15-16 Haziran ve mücadeleyi birleştirmek

Kriz dünya çapında milyonlarca emekçiyi ve ailesini etkiliyor. Tüketim malları gitgide zamlanırken alım gücü de yerlerde sürünüyor. Orta halli evler geçinmek için artık orta yolu tutturamazken, yoksullar ise daha da yoksullaşıyor. Bu gidişle işten çıkarılan herkesin eski ücretleriyle birkaç ay içerisinde iş bulamayacağı ve ekonominin uzun seneler eski haline dönemeyeceği bir durumdayız.

Dolayısıyla kriz boğazımızda yutamadığımız bir taş olmaya epeyce devam edecek. Son boğumdan geçip midemize oturduğundaysa, aç karnına günlerce iş bakan milyonlar ya koca bir taşı da sindirmeye çalışacak, ya da geçmiş mücadeleleri kendine örnek alıp midelerindeki taşın sorumlusu patronlara karşı mücadeleyi birleştirecek.

Peki, biraz nükteli soracak olursak, bu sindirme işlemi veya taşın sorumlusuna karşı mücadeleyi birleştirmek gerçekten mümkün mü? Bu nasıl olur? İlk cevap, pekâlâ mümkündür. İkinci cevap için ise kendimize bakmamız yeterli. Mesela sindirme durumu en yaygın görülen tepki. Çünkü biz bunu yıllardır yapıyoruz: Pek çok kriz gördük, bu krizlerde işten atıldık; yine yenisini aradık. Ücretler düşürüldü; yerine göre kabul ettik. En küçük sosyal haklarımız gasp edildi; ses çıkaramadık. Bir dolu bahaneyle zam yapılmadı, işsizlikten iyidir dedik, yıllarca bekledik. Yapılan haksızlıklarla, yolsuzluklarla bize bugüne kadar zaten bolca taş yedirildi, üstüne de sade soğuk su içtik. Yani sindirmek mümkündür.

Mücadeleyi nasıl birleştiririz diye sorarsanız, onun cevabını ise geçmişte aramak gerekir. Balık hafızamızı biraz silkeleyip 1970’lere gidersek, unutturulmaya çalışılan koca bir mücadele dersliği buluruz. Bunlardan belki de en ses getireni 15-16 Haziran 1970 olayları. İşte tam öğrenilip ders çıkarılacak bir örnek. Mücadeleleri birleştirme çağrısı yaptığımız ve işten çıkarılmaların yasaklanmasını talep ettiğimiz bu günlerde 15-16 Haziran bize ışık tutabilir. Birleşik bir mücadeleyle “yasaların” bile durdurulabileceğini gösteren, bu topraklarda yoksul yüz binlerin de sesinin çıkabileceğini kanıtlayan bir örnek var elimizde. Bunu hatırlayıp aktarmak ve bu kriz zamanını patronlar için değil işçiler için bir fırsata dönüştürmek gerek.

15-16 Haziran 1970’te ne olmuştu?

1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kurulmasıyla üye sayısı hızla düşen Türk-İş’in imdadına yetişmek isteyen burjuvazi, 274 sayılı Sendikalar Yasası’nı değiştirmek istiyordu.

Yasa değişikliği tasarısı sendikal özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlıyordu: Sendikadan ayrılmayı (ve dolayısıyla bir başka sendikaya geçmeyi) zorlaştırıyor, bir sendikanın Türkiye çapında faaliyette bulunabilmesi için ilgili işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmesini şart koşuyordu. Bu da DİSK’i fiilen ve resmen işlevsiz hale getiriyordu ve yeni kurulacak sendikaların önünü kapatıyordu.

Tasarı dört ret oyuna karşılık 230 oyla kabul edildi. Bunun ardından DİSK, Genel Başkanı Kemal Türkler’in imzasıyla 12 Haziran 1970 Cuma günü bir bildiri yayınladı. Bildiride Türk-İş’e sendika diktatörlüğü tanındığı, bunun sendika seçme özgürlüğü yasasına aykırı olduğu yazıyordu. Esas amacın DİSK’i bertaraf etmek olduğu anlatılıyor ve devam eden günlerde yapılacak toplantıların takvimi sunuluyordu.

Aynı günlerde DİSK, devlet ve hükümet görevlileriyle görüşüyor, tasarının geri çekilmesini talep ediyordu. Öte yandan DİSK Yönetiminin 17 Haziran’da yapmak istediği miting başvurusu İstanbul Valiliği’nce reddediliyordu.

15 Haziran sabahı işyerlerine gelen işçiler kendiliğinden bir tepkiyle sokağa çıkmaya, diğer işyerlerindeki işçileri de kendilerine katmaya başladılar. Bu DİSK’in toplantı takviminde olmayan bir hareketti.

İstanbul ve çevresinde pek çok büyük fabrikada iş durdu. 75 bin işçi sokağa dökülmüş, 4 koldan şehir merkezine doğru yürüyordu. Ara ara polisle çatışmalar çıkıyor, sloganlar atılıyordu: “Antidemokratik sendikalar istemiyoruz!”, “AP iktidarı bizim iktidarımız değildir!”, “Kahrolsun sermayenin diktası!…”

16 Haziran günü ise 150’den fazla fabrikadan 150 bin işçi sokaklardaydı. Tüm ulaşım işçilerin birleşmelerini engellemek için aksatılıyordu: Galata Köprüsü açıldı, vapurlar iptal edildi, barikatlar kuruldu. Barikatları yarmak isteyen işçiler asker ve polisle çatıştı. 3 işçi, 1 esnaf, 1 sivil polis öldü. Yüzlerce yaralı ve tutuklu vardı. Tutuklanan işçileri yine işçiler karakolları basarak kurtardı. Barikatlar yarıldı, bir AP binası ve Demirel’in kardeşlerine ait bir fabrika tahrip edildi. Direniş diğer illere yayılıyordu. AP iktidarı telaşla Adapazarı, İstanbul, İzmit, Zonguldak’ta sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetim kararıyla birlikte eylemler yavaş yavaş sona erdi.

15-16 Haziran’ın tek sebebi elbette bu uygulatılmayan yasa değildir. Dönemin yükselişteki siyasi havasını çok boyutlu bir bakışla incelemek, bu mücadele deneyiminin zenginliğini daha da açığa çıkaracaktır.

Kaynak: 29. Yıldönümünde 15-16 Haziran İşçi Direnişi, Kamil Ateşoğulları, Devrimci Maden Arama ve İşletme İşçileri Sendikası Yayını

Yazan: Salih Şimşek (1 Haziran 2009)

Yorumlar kapalıdır.