İspanya’da işçi sınıfı 2008 yılında patlak veren ekonomik krizden bu yana ağır bir kuşatma altında. İşten çıkartmalar, ücretlerdeki kesintiler, emeklilik haklarına, kamusal eğitim ve sağlık haklarına ardı arkası kesilmeyen saldırılar buhranlı bir süreci beraberinde getirdi. Hem İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) hem de iktidardaki Halk Partisi (PP) tarafından yürürlüğe konan “sosyal karşıdevrim”, resmi rakamlara göre %26’lık -ki bu rakam gençler arasında %56 oranlarına tırmanıyor- yığınsal işsizliğe ve yaygın yoksulluğa yol açmış durumda. Sözünü ettiğimiz ülkede şu an hiçbir bireyinin herhangi bir gelire sahip olmadığı 686 bin 600 aile mevcut.
Buna karşılık, sermayenin bu çok yönlü saldırı dalgasına işçi sınıfının yanıtı ise geleneksel araçlar ve aparatlar üzerinden gelişmiş değil.
Bir yandan işsizlik kaygısı ve son yıllar boyunca uygulanan “çalışma reformlarının” işçi sınıfı saflarında yol açtığı maddi bölünmüşlük, diğer yanda geleneksel aparatlar olarak tanımlanabilecek sendikal konfederasyonlar ve şimdilerde “İzquierda Unida’da” (İU – Sol Birlik) ya da “PSOE’de” kristalize olan eski Stalinist ya da sosyal demokrat yapıların sınıf işbirlikçi arayışları, işçilerin zayıflık hissinin maddi kaynakları olarak okunmalı.
Bu şartlar, İspanya’daki emekçi yığınların sermayenin saldırganlığına karşı bir refleks olarak neden “yurttaşlık hareketlerine” yöneldiğinin de bir açıklaması. Arap devrimleri ve Tahrir seferberliklerinin ardından açığa çıkan 15 M -Öfkeliler- hareketi, ülkeyi yıkıma taşıyan politik ve ekonomik güçlerin reddiyesine dair en berrak örnekti. Krizin faturasını sermayenin ödemesini talep eden yığınlar, ekonomik ve sosyal kesintilerin taşıyıcısı durumundaki sosyal demokrasinin ve işbirlikçi tutumlarıyla bıkkınlık duygusu yaratan sendikal konfederasyonların yol açmış olduğu boşluğu doldurmaya çabalamaktaydı.
Podemos: Ne sağ ne sol
İspanya’da böyle bir sürecin sonucu olarak, -önümüzdeki seçimlerin favorisi durumundaki- Podemos (Yapabiliriz) olgusunun ortaya çıkışı, PSOE ve İU gibi geleneksel aygıtların gerileyişine paralel olarak, uzun yıllardır seçim süreçlerine çekimser kalmış geniş bir kesimin de yeniden hareketlenmesine yol açtı. Ne var ki, açığa çıkan bu muazzam sistem karşıtı potansiyel, seçim eksenli bir projenin hizmetine sunulmuş durumda.
Aslına bakılırsa, hareketin Komünist Parti kökenli lideri Pablo İglesias, büyük ölçüde bugüne dek Venezuela, Bolivya ve Ekvador’da hayata geçirilen bir modeli örnek alıyor. Söylemlere bir tür yurttaşlık hakları ve anayasa fetişizmi eşlik ediyor. Ardından seçimler aracılığıyla iktidara ulaşmak ve bu yolla, -halkın hizmetine sunmak için- “devleti reforma uğratmak” vaat ediliyor. Ne var ki, sözü geçen ülkelerde bugüne dek yaşanan deneyimler, bu politikaların varsayıldığı gibi kapitalizmden kopuşa yol açmadığı gibi, 2008’den bu yana yaşanmakta olan krizin bütün yüklerinin işçi sınıfının üzerine yıkılmasına yol açtığı yönünde. Dolayısıyla sistemden kopuş yönlü bir çizgiden ziyade, reformlar yoluyla sistemi “insanileştirme” yönlü bir hat ile karşı karşıyayız.
Podemos, sınıf bilincinin geriye ötelendiği, iktidarı yukarıdan aşağı dönüşüme uğratmak için yığınları günlük mücadele yerine, seçim sandıklarına yönlendiren, mevcut sistemden devrimci bir kopuş yerine, sınıflararası ahlak ilkeleri ve evcilleştirilmiş bir tür kapitalizm vaaz eden bir oluşum.
Şurası çok açık ki, politik yeniden şekillenme ve kurumsal kriz olgusu en ileri düzeyde Güney Avrupa’da açığa çıkmakta. Rejim partilerince hayata geçirilen kesinti politikaları, sosyal kazanımların tasfiyesi, ayyuka çıkan rüşvet ve yolsuzluk skandalları, sistemin kurumları aracılığıyla sorgulanmasına yol açmış durumda. Yunanistan’da 20’den fazla genel grevde somutlaşan bir işçi direnişinin ürünü olan bir partiler koalisyonu olarak Syriza, İtalya’da komedyen Beppe Grillo’nun önderliğindeki sağ söylemli 5 yıldız hareketi ve şimdi de İspanya’da Podemos hareketi işte bu değişim talebinin eşgüdümlü yansımaları.
Devrimci solda yeni kümelenme
İspanya’daki krizin bir başka yüzü ise, Bask ülkesinde Batasuna-Sortu, Endülüs’te CUT (İşçilerin Ortak Adaylığı) ve Katalonya’da CUP-AE (Halk Birliği Adaylığı – Alternatif Sol) türünden sol ve ulusal bağımsızlıkçı parti ve grupların öne çıkması ve İberya yarımadasındaki değişik ulusları ve emekçi yığınları ortak bir dinamik içersinde -ve en azından bu değişik deneyim ve mücadelelerin birleştirilerek- kopuş temelli bir mücadele referansına dönüştürülmesi olasılığı.
Bu çerçevede geçen parlamento seçimlerinde 3 sandalye kazanarak şaşırtıcı bir başarıya imza atmış olan CUP-AE’yi, sınıf eksenli ve monarşik rejimden kopuşu hedefleyen bir cepheleşme seçeneğinin zeminine dönüştürmeye dönük bir süreç söz konusu. Açıkcası böyle bir potansiyelin diğer sol ve ulusal bağımsızlıkçı örgütlerle birlikte hayata geçirilmesi ve fabrika kuşaklarını merkez alarak yaygınlık kazanması olası.
2009 yılından bu yana ulusal ölçekte böylesi bir olasılığı hayata geçirmeyi öneren ve bu doğrultuda cepheleşmelerin bileşeni olan UIT-CI (İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal) İspanya seksiyonu LI (Enternasyonalist Mücadele) bu doğrultuda yürütülen tartışmaların başını çekiyor. LI, CUP-AE’nin böylesi bir mücadele cephesinin merkezi olmasını öneriyor.
Umulan adımlar atılabilirse bu cepheleşme programatik hat olarak monarşik anayasadan kopuşu temel alacak, dış borç ödemelerine son vererek, bankaları millileştirerek ve tüm bu kaynakları krizin ve işsizliğin yol açtığı yıkıma karşı bir acil eylem planı doğrultusunda kullanarak, kapitalizme ve Avrupa Birliği’ne karşı uzlaşmaz tedbirler alacak. Artık tek bir işyeri kapatmaya ve işten çıkartmaya izin vermeyecek.
Yorumlar kapalıdır.