İspanya’da seçimlerin ardından: Rejimin çoklu krizinde yeni aşama
Bu yazı ilk kez artıgerçek‘te yayımlanmıştır.
İspanya’da 23 Temmuz’da gerçekleşen genel seçimler, siyasal rejimin krizini bir kez daha ortaya serdi. “Sağ ve sol bloklar” olarak somutlaşan siyasi kutuplaşmada, her iki kesim de hükümeti kurabilecek yeterli çoğunluğu sağlayamadı. Hayat pahalılığı ve resesyonda cisimleşen kapitalist krizin yeni dalgası emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu derinleştirirken, mevcut tabloda hükümet kurulabilmesi merkez sol PSOE’nin bağımsızlıkçı partilerin desteğini alabilmesine bağlı olacak.
“Tarihin en ilerici hükümeti” deneyimi
İspanya’da genel seçimler bu yılın aralık ayında gerçekleşecekti. Ne var ki, Mayıs ayındaki belediye ve özerk yönetimler seçimlerinde, iktidarda bulunan PSOE-Unidas Podemos koalisyonunun aldığı ağır yenilgi sonrasında, PSOE lideri ve hükümet başkanı Pedro Sanchez, seçimleri temmuza çekmeye karar verdi.
Mayıs’taki seçimlerde merkez sağ PP (Halk Partisi) birinci parti olurken, radikal sağ Vox önemli bir yükseliş yaşadı. Daha öncesinde tarihsel kalesi Endülüs’ü yitiren ve diğer tekil bölgesel seçimlerde de mağlup olan PSOE için Mayıs seçimleri, toplumsal desteğinin erime sürecinde yeni bir eşik anlamına geliyordu. Oysaki, Mart 2020’de iktidara gelen sol koalisyon, “tarihin en ilerici hükümeti” olma iddiasıyla kuruluyor, toplumsal ve demokratik alanlara dönük pek çok başlıkta değişim vaat ediyordu.
1936’daki Halk Cephesi hükümetinin ardından, Komünist Parti ve radikal solun temsilcilerinin ilk kez yer bulduğu hükümet, emekçi kitlelerin önemli bir kesiminde radikal bir değişim yönünde bir beklenti oluşturuyordu. Bununla birlikte, aradan geçen üç yılı aşkın sürede, “tarihin en ilerici hükümeti” birkaç ufak reform kırıntısı dışında, mevcut politik sistemi neredeyse harfiyen sürdürdü. Pandemi ve Ukrayna işgaliyle tetiklenen yeni ekonomik ve toplumsal kriz karşısında hükümet, kitlelerin alım gücünü korumak yönünde hiçbir sahici önlem almadı. Bankalar ve şirketler olağanüstü kârlar ederken krizin faturası emekçi halka yüklendi.
Oluşan beklentiler hayal kırıklığına dönüşürken, sol seçmen cezayı öncelikle koalisyonun sol kanadı Podemos’a kesti. Hükümet ortağı olması sonrasında Unidas Podemos ardı ardına seçim hezimetleri yaşadı. Bir dönem büyük umutlar yaratan ve kurulmasından kısa süre sonra büyük seçmen desteği kazanan Podemos, bir politik proje olarak silinme noktasına geldi. Bu sırada muhalefetteki PP kendisini yapılandırarak güçleniyor, aşırı sağ Vox yükseliyordu.
Erken genel seçimler için de anket sonuçları PP ve Vox’tan oluşacak bir sağ-aşırı sağ hükümetin kurulacağına işaret ediyordu. Bu beklentilerle paralel olarak, PP oyların %33’ünü elde ederek seçimlerden birinci parti olarak çıktı ve 350 sandalyeli parlamentoda 136 milletvekili kazandı. Bununla birlikte, aşırı sağ Vox’ın oy oranı öngörülerin altında kaldı ve her iki partinin oy oranı bir sağ-aşırı sağ hükümet ortaklığının kurulması için yeterli olmadı. Ortaya çıkan tablo, PSOE’nin “aşırı sağ iktidara geliyor” korkusu üzerine temellendirdiği seçim kampanyasının, partiye küskün sol seçmenin bir kesimini sandığa çekmeyi başardığını gösteriyor.
