İşte özgür dünya!

Geçtiğimiz haftalarda, İngiltere’de göçmen işçilere karşı yükselen bir grev dalgasına tanık olduk: Total’a ait Lindsey petrol rafinerisi çalışanlarının, rafineri yönetiminin yabancı işçi çalıştırma kararına karşı çıkarak başlattığı fiili grev yayılarak, İngiltere’nin en büyük nükleer enerji tesislerine ulaştı.

Yaklaşık 5 bin enerji sektörü çalışanı, Lindsey rafinerisi yönetiminin anlaştığı İtalyan taşeron firma aracılığıyla Portekizli ve İtalyan işçi çalıştırması girişimini engellemek amacıyla grev başlattı. Bu kendiliğinden hareketin dinamiğinde, ülke genelinde üretim yapan yabancı firmaların göçmen işçilere asgari ücret dışında hiçbir şey ödemek zorunda olmayışı yatıyor. Krizi kayıpsız atlatmak için işçi ücretlerini düşürmeyi, işten atmayı çözüm gören; bu uğurda her türlü çamura yatan işverenler ve işbirlikçi hükümetler; işsizliğin sebebini, bizzat kendi getirdikleri göçmen işçiler olarak gösteriyorlar. Oysa 2006’da, ‘Britanyanın işleri Britanyalı işçilere’ sloganıyla vatandaşlarını, iş garantisi verdiğine inandırmaya çalışan İngiltere İşçi Partisi yönetiminde, yabancı iş gücü iki misli arttı. İktidara gelirken böyle milliyetçi duyguları okşayan İşçi Partisi, şimdi yine aynı gazla Lordlar Kamarası Ekonomik İşler Komisyonu’nun yayımladığı bir raporla, göçmenlerin ülkedeki refah seviyesinin artmasına yok denecek kadar az katkıda bulunduğunu iddia ediyor! Geçtiğimiz yıl İngiltere’de toplam işgücünün %13’ünü oluşturan bu emek gücünü inkar edişin, bu pis iki yüzlülüğün altında kar hırsını gizlemek, gizlerken de işçileri birbirine düşürerek bir taşla iki kuş vurma amacını görüyoruz. Lindsey grevinde hükümetin koltuk değnekliğini yapan sendika yönetimine rağmen, grevci iş yeri temsilcileri İtalyanca bildiriyle eylemlerini anlattıklarını hatta ırkçı BNP (İngiltere Ulusal Partisi) üyelerini de grev alanına sokmadıklarını görüyoruz. İşverenin göçmen işçileri işe alarak ucuz emek sömürüsünü protesto eden işçiler; eşit ücret ve eşit işe alımını savunarak, tüm göçmen işçilerin sendikalaştırılması, tüm göçmen işçilere sendikalar tarafından tercümanlar vasıtası ile yardım edilerek sendikal haklara ulaşımı sağlanması gibi talepleri öne sürdüler.

Ama, patronlar açısından krizi kazasız belasız atlatmak öyle kolay değil elbet. Avrupa genelinde hükümetlere yönelik grev ve eylemlilikleri kırmak için alınan son önlemlerden biri de Berlusconi’den geldi. Grevlerin ülkesine sıçramasından korkan İtalyan yönetimi işçilerin birliğini engellemek için, meclisten göçmenler aleyhine yeni bir paket geçirdi. Bu, ‘Güvenlik Paketi’ sayesinde yasa dışı göçmenlik de İtalya’da suç olarak tanımlanıyor artık. Yasa dışı yollarla ülkeye giren göçmenler güvenlik güçlerince yakalandığı anda 5 ila 10 bin Avro arası cezaya çarptırılıyorlar. İtalya topraklarında yaşayan yaklaşık 4 milyon yasal ve 500 bin yasa dışı göçmen İtalyan ekonomisinin %10’una varan bir hacmi karşılıyor ki bu rakam İtalya’nın sanayi başkenti Milano’nun bulunduğu Lombardia eyaletinin toplam üretim hacmine karşılık geliyor. Bu demek oluyor ki, özellikle kapitalist genişleme döneminde her yıl, ucuz emeği sömürmek için gemi gemi on binlerce göçmen işçiyi yasaldan ziyade ucuz yoldan ülkesine sokan patronlar ve Avrupa Birliği serbest dolaşım ilkesini öne atarak istediğini ‘özgür dünya’ illüzyonuyla meşru kılan hükümetler; şimdi işsizliğin sebebi olarak, göçmen işçileri hedef haline getiriyorlar.

İtalyada insanlık dışı koşullarda tutulan yüzlerce göçmenin isyan etmesini bu çerçeveden okumak gerekir. Faşistlerce Hintli bir evsizin benzin dökülerek yakılması, Almanya’da göçmenlerin bıçaklanması, yine İsviçre’de de bir göçmenin işkence görmesi, Moskova’da göçmen işçilere karşı sık sık katliam boyutuna varan cinayetlerin yaşanması ve İtalya’da Roman kamplarının polis destekli çeteler tarafından basılıp yakılması, hükümetlerin krize karşı aldıkları bu ‘önlem’lerin bir sonucudur.

Her gün on binlerce kişinin işten atıldığı, bir parça ekmeğe, temiz suya ulaşamayan insanların sayısının katlanarak arttığı bu ‘özgür’ dünyada, tam da en geniş örgütlülüğe, birliğe, dayanışmaya ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde işverenin yarattığı bu düşmanlık oyununa gelmeyelim. Krize karşı önlem ne düşmanlık ne de ücret düşürülmesi olabilir! Burada “eşit işe eşit ücret” söz konusu, ayırt etmeksizin herkese alın terinin kuruşu kuruşuna ödenmesi söz konusu. Patronların milliyetçi oyunlarına değil, bütün göçmenleri kapsayacak mücadeleye, göçmen işçiler arasında örgütlenme programı olan sendikalara ihtiyacımız var. Sınıf kardeşimiz milletinden, dilinden, dininden ötürü düşmanımız olamaz. Krizin ve işsizliğin sorumlusu işçi değildir; bizzat hükümetler ve işverenlerdir!

Yazan: Canan Yılmaz (22 Şubat 2009)

Yorumlar kapalıdır.