Artan, “kadın” istihdamı mı?

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) işsizlik ve istihdam üzerine bir araştırma yayımladı. Ve yayımlanan rapor “Kriz döneminde kadın istihdamı arttı” yönünde lanse edildi.

Çünkü rapor, Aralık 2007-2008 aralığında işgücüne katılan kadın sayısının 500 bin, istihdam edilen kadın sayısının ise 250 bin kişi arttığını söylüyordu. Ve tabii, Bakan Şimşek’in “İşsizliğin artmasının nedeni kadının da işgücüne katılması…” sözleri ışığında bu artış, yükselen işsizlik oranlarının da nedeni olarak yorumlandı.

Hem rapor, hem de yorumlanışı ekseninde tartışılacak çok kavram var. Ancak, belki de sondan başlayarak şunu belirtmekte yarar görüyorum. Araştırmaya göre kadın istihdamı artarken erkek istihdamı düşmekte. Ve kadın istihdamı da “kendi hesabına çalışanlar” başlığı altında bakıcılık, temizlik vb. işlerde -ve elbette kayıt dışı- yoğunlaşmakta.

Şöyle de açıklanabilir: Kadın, aslında kriz döneminde “aile bütçesinin” düşen alım gücüne ve/veya kocasının, babasının, ağabeyinin işsiz kalma durumuna ya da potansiyeline karşı, bir zorunlulukla iş aramaya başlıyor. Ve işgücü piyasasına en başından bir “ek çalışan” olarak girmiş oluyor.

Kadın yalnızca “ek çalışan”

Bu noktada bir an durup, şuna dikkatinizi çekmek isterim. “Aile bütçesi” ve “ek çalışan” benim kavramlarım değil; işgücü ve istihdam araştırmalarında sıkça başvurulan kavramlar. Ve açık ki, cinsiyetçi işbölümünü yansıtıyor. Ancak, bir nokta daha var, açılımlarını bu kavramlarla bulan veriler, “kadın istihdamı” yönünde olumlu bir şey söyleyebilir mi?

Kadının “ek çalışan” olarak geçici olarak dâhil olduğu ve bu yolla “aile bütçesine” katkı sunduğu bir istihdam yapısı, kadın istihdamının artışına uygun zemini sunabilir mi?

Sunmayacağı açık. Kadın emeğinin karşılığının ucuz emek olduğu bu cinsiyetçi işbölümü içinde; bu artışın açıklaması yalnız aile bütçesine katkı sunmak ve işveren açısından da aynı işi daha ucuza yaptırarak daha fazla kâr elde etmek anlamına gelmekte.

Üstelik, kadın bu “katkı”yı sunarken; ev-içi emeğini de mümkün olduğunca aksatmadan sürdürmek zorunda.

Ev-içi emek görünür olmalı

Oysa, kadın istihdamının artışını sağlayacak birincil adım, ev-içi emeğin görünür kılınmasından geçiyor. Bu da öncelikle bu işlerin toplumsallaştırılması gerekliliğini ortaya koyuyor. Yani kadının tek başına üstlendiği bakım hizmetleri; ortak çamaşırhaneler, yemekhaneler ve kreşlerle kamu tarafından karşılanmalı ve kadının işi olarak görülmekten çıkarılmalı. Böylelikle kadının çalışmasının önündeki en temel engel kaldırılmış olur.

İkinci olarak da kadın çalışanlara uygulanan farklı ücret uygulaması kaldırılmak zorunda. Eşdeğer iş karşılığında kadının daha az ücret aldığı bir istihdam yapısı, kadını değil, zihninde “eksik erkek”i istihdam eder. Ve bu ayrımcılığın en temel noktalarından biridir.

İstihdam yapısı kadını bir özne olarak ancak bu dönüşümle içerebilir; ki bu dönüşümün en temeldeki karşılığı, çalışmanın kadın için de bir hak olarak kabul edilmesidir.

Ancak bu dönüşümü, işgücüne kadın katılımını yükselen işsizlik rakamlarının nedeni olarak görenler, ve hatta onları çocuk doğurmak için eve gönderenler yapmayacak. Onları, ucuza çalıştırıp daha fazla kâr elde etmeyi düşünenler ya da onları ucuz emek olarak işgücü piyasasına alıp ücretlerde rekabet yaratmaya çalışan fırsatçı patronlar da yapmayacak.

Bu dönüşümün gücü kadın olarak emeğimize sahip çıktığımız noktaya dayanacak, ve ev-içi emeğin toplumsallaştırılması ve eşdeğer işe eşit ücret vb. taleplerimizin, kriz karşısında yükselttiğimiz işten atılmalar yasaklansın talebiyle birleştiği noktada artacak.

Emeğin ucuzunun, pahalısının olduğu, ve yalnızca alınıp, satıldığı bu kapitalist sistemde; onun gerçek değerinin hayatı üretmek olduğunu ancak bu mücadele hatırlatabilir.

Yazan: Cemre Sava (31 Mayıs 2009)

Yorumlar kapalıdır.