Almanya: Yeni dinamikler ve olasılıklar

London School of Economics’te öğretim üyeliği yapan ve 2010 yılında Nobel ekonomi ödülü alan Kıbrıs’lı Hıristoforos Pissaridis Ocak ayında yaptığı açıklamada ortak para birimi Euro’nun büyük bir yanlışlık olduğunu söylemişti. Euro’nun işsizliğe yol açtığını ve genç kuşağın kaybolmasına neden olduğunu söyleyen Nobel ödüllü öğretim üyesi, bir zamanlar ortak para birimini savunduğu için pişman olduğunu da dile getirmişti.

Elbette Almanya’nın bugün içerisine sürüklendiği eşitsiz ve kırılgan koşullar, sadece 2002 senesinde Mark’tan çıkıp Euro’ya geçmesiyle açıklanamaz. Bu, oldukça hatalı ve meselenin özünü ıskalayan bir iddia olurdu. Ancak Avrupa Birliği’nin, Fransa’yı dahi alt edebilen, en kritik bankalarına ve en güçlü politik nüfuzuna sahip ülkesinin, kıtanın içerisine tepetaklak yuvarlandığı krizden etkilenmemiş olduğunu söylemek de oldukça hatalı olurdu. Bugün, kapitalizm en büyük yapısal buhranlarından birisinin içerisinden geçerken, uluslararası finans kapital için stratejik bir öneme sahip Almanya da sancılı bir sürecin içerisine adım atıyor. Sürecin derinleşeceği ve yeni krizlere kapı aralayacağı da öngörülenler arasında.

Söz konusu Almanya olunca denkleme birçok bileşen dahil oluyor. Öncelikle alabildiğine yükselen yoksulluk ve proleterleşme eğilimleri ile karşı karşıya kalındığı bir gerçek. Bir sivil toplum örgütü olan Alman Refah Eşitliği Derneği Başkanı Ulrich Schneider bu ayın başında, “Yoksulluk politikasında bir depremle karşı karşıyayız, Almanya’da yoksulluk hiç bu kadar artmamıştı” diye konuştu. Araştırmalara göre 2006-2013 yılları arasında Almanya’da yoksulluk yüzde 10,7 arttı. Bu oran emeklilerde %48’e ulaşıyor. Berlin gibi büyük metropollerde ise yoksulluk ülke geneline oranla iki kat daha hızlı artıyor. Öte yandan çalışan erkeklerin ve kadınların aldıkları ücretler arasındaki fark radikal bir şekilde açılıyor. Son dönemde uygulanmaya başlanan gerici aile politikaları sonucunda çalışan kadın ücretleri ortalamadan %23 oranında daha düşük. Bu oran emeklilik söz konusu olunca %60’a dek çıkıyor.

Yoksulaşma eğilimiyle bağlantılı olarak işgücü piyasasına dönük neo-liberal yaptırımlar da hız kesmeden yürürlüğe sokuluyor. Son dönemde Almanya’da kiralık işçi uygulaması, esnek çalışma saatleri, aracı firma ve taşeronlaştırma hiç olmadığı kazar hız kazanmış durumda. Esnek ve güvencesiz işlerde çalışmaya mecbur bırakılan kitlelerde, yoğun bir gelecek kaygısı oluşmuş durumda. Bu kaygı son süreçte genç işçilerin organize ettiği bir uyarı grevi şeklinde patlak verdi. Esslingen Voith fabrikasında çalışan bir işçi, greve gidilmesine ön ayak olan durumu şöyle anlatıyor: “Her ay 20-30 saat fazla mesai paramız verilmiyordu. Öyle ki kimi zamanlar ayda 200 saate kadar çalışabiliyorduk. Giydiğimiz iş elbisesi eskidikçe adeta tahtaya dönüşüyordu. İşveren keyfine göre davranıyordu. İşe alınmalar sürekli şefler ve ustabaşılar aracılığıyla oluyor. Ben 15 yıldır firmada çalışıyordum işyeri işçi toplantısı yapıldığını duymadım. Bunları görüp karşı durduğum için işyerinde sürgüne gönderildim.”