Hükümet kurulabilecek mi?
İspanya parlamentosunda “sağ ve sol blokları” temsil eden partiler dışında azınlık milliyetçisi partiler yer alıyor. Bu partilerin aşırı sağ Vox’u arkasına alan PP’yi desteklemeyeceğinin kesinleşmiş olması nedeniyle, PP’nin hükümet kurma şansı bulunmuyor. PSOE’nin ise bu partilerin desteğiyle iktidarını sürdürebilmesi için, her şeyden önce Katalan bağımsızlıkçılarını ikna etmesi gerekiyor. Katalan meselesi ekseninde aşırı kutuplaşmış İspanya siyasetinde, bunun sağlanabilmesi belki de Pedro Sanchez’in bugüne dek yüzleştiği en büyük siyasi meydan okuma olacak. Bunun gerçekleşmemesi durumunda ise, İspanya yeniden genel seçimlere gidecek.
İki partili sisteme dönüş mü?
İspanya’nın içinden geçtiği süreç bir “çoklu kriz” olarak adlandırılabilir. 2008’de başlayan küresel ekonomik krizin en sert vurduğu ülkelerden birisi İspanya’ydı. Tıpkı ABD’de olduğu gibi, 2000’li yıllarda ekonomik büyümesinin temel olarak emlak balonuna dayanması, ülke ekonomisini fazlasıyla kırılgan hale getirmişti. Küresel kriz, ülke mali sisteminin çöküşünü beraberinde getirdi.
Frankizm sonrası İspanya siyasetinin iki ana sütunu olan PSOE ve PP’nin desteğiyle ağır bir kemer sıkma politikasının hayata geçirilmesi ve krizin faturasının emekçilere yıkılması, ekonomik krizin bir toplumsal ve siyasal krize dönüşmesine neden oldu. İki partili siyasal sistem çöktü, radikal sol ve radikal sağ oluşumlar yükselişe geçti. Fakat, bu radikal partilerin bölgesel ve/veya ulusal düzeyde merkez partilerle koalisyon hükümetlerine girmeleri sonrasında, oylar yeniden merkez sol ve sağ partilerde kümelenmeye başladı. 2019’da PP ve PSOE oyların %48’ini elde edebilirken, bu oran 2023’te %64’e çıktı. Ancak bu tablo geçmişe dönüşü değil, filmin yalnızca bir karesini gösteriyor.
Eğer Sanchez hükümet kurmayı başarabilse bile, 2008 öncesinin iki partili sisteminden farklı olarak, bu hükümet oldukça istikrarsız ve her an dağılma ihtimali altında olan zayıf bir iktidar olacak. Her bir yasanın, hükümeti destekleyen tüm partilerin desteğini alması ve Senato’daki mutlak çoğunluğa sahip PP’nin engellemelerini aşması gerekecek. Daha da önemlisi, yeni hükümet, hazırlayacağı 2024 bütçesinde, borçların çevrilebilmesi için Brüksel’den gelen yeni kemer sıkma talimatlarına yer vermekle karşı karşıya kalacak.
“Tarihin en ilerici hükümeti”nin temel “başarısı”, başta sendikalar olmak üzere kitle örgütleri üzerindeki kontrolü ve sol söylemi sayesinde toplumsal mücadeleleri frenleyebilmesiydi. Avrupa’da krizin yeni dalgası başta Fransa ve Büyük Britanya olmak üzere toplumsal seferberlikleri, kitlesel grevleri yeniden sahneye taşırken, İspanya’nın da bu dalgadan muaf kalması mümkün görünmüyor. Seçim sonuçlarının ötesinde önümüzdeki dönemde İspanya siyasetinde; hayat pahalılığı, işsizlik ve yeni kemer sıkma politikaları karşısında işçi ve yoksul halk mücadelelerinin alacağı biçim ve Katalan ulusal mücadelesinin yeniden inşa dinamikleri belirleyici olacak.
Yorumlar kapalıdır.