamıyorlarsa derhal 1 Mayıs’ta bağımsız devrimci bir eylem programı için bir araya gelmeli ve eylem planı oluşturmalıdırlar. Her gün her saat işçi sınıfı ile teması olanların 1 Mayıs’ta işçi sınıfından kopmak gibi kaygıları olamaz. Aksine bu yönde gelecek eleştirilere 2009 1 Mayıs’ında yanıt vermeyi ve örnek oluşturmayı önlerine hedef olarak koyabilecek olanlar ancak devrimcilerdir.

Rosa Luxemburg’un “Gelecek Bolşevizm’dir,” sözlerinin arkasında olanlar için 2009’da gelecektir. O gün birbirimize şu soruyu soramayız: “Hazır mıyız?”

Yazan: Özcan Özen (18 Mayıs 2008)

[1] http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=176315&Categoryid=1

[2] İstanbul’un bütün semtlerinden polislerin görev yerleri, intibak ve sokakları öğrenmeleri amacıyla, günlerce öncesinden Beyoğlu ve Şişli olarak değiştirilmiş, 1 Mayıs’tan bir gün önce Rize ve Çorum’dan uçaklarla takviye polis gücü İstanbul’a getirilmişti.

Yorumlar kapalıdır.