Sınıflar mücadelesinde tırmanan gerginlikten geçtiğimiz aylarda metal sektörü de nasibini almıştı. İlk olarak Eylül 2014’te Köln kentinde eğitim ve meslek eğitimi için daha fazla bütçe isteyen 20 bin genç işçinin katıldığı bir mitingin gerçekleşmesine tanıklık ettik. IG Metall Sendikası’nın gençlik örgütünün düzenlediği mitinge, pek çok kentten gelen metal işçileri ve mesleki eğitimi gören gençler katılmıştı. Ardından 2015 TİS süreci başladı. Ülkenin binlerce fabrikasında yüz binlerce metal işçisi uyarı grevine giderek ücretlerinin yüzde 3,4 artmasını sağladı. Buna rağmen patronların saldırıları durmak bilmiyor. Metal sektörünün stratejik rolü sebebiyle sendikanın talep ettiği artışı kısa sürede kabul eden patronlar, sipariş defterlerinin dolu olduğunun farkında. Geçen sene kısa çalışma, Noel ve yılbaşı tatilinin uzatılmasını tartışan yüzlerce metal işletmesinde şimdi günlük fazla mesailer, hafta sonu çalışma gündemde. Öyle ki, kimi fabrikalarda bir yıl içinde 36 Cumartesi çalışılmasına karar verildi.

TİS sürecinin tartışmalı konularından birisi de Almanya işçi sınıfının emeklilik hakkıydı. Yasal emeklilik yaşı 67’e çıkarılmasına rağmen sermaye grupları 70 yaşında emekliliği talep ediyor. Almanya’da sendikaların mücadeleci bir karaktere sahip olmaktan uzak olması, onların göbekten bağlı oldukları sosyal demokratların “emeklilik reformu” adı altında “mezarda emeklilik” dayatmalarına karşı ciddi hiçbir direniş göstermemelerine neden oldu.

Almanya’da toplumsal gerginliğin tırmanışı azalan bir ivme çizecekmiş izlenimi uyandırmıyor. Şubat ayında gündeme alınan ABD-AB Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması’nın (TTIP) şirketlere, sermaye yatırımlarına ve neo-liberal yağmaya tanıyacağı yasallık ve özgürlük ile beraber, şu an hala daha patlak vermemiş olan çok yönlü kriz olasılıklarının derinleşeceğini söyleyebiliriz.

Sınıflar arasındaki hareketlenmenin alabildiğine arttığı bugünlerde denklemimize iki önemli bileşeni daha katmamız şart. İlk olarak Yunanistan’da iktidara gelen Syriza ile İspanya’da olası bir Podemos iktidarı ihtimalinin Alman bankerlerde yarattığı hoşnutsuzluk söz konusu. Borçların zamanında ve gerekli miktarında ödenmediği takdirde ortaya çıkacak olan yıkım tablosu sermayeyi tedirgin eder bir boyutta. İkinci olarak ise, bir Nazi örgütü olarak giderek güç kazanan Pegida söz konusu. Pegida 26 Ocak’ta Frankfurt’ta geniş bir eylem düzenledi ve Alman hükümetinden de bu yıl için Haupwache’de 48 Pazartesi için miting ve yürüyüş izni aldı.

Almanya’da hareketlenen ve yeni sendikal ve politik mücadele kanalları/araçları arayışına giren oldukça genç ve dinamik bir işçi sınıfı var. Son dönemdeki saldırılar karşısında bu sınıf, şimdilik öbek olarak kalsa dahi bir mücadeleler silsilesi sundu ve önümüzdeki dönemde bu dalganın nitel bir sıçrama gerçekleştirmesi ihtimalle dahilinde. Öte yanda Güney Avrupa’da geleneksel partilerin çözülüşüne ve kitlelerin düzen içi çözümlere dönük inançlarını kaybettiklerine tanıklık ediyoruz. Ancak devrimci bir inşa perspektifinin yokluğunda güçlenen aşırı sağ odaklardan bahsetmek de mümkün. Yazının başında da belirtildiği üzere Almanya oldukça kırılgan bir sürecin içerisine girmekte. Bu sürecin kaderini ise sınıflar mücadelesi tayin edecek.

Yorumlar kapalıdır